Genellikle spiritüalist ekolün terim ve kavramlarını kullanarak, yine aynı ekolün öğretisini temel almak suretiyle, bu yolda ilerlemek isteyenlere yeni bir bakış açısı kazandırmak amacıyla, bazı olaylar veya hipotezler hakkında kendi görüşlerimi kısmen yansıtmaya çalıştım. Kanaatimce, terminolojiden ziyâde araştırma yöntemlerindeki farklılıktan dolayı, spiritüalistlerle aramda önemli fikir ayrılıkları vardır. Bu sebeple, genel olarak spiritüalistik yöntemler başlığı altında ele alınan belirli araştırma biçimleri ve spiritüel doktrinler üzerinde kısaca durmak istiyorum. Aşağıdaki uzun yazı, bu konuda bir kritik denemesidir. Bu yöntemlerin, spiritüalist ekolde yetişen herkes tarafından bilindiğini tahmin ediyorum. Zâten, bu ekoldeki araştırma yöntemleri sınırlıdır.
Spiritüalist ekol, kendi yöntemleri çerçevesinde, bütün olayları belirli bir görüş açısı içinde değerlendirmekte ve yorumlamaktadır. Her ne kadar bu ekolün tâkipçileri arasında bazı detaylarda görüş farklılıkları varsa da, genel olarak aynı temele dayalı bir yapıda hemfikir oldukları kesindir. Uygulanan araştırma yöntemlerinin imkân verdiği sınırlar içinde bunun böyle olması da tabii karşılanmalıdır.
“Reenkarnasyon” ve “Poltergeist” gibi spesifik vakaların incelenmesi dışında, spiritüalist ekolün enformasyon kaynağı, bu ekolün öğretisinde esas unsur olmaktadır. Enformasyon kaynağı ile irtibat kurmak için, “medyum” denilen hassas bir insanın aracılığından faydalanırlar. Bu terimi, yazı içinde spiritüalist ekoldeki anlamı ile kullanacağım. Medyumları yazıcı, görücü, fizik, v.s. gibi çeşitli kategorilere ayırmaları, burada önemli bir faktör sayılmayacağı için üzerinde durmuyorum. Kezâ, bir operatör yönetiminde veya hazır bulunan dinleyici kitlesi karşısında kendiliğinden transa geçenler olduğu gibi, yalnız başına veya belirgin bir trans hâli olmaksızın da irtibat kuranlar da vardır. Bütün bu biçim değişiklikleri, enformasyon kaynağı üzerinde doğrudan etkili değildir. Medyumun tabiatına uygunluğu açısından, herhangi bir biçimde irtibat kurulması mümkündür.
Enformasyon kaynağına da bu ekolde değişik isimler takıldığı veya çoğu kez yüce bir pâye verilerek saygı duyulduğu görülmüştür. Bunlar da enformasyonu alan kişilerin ve medyumun psikolojik değerlendirmeleriyle ilgili bir davranış reaksiyonundan ibârettir. Benim ilk ve önemli husus olarak temas etmek istediğim konu, enformasyonun doğruluk oranının nasıl kontrol edileceği meselesidir.
Medyum aracılığıyla irtibat kurma yöntemini bir benzetmeyle inceleyelim: Belirli bir konuda bilgi edinmek istiyorsunuz. Meselâ, Antarktika’daki hava şartlarını öğrenmek istiyorsunuz. Ama, oraya gitme imkânınız yok. Bu durumda, en kestirme yol telefon etmektir. Fakat, nereye telefon edeceğinizi de bilmiyorsunuz. Bu sırada, çantasındaki telsiz-telefon âleti ile dünyanın her bölgesiyle irtibat kurabildiği söylenen, “medyum” adında birisi çıkıyor karşınıza. Önünüzdeki koltuğa oturuyor. Şöyle bir gevşiyor ve telsiz âletini çalıştırarak, ne sizin ne de kendisinin tanımadığı bir yerle irtibat kuruyor. Diyelim ki, bu medyum o yere daha önce de birçok defa telefon etmiş ve duyduklarını aktarmış. Öyleyse, şimdi de herhalde aynı şeyi yapacaktır. Nitekim, medyum daha önceden bildiği numarayı çevirip telefon âhizesine kulağını dayıyor ve duyduklarını anladığı kadarıyla size aktarıyor.
