Bu başlığı “meleklere inanmanın pratik hayattaki faydaları nelerdir” sorusunu sınavda soran,tanıdığım tek pragmatistdinkültürüöğretmenimden esinlenerek koydum. Adına teori dediğime bakmayın. Ardını ispat, argüman ve kabullerle dolduracak değilim. Sadece biraz “hayata dair geometri”den bahsedeceğim.

Önce “boyut” kavramı ile başlamak istiyorum. Oldukça elle tutulmaz bir kavram olur kendileri… “Nedir boyut?”, diye sorulduğunda “Hani en, boy, yükseklik var ya… İşte onlar” diyebilmekten öte çok da içini dolduramadığımız bir kavram.

Biz 3 boyutlu bir evrende yaşıyoruz ve 3 boyutu da algılayabiliyoruz (di mi?) Tipik 3 boyutlu obje olan küpü ele alalım. İçinde kaç tane kare vardır ? Yüzeylerini sormuyorum. İçinde kaç tane… Cevap “sonsuz”. Küpün herhangi bir boyutundan dilimlemeye başlarsanız ancak sonsuz kere böldüğünüzde kare elde edersiniz. Peki küpün ebatları önemli mi? Hayır. Kenarı 3cm olan küp de 3km olan küp de sonsuz kere bölünmeden kare elde edilemez. (Sayı / 0 = ∞ ve Sayı / ∞ = 0) Yani aslıda 3 boyutlu bir obje içinde sonsuz tane 2 boyutlu barındırır.

Aynı şekilde karenin içinde sonsuz çizgi ve çizginin içindede sonsuz sayıda nokta bulunur.

Şimdi bir düşünün. 2 boyutlu bir şeyi kafanızda canlandırabiliyor musunuz ? Tabi ki. Bizden bir alt düzlemde olduğu için evet. Peki 2 boyutlu bir şey yaratabilir misiniz ? Ya da 2 boyutlu bir şey bizim fizik evrenimizde var olabilir mi ? Ona “dokunabilir” misiniz ? Hayır ama 2 boyutluluğu algılayabilirisiniz. Aşağıdaki çizgiler farklı farklıdır ama hepsi de tek boyutludur ve aynı 2D düzlemde var olabilirler. Hatta son şekildeki gibi üst üste bile var olabilirler.

Her bir çizgide yaşayan birer nokta varlık düşünün. Bu varlık 1D çizginin yani bir üst boyutun ucundan kıyısından farkında. Peki onun da bir üst boyutu olan 2D düzlemi bilebilir mi ? Biz 2D’yi algılayabildiğimiz için bu çizgi şekillerin uzunluğu kadar yüksekliğinden de söz edebiliriz. Nokta bunu muhtemelen sezgisel olarak bile bilemez. Üsttekilerin kombinasyonu olan son şekli ele alın. Aynı noktadan başlayan 4 farklı çizgi. Sevimli nokta varlığımız hangi yoldan giderse gitsin “yükseklik” yani 2. boyut mefhumu olmadığından geri dönüp baktığında doğrusal bir hat üstünde yaşamış olduğunu düşünecek…

Bu konuyu burada askıya alıp en yalın anlaşılır olan tek boyutlu objemize dönelim: çizgi. Sonsuz sayıda noktanın ardı ardına gelmesiyle oluşan şeydir çizgi. Burada kilit ifade “ardı arda gelmek”. Ardışıklığı tanımlayan nedir? Bir üst boyutu görebiliyor olduğumuz için, boyutsuz bir varlık olan noktanın göremediği çizgiyi gördüğümüz için söyleyebiliyoruz aslında çizginin ardı ardına gelen noktalar bütünü olduğunu…

Peki nokta bunun farkında mı? O kendini nasıl algılıyor ? Sadece “var” olduğunun farkında. Ve hep aynı ben algısına sahip. Çizgi üzerinde “ilerlediğini” sanıyor. Oysa ki çizginin tümü “aynı anda var”. Yani peş peşe sonsuz sayıda nokta aynı anda var. Ve aslında her biri ayrı bir nokta !