Belki de telefon ettiği yer, Afrika’da bir muhallebici dükkanıdır. Hattın öbür ucundaki zenci Swahili dilinden konuşunca, medyumun telsiz âletine bağlı tercüme kutusu devreye girip söylenenleri onun anlayacağı dile çeviriyor. Medyum da bu tercümeden anladığı kadarını size aktarıyor.
Ama, medyumun irtibat kurduğu kişinin konuşma dilinden daha önemlisi, ne işle meşgûl olduğu değil midir? Mesela, bu muhallebici dükkânında telefonu açan kişinin Antarktika’daki hava şartları hakkında size doğru bilgi verebileceğine aklınız yatar mı? En azından, doğru bilgi alabilmeniz için, bir meteoroloji istasyonu ile irtibat kurmanız gerekmez mi? Fakat, telefon edilen yerde karşınıza kimin çıkacağı, bu yöntemde meçhûldür. Üstelik, muhallebici dükkânında sinek avlamaktan sıkılan bir ahçı yamağı da eğlenmek için, size orasının “Meteoroloji Genel Araştırma Bürosu” olduğunu söyleyebilir ve bir sürü hayâlî şeyler anlatabilir.
Daha da kötüsü, binbir güçlükle sonunda Antarktika meteoroloji istasyonunun telefon numarasını öğrenirsiniz ve ararsınız. Ama, bu sefer de istasyondaki çöpleri toplayan bir hademe, önünde çalan telefona cevap vermek için âhizeyi eline alır. Havanın durumunu görüyordur. Ama, hangi basınç alanının etkisinde olduğunu veya bağıl nem oranının ne olduğunu sorduğunuzda, saatine bakıp bir şeyler söylemekten öte ne gelir elinden bu hademenin? Siz de, kendisini görevli olarak tanıtan bir adamın sözlerinden bir anlam çıkarmak için, görüşmenizden sonra günlerce zihin yorabilirsiniz. Acaba ne gibi bir meteorolojik durum var orada, diye.
Kısacası, merak ettiğiniz hava şartlarını öğrenmek için, ya Antarktika’ya bizzat gidip kendi başınıza gözlem yapacaksınız, ya da güvenilir bir meteoroloji istasyonuna yine bizzat gidip oradaki iletişim âletlerinden faydalanarak durumu öğreneceksiniz. Bizzat gidip gözlem yapmak için, önceden meteoroloji eğitiminden geçmiş olmanız gerekecektir. Eğer bu ön eğitimden yoksun iseniz, oraya gitseniz bile, ancak oradaki hademenin imkânlarına sâhip olabilirsiniz. Bu durumda en akıllıca iş, güvenilir bir istasyona gidip bilgi almaktır. Ama, oturduğunuz yerden herhangi bir yere gitme imkânınız da yoksa, o zaman elinizde detaylı bir telefon rehberi ve doğru çalışan bir telefonunuzun olması gerekecektir. Tabii, telefon rehberinden hangi numarayı nasıl bulup, telefonu nasıl çalıştıracağınızı bilmeniz kaydıyla. Yoksa, Antarktika’da hava şartlarını, Afrika’daki bir muhallebici çırağından dinlemekten kimse kurtaramaz sizi!
İkinci olarak temâs etmek istediğim husus da şu: Spiritüalist ekolde, bu yöntemi kullananların kendilerine göre iki savunmaları vardır: İyi niyetli ve dürüst araştırıcıların dâimâ üstün varlıklar tarafından korunduğu, söylenir. Kezâ, bu tür araştırıcılara, “rehber varlık” dedikleri ve güvendikleri bir antitenin yol gösterdiğine inanırlar. Korunma, yardım edilme ve gözetim altında tutulma hipotezi, spiritüalist öğretiye göre her insanın bütün yaşamı boyunca geçerlidir. Ama, bir insanın ne gibi durumlardan korunduğu hakkındaki açıklamalara gelince; bu koruma işleminin sırası geldiğinde o insanın değer yargılarına göre en berbat bir duruma düşmesine bile imkân vereceği biçimindeki ifâdelerle karşılaşılıyor.
Diğer bir deyişle, anlaşılan şu ki, bir koruma mekanizması vardır ama, bu bizim anladığımız türden bir koruma biçimini gerektirmez. Pratik olarak, ben kelebek avlamak için yola çıktığımda, eğer bu koruma mekanizmasına bel bağlarsam, önümdeki çukuru görmeyip içine düşerek bacağımı kırabilirim. Çünkü, spiritüalist öğreti diyor ki: “Eğer senin tekâmül ihtiyaçlarına en uygun ortam, kırık bacakla çukurda kıvranmaksa, düşmen mukadderdir.” Varsın öyle olsun. Ben kendi tekâmül ihtiyaçlarımı da bilemeyeceğime göre, bu tür bir koruma mekanizmasına hiç güvenemem. Öyleyse, kelebek avına çıksam bile, bir yandan da yerdeki çukurlara dikkat etmek için gözümü dört açmak zorundayım. Üstün varlıklar yine kendi bildikleri gibi beni koruyadursunlar.
“Kaderimde kırık bacakla çukurda debelenmek varsa, ben ne yapabilirim!” diyerek önüne bakmadan yürüyenlerin, günün birinde çukura düşmeleri elbette mümkündür. Bu bakımdan, birileri bizi korusun veya korumasın, bu konu bizim davranışlarımızı ve düşünce biçimimizi katiyen etkilememelidir.
Keza, “iyi niyetli ve dürüst” sıfatları da insanlara has bir değerlendirme biçimidir. Eğer, bu koruyucu varlıkların kendi anlayışlarına göre bir koruma biçimleri varsa, iyi niyet veya dürüstlük konusunda da yine kendilerine göre bir yargıya sahip olabilirler. Belki bize göre kötü niyetli ve dalavereci olan insanlar bile sırası geldiğinde, yine bize göre kötü bir âkıbet sayılan çukura düşüp acı çekmekten korunuyor olabilirler.
Yâni, eğer bir sistem hakkında açık bir târif yapılacaksa, referans olarak neyin kriter gösterildiğini iyi bilmek gerekir. Yoksa, “bize göre iyi niyetlileri koruyan varlıklar vardır, ama onların koruma biçimi bizim anladığımız türden değildir” gibi lâflar ile hiçbir noktaya ulaşılamaz. Bilmediğimiz şeyleri açıkça itirâf etmekten korkmayalım ve ayağımızı yere sağlam basmaya dikkat edelim. Özellikle bu gibi alengirli konularla uğraşmaya hevesli isek; “beni kimsenin koruduğu filân yok, aksine herhangi bir varlık çıkıp âniden ayağımı kaydırabilir” diyerek, pür dikkat kesilmemiz gerekecektir. Bunun adına paranoya diyenlerin hâlini incelerseniz, tedbirin ne kadar önemli olduğunu kendiniz de öğrenirsiniz.
Korunma hakkındaki inançları, yardım görme konusunu ele alarak incelemek daha kesin sonuçlara varmamızı sağlayacaktır. Spiritüel öğretiye göre, birtakım varlıklar – ki bunlar üst seviyeden olarak kabul edilir – insanların ruhen tekâmül edebilmeleri için dâimâ yardım ederler. Bu hipotezi daha da ileriye götürerek, ilâhî nitelikte bir yardım mekanizmasının varolduğu söylenir. Yâni, insanlara yardım edildiği fikri, bu sistemin temel taşlarından biridir ve dolayısıyla koruma fikrini de kapsar.
Kimin ne gibi bir sebeple ve hangi şartlar altında yardım gördüğü meselesi ile yardım edenlerin nitelikleri hakkında, spiritüalistlerin hemfikir oldukları bazı ilginç hususlar vardır. İlk olarak, “liyâkat” kavramı ile konuyu yardım gören açısından inceleyelim:
Liyâkat, lâyık olma hâlini belirler. Bir bakıma, yeterlilik gösteren lâyık olur, liyâkat kazanır. Yeterlilik kriteri ise, kişinin bütün kapasitesi ile gayret ederek bir şeye ulaşmak için sarfettiği çabadır. Fakat, bu çaba sonunda lâyık olduğunuz durum ile, gayret ederek ulaşmaya çalıştığınız hedef her zaman “aynı şey” değildir. Zirâ, siz kendi değer yargılarınıza göre seçtiğiniz bir hedefe doğru gitmeye çalışırken, diğer yandan bu süre içinde ruhen tekâmül edersiniz. Her yeni tekâmül aşaması, önünüzde daha değişik bir tekâmül ortamının açılmasına sebep olduğundan, daima yeni şartlarla karşılaşacaksınız demektir.
Bu yeni şartların meydana çıkması, bir önceki şartların kifâyeti ile mümkündür. Yâni, sizin kapasitenize göre bu şartlar altında tekâmül açısından daha fazla faydalanabilme imkânınız kalmamışsa, bütün çabanızı sarfetmişseniz, yeterlilik kriterine uygun olarak yeni bir dizi şartlara lâyıksınız demektir. Böylece liyâkat kazanırsınız.
Az önce de belirttiğim gibi, kendi değer yargılarınıza göre seçtiğiniz hedefe ulaşıp ulaşmamanızın, yeterlilik kriteriyle doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bu hedefe ulaşmak uğruna sarfettığıniz çabayı da ölçü olarak alamazsınız. Zirâ, sizin kendi yargılarınıza göre sarfettiğiniz çaba ile, içinde olduğunuz ortamın şartlarını idrâk edebilme ve bu ortamda şuurlu davranışta bulunabilme açısından sarfettiğiniz çaba arasında muhakkak ki bir fark vardır ve asıl yeterlilik hâli ikinciye göre belirlenir.
“Belirlerler” demiyorum. Çünkü, kimin neyi belirlediği konusunu henüz incelemiyoruz. Bu noktada, pratik olarak şu sonucu çıkarmamız tabiidir: Bir insanın ruhen tekâmül edebilmesi için hangi şartların gerektiği, kifâyet arzeden şartların o insanın göstermiş olduğu gayrete ve tekâmül seyrine göre hangi yeni şartları hâsıl edeceği, veya o insanın bu durumda neye lâyık olduğu meselesi, bizim bu bilgimizle açıklanamaz. Eğer açıklayabilseydik, tekâmül denilen sisteme uygun olarak, ne zaman ne yapmamız gerektiğini de biliyor olurduk ki, pratikte böyle bir şey mümkün değildir.
Fakat, spiritüel öğretiye göre, adına tekâmül denilen bir prensip var. O zaman, kimin neye lâyık olduğu sorusu bizim açımızdan cevapsız kalmaya mahkûmdur. Yâni, iyiliğin karşılığı iyiliktir veya kötülük yapan cezasını bulur gibi peşin hükümlerden vazgeçmeliyiz. Yardım konusuna gelince: Bizim değer yargılarımıza göre bir insan ister iyi isterse kötü bir davranış içinde olsun, az önce belirtilen şartlar gereğince, karşılığında mutlaka bir şeye liyâkat kazanacaktır. Lâyık olduğu durumun, ödüllendirilme veya cezalandırılma gibi medrese zihniyetiyle değerlendirilmesi yanlıştır.
Bir insanın niyeti için de aynı prensip geçerlidir. İyi niyetle bir teşebbüste bulunanın yardım göreceği, veya kötü niyetli bir kişinin herhangi bir yardıma mazhâr olamayacağı gibi tahminler, insan psikolojisinin yarattığı fantazilerdir. Çünkü, defans mekanizmasının etkisiyle, insan kendini güven içinde hissedebilmek için böyle varsayımlar yaratabilir. Ama, gerçekte varolan şartları bu sâyede istenildiği gibi değiştirebilmek mümkün değildir.
Yardımın, insanın tekâmülü doğrultusunda ve ancak bu kritere göre bir târife sahip olduğu düşünülürse, bu terimin de insanlara has bir yorum biçiminden kaynaklandığı anlaşılır. Yâni, ben lâyık olduğum şeyle karşılaşacaksam – ki bu sisteme göre öyle olması gerekiyor – bu şeyin veya bu durumun ortaya çıkması kaçınılmazdır. Diğer bir deyişle, başka bir varlığın bana yardım edilmesi gerektiğine karar verip, bu yardımın nasıl olacağını tâyin etmesi keyfiyetine mantîken gerek yoktur. Ama, biz bu işlerin kendi aramızda olduğu gibi yapıldığını zannedersek, o zaman tesirlerin ve kanunların kişileştirilmesi gibi mitolojik tasvirlere de gerek duyarız.
“Zeus, baş tanrı olarak, o hikmet dolu bilgeliğiyle zavallı kuluna yardım edilmesinin icâp ettiğine hükmeder. Maiyetindeki küçük tanrılardan birine emir verir ve o tanrı da zavallı kulun önünde asasını yere vurarak, yeni bir olay meydana getirir. Kul da Zeus’a takdîmeler arzederek şükreder.”
Bu mitolojik tasvir, gerçeğin ancak bu biçimde anlatılabileceği insanlara hizmet etmesi bakımından, hiç de komik değildir. Din kitaplarındaki benzeri tasvirlerin de – bu açıdan ele alınırsa – en uygun bir biçimde yapılmış olduğu anlaşılacaktır. Fakat, yegâne anlatış biçiminin bu olduğunda ısrâr etmek hatâlıdır. Üstelik, mitolojik veya analojik bir tasvir ile sunulan gerçekleri anlamaya çalışmadan, tasvirde kullanılan benzetmeleri gerçeğin ta kendisi gibi kabullenmek ise tâmiri çok zor kavram karışıklıklarına yol açacaktır. Nitekim, putperestlik böyle doğmuştur. İnsanları, kendilerinden başka hiçkimsenin aldatması söz konusu değildir.
Burada küçük bir not düşeceğim: “İdrâk edilen ortamda, idrâk edenden başka bir şey mevcûd değildir” diye öğretirlerdi eskiden. Sonra bu formül, anlayışı kıt olanların zihninde “tasavvuf” gibi tehlikeli bir sembolik sistemin istismârına yol açmıştır. Bu bakımdan, eğer bütün bunlara, “adına tesirler denilen bir sistemin belirli kanunlara göre nasıl çalıştığını anlayabilme çabasından doğmuş mecbûrî tasvirler” dersek, belki o zaman daha makûl olur. Evet, “bize yardım eden varlıklar var” denildiğinde, bu varlıklar hiçbir suretle bize benzemez ve bizim anlaşımıza göre yakıştırdığımız sıfatlarla tanımlanamaz. Biz bunlara “ruhsal idâre mekanizması, üstün şuur sahibi varlıklar, ilâhlar”, v.s. gibi kendimize göre isimler verebiliriz. Ama, bunların nasıl davrandıkları hakkında öne süreceğimiz faraziyeler boşunadır. Eğer, illâ ki bir açıklama gerekiyor diye ısrâr edilirse, kendiniz araştıracaksınız ve bulduğunuzla yetinmeyeceksiniz. Bir insanın lâyık olduğu şartlar, tasarruf gücü ve idrâk kapasitesi ne ise ancak o kadar anlayabilir.