Aynı bakış açısıyla diyebiliriz ki; 1 boyutlu bir varlık olan çizgi de 2 boyutlu düzlemin farkında olmadan, aslında tüm çizgilerin aynı anda var olduğu bir düzlemi göremeden yaşıyor. Ve aynı şekilde 2 boyutlu evrendeki bir varlık da 3. boyutu göremeden, ancak tahayyül ederek yaşıyor. Kendini “hep var” ve sezgisel olarak farkında olduğu 3. boyutta “ilerliyor” olarak algılıyor…

Süreksizlik Teorisi, özünde, kendimizi tanımladığımız 3 boyut evreni ile, sezgisel olarak zaman diye adlandırdığımız 4. boyut arasında da aynı ilişkinin olduğunu savunuyor.

Yani gelmiş geçmiş tüm 3D evreninin aynı anda varolduğu bir üst boyuttan bakabilsek, aslında 4D evreninin ardı ardına gelen sonsuz sayıda 3D’lerden oluştuğunu göreceğiz.

“So what ?”

Bu şu demek : Kendinizi her gün işe gidip gelirken yıllarını geçiren, salise salise zamanda ilerleyen bir tekil varlık olarak algılıyorsunuz ya… Değil aslında ! An be an peş peşe dizilmiş sonsuz sayıda formlar toplamıyız her birimiz. Ya da Mevlana’nın dediği gibi aslında : “O her an yeni bir şen alır” ! İçinde bulunduğumuz anda her neysek bir sonraki ana taşınan o değil, her bir anda farklı ve yeni bir formuz aslında…

Bu farkındalıkla, geçmiş ve hatta gelecek, üzerimizdeki bağlayıcı etkisini kaybeder.

Her an yeniden yaratılıyor olmanın idrakiyle, önceki anlardan üzerinize yapışmış, işe yararlığı kalmayan duyguları, enerjileri, kendini engellemeleri, kanıları, kısacası benliğinizde taşımaya değer olmayan herhangi bir şeyi oracıkta, o anda bırakabilirsiniz.

Biliyorum. “Öyle kolay değil” diyenleriniz olacak. Katılıyorum da; kolay değil. Ama basit … Bilginin faydaya dönüştürülme sürecine teknoloji deriz ya; işte bu bilginin teknolojik uygulamaları tamamen kendi elinizde ve biraz gayret gerektiriyor. Mesela geçen sene yaptığınız bir şey için halen suçluluk duyuyorsunuz; birkaç ay önce maruz kaldığınız kötülük için halen o kişiye öfkelisiniz; işyerinde sizin sorumluluğunuzdaki bir konu içinden çıkılmaz bir hal aldı ve başınıza geleceklerden endişelisiniz; çocukken çirkin olduğunuz söylenmiş ve bu yüzden kendinizi halen değersiz görüyorsunuz; bu güne kadar hiç 5 km koşmamışsınız ve koşamayacağınıza inanıyorsunuz; bugüne kadar hiç babanıza (ki “ağır abi”dir kendisi) sarılıp şapır şupur öpmemişsiniz ve bu saatten sonra yaparsanız da abes olacağına inanıyorsunuz…

Bunlar ayaküstü aklıma gelen örnek durumlar. Tabi ki bazı şeyler kanı, bazıları da olgu. Yani romatizmanız, kalbiniz, kemik erimeniz varsa 5 km koşamayacağınız bir olgu, bir gerçek. Sevdiğiniz bir yakınınızı kaybedince tabi ki yas tutacaksınız, haksızlığa uğrayınca tabi ki öfkeleneceksiniz, işinizi doğru yapmak için elbette gerilim duyacaksınız… Bu gibi negatif duygular, engellemeler içinde bulunduğunuz anın gerektirdiği şeyler olduğu için yaşayacaksınız onları. 5 km koşmaya kalkışmayacaksınız ama sağlığınızı tehlikeye atmamak için. Mesele negatifi yaşamamak değil, taşımamak ! Pragmatist bir tutumla, benliğinizde taşımakta olduğunuz duygu, düşünce, kanı, her neyse, işe yararlığının kalıp kalmadığına bakmak ve kalmamışsa Süreksizlik Teorisinin işaret ettiği güçle (bahşettiği demiyorum) , oracıkta bırakıvermek…