Ben size, “yardım, koruma, v.s. gibi insanların kendi aralarındaki ilişkilerden edindikleri kavramlar ile bu sistemin açıklanmaya çalışılması, elma kurdunun güneş sistemini tarif etmesine benzer” diyorum. Ama, “güneş sistemi yoktur” demiyorum. Fakat, ne zaman ki elmaya benzetmeksizin güneş sistemini bizzat görerek araştıracaksınız, o zaman da başka birisi size o sistemin aslında dönen kürelerden ibâret olmayıp, bir gravitasyon alanındaki değişimler sebebiyle böyle göründüğünü söyleyecektir. Ancak, bizzat gördüğünüz an, güneş sistemindeki planetlerin aslında birer elma olduğunu söyleyen çıkmayacaktır. Fakat, elma kurdu olarak kaldığınız sürece, merâk ettiğiniz güneş sisteminin aslında kestâne fişekleri olduğunu iddia eden varlıklarla bile karşılaşabilirsiniz. Yardım veya korunma da buna benzer.
“Yol gösterici rehber varlık” hipotezine gelince: Evet, her varlık size bir yol gösterebilir veya rehberlik yapabilir. Yeter ki siz isteyin. Bazıları da bu sâhaya girdiğiniz an, dostluk kurmaya ve yol göstermeye can atan türden olurlar. Spiritüalist yöntemle çalışanlar ise, yol gösterici rehber varlığın belirli niteliklere sahip olması gerektiğini, aksi takdirde bu varlığın rehberliğine güvenilemeyeceğini söylerler. Fakat, korunma mekanizmasıyla ilgili belirttiğim hususların burada da geçerli olduğunu hatırlamanız kaydıyla, bir varlığın niteliklerini hangi yöntemlerle tesbit edeceğinizi ve bunları hangi kriterlere göre değerlendireceğinizi yeniden gözden geçirmeniz gerekebilir.
Öncelikle, medyumun bu varlıktan aldığı tesirleri kendine göre nasıl yorumladığına bağlıdır sizin kanaatiniz. Spiritüalist literatürde “obsesyon” terimiyle anlatılan özel bir tesir ilişkisi vardır. Bu tür bir ilişkide, genellikle medyum o varlıktan “iyi ve olumlu” tesirler aldığını söyler. Bilhassa obsedör varlık daha geniş çapta bir operasyon peşinde ise, operatör de “iyi ve olumlu” tesirler almaya başlayabilir.
Burada yeri gelmişken şunu da belirteyim: Spiritüalist olsun veya olmasın, medyumik yöntem ile irtibata geçen kişi, çoğu kez rehber varlık denilen yol gösterici ile kendisi arasında obsessif bir tesir ağının kurulmasına imkân vermektedir ve bu tür irtibatlar yapısal açıdan obsesyon niteliği taşır. Zirâ, buradaki yapısal ilişkiyi size teknik olarak târif etmem mümkün olamıyor ama, obsessif irtibatlar dediğiniz türleri etraflıca incelerseniz, rehber varlık ile medyum arasındaki irtibâtı yapısal açıdan niçin aynı kategoriye soktuğumu anlarsınız.
Daha önceki Antarktika örneğine benzetirsek, kendiniz gidip herhangi bir enformasyon kaynağıyla irtibat kurduğunuzda da o bölgede yol gösterenler çıkar. Ama, o bölgeye girmeyi becerene kadar edindiğiniz tecrübe sayesinde, yapısal ilişkiyi belirli bir dozda tutarak, kısacası kendinizi koruyarak tesir akışlarını kontrol etmeyi de öğrenmiş olursunuz. Fakat, bu tür bir “kendi başına o bölgeye gidebilme” tekniğini bilmediğiniz için detaylara girmeme gerek yoktur.
Bazı medyumlar, rehber varlık eşliğinde o bölgede dolaştıklarını ve hattâ bazı izlenimlerini size aktardıklarını söyleyebilirler. Bu îtiraflarında samîmi de olabilirler. Ancak, bu izlenimler ve gezinme hissi aslında rehber olduğu söylenen varlığın o bölgeye ait vizyonları kendi biçimlendirişiyle medyuma yansıtmasıyla meydana gelir. Bu mental veya astral seviyedeki projeksiyonlar bazen o kadar kuvvetli bir tesir ağı yaratır ki, medyum beş duyusu ile târif edebileceği tesirler alabilir. Eğer bu safhada medyum operatif bir faaliyet içine giriyorsa, yani gördüğü veya dokunduğu astral objeleri kendi tasarrufu altına alabiliyorsa, rehber varlık dediği antiteyi de farkedebilecek bir serbestiyet kazanmış demektir.
İşte ancak bu safhada, rehber varlığın niteliklerini tâyin edebilme imkânı doğar. Kezâ, obsessif bağ da çözülmeye başlayarak, medyum müstakilen ve bizâtihî astral planda kendi başına faaliyet gösterebilme imkânına kavuşur. Detaylara girmeyeceğim dedim, ama bu açıklamayı yapmam gerekiyordu. Çünkü, medyum ile rehber varlık arasındaki ilişki bize göre tehlikeli sayılacak boyutlara geldiğinde de medyumun izlenimleri açısından aynen bu anlattığıma benzeyen bir durum ortaya çıkmaktadır.
Eğer, artık günümüzde varolmayan bir ekolden vaktiyle yetişmiş usta bir eğitici (adeptus) tarafından bu medyum inisiyasyon disiplinine alıştırılmıyorsa, eğer böyle bir keyfiyet yok ise, medyumun ilişkisi tehlikeli bir boyuta gelmiş demektir. Burada “okültist” veya “mekabbel” deyimlerini kullanmıyorum, zira kendisini “adept” ilân edip “okültizm” veya “kabbala” adına olmadık maskaralıklar yapan bir sürü şarlatan var ortada. Buna mukâbil, bütün dünyada halen çok az sayıda adept vardır ve onlar bile hatâ yapabilirler. Zâten, şu dönemde eski sistemle inisiyasyon disiplini altına girmenize de sûret-i katiyyede imkân yoktur.
Demek ki, eğer medyum bu tür izlenimler edindiğini söylüyorsa, yâni astral planda operatif bir faaliyette bulunduğundan söz ediyorsa, ya palavra atıyordur ya da dediğim gibi rehber varlıkla arasındaki ilişki tehlikeli boyutlara ulaşmış durumdadır. Rehber varlık dediği antiteyi önce rüyâlarında sonra uyanık iken vizyon halinde ve daha sonra da astral planda faaliyet halinde görebilir. Kendisi de astral planda bazı objeleri etkilediğini hisseder. Hattâ o rehber varlığın öğrettiği biçimde operasyonlarda da bulunabilir. Bütün bu izlenimler kesinlikle o antiteye ait projeksiyonlardır ve aslında medyum kendi yapısı içindeki o projeksiyon alanlarını beslemektedir. Bu aşamada, rehber varlık ilişkisi bir tür vampirizm hâlini alır.
Nitekim, bedensiz bir varlık yardımıyla çeşitli büyüler yaparak insanları etkileyen “büyücü”lerin durumu da böyledir. Kendi başına astral planda faaliyet gösterebilme gücünü kazanmış kişiler, aynı zamanda evrensel prensiplerin de farkına varmış durumdadırlar. Bu yüzden, dünyevî hırslar veya çıkarlar uğruna onları bu güçlerini kullanmaya zorlayamazsınız. Para veya mal karşılığı büyü yapanlar ise bizâtihî böyle bir güce sahip değillerdir, ama az önce anlattığım türden bir ilişki sayesinde, etkilemek istedikleri insan üzerinde bir tesir alanı oluşmaktadır.
Bütün bunları korku filmlerine senaryo olsun diye yazmıyorum. Rehber varlık diye güvenilen antiteleri