Değişim farkındalıkla başlar… Önce geçmişte olanların gerçekte ne olduklarını, sahnelenen oyunun ardını fark edersiniz. Zamanla içinde bulunduğunuz anın da aynı şekilde farkında oluş gelir. Bir dönem, sahnelenmekte olanın ardındaki dinamikleri , gerçekleri görür ama dokunamazsınız. Aptalca olduğunu bilir ama sürdürmekten kendinizi alıkoyamazsınız. Sonraki aşamada ise, olan bitenin farkına vardığınız anda seçim özgürlüğü de elinizdedir : oyunu sürdürmeyi ya da bırakmayı ya da farklı bir duruş, bakış ve enerji ile devam etmeyi seçebilirsiniz. Yani değişim geçirmek elinizde olur.

Eminim ki azıcık eşeleyince siz de zaman illeti yüzünden o ana kendinizi özgürce veremediğiniz vakaları bulacaksınız. Uygulama yaptıkça, bu geçmişe dönük tespitler giderek şimdiye odaklı tespitler haline gelecek ve şu anda taşımakta olduğunuz yükün gereksizliğini şu anda göreceksiniz. Biraz daha piştikten sonra, bulunduğunuz andaki yükün farkına varmanızla birlikte bir sonraki andaki “ben”e iletmek istemediğiniz şeyi o anda bırakma gücü ve özgürlüğüne kavuşursunuz.

Önceki paragraflardan birinde askıya aldığım konuya tekrar değiniyorum şimdi.

Aynı noktadan başlayan 4 farklı çizgi. Sevimli nokta varlığımız hangi yoldan giderse gitsin “yükseklik” yani 2. boyut mefhumu olmadığından geri dönüp baktığında doğrusal bir hat üstünde yaşamış olduğunu düşünecek… demiştim

Nokta, kendine göre bir üst boyut olan çizgide “ilerlemesini” doğrusal algılar çünkü çizginin de bir üst boyutu içerisinde farklı güzergahlarda ilerleyebilir olduğunu idrak edemez.

Şimdi aynı bakış açısını 4D evrene projekte edin. Ve “zaman” dediğimiz 4. boyutu nasıl doğrusal algıladığımızı fakat aslında öyle olmayabileceğini görün. Hatta 1D-2D ilişkisi 2D-3D, 3D-4D ilişkilerine de uyuyorsa 4D-5D ilişkisine de uyması gerekir. Böylece sadece fiziksel olarak değil zamansal olarak da bir önceki anla bir sonraki arasındaki, ya da daha doğrusu bir önceki var oluşunuzla bir sonraki arasındaki o süreksizliği görün…

Bu durumda sonsuz sayıda farklı fiziksel dünya ve sonsuz farklı geçmiş ve sonsuz farklı gelecek var demektir!

Bunu bir CD’deki oyun gibi düşünün. Oyun sırasında bir süreç ilerlemektedir ama oyunda gidilebilecek yerler, yapılabilecek hareketler, yaşanabilecek hikayeler, hepsi de oyunu elinize ilk aldığınız anda o CD’nin içinde mevcuttur. Olası bütün geçmiş ve gelecekler…

Böylesine uçsuz bucaksız bir varlık okyanusu içinde her nokta diğerine teğet ama ayrı ve hepsi aynı anda var ise “ben” neyim ? Eh, geriye sadece “farkında olan bilinç” kaldı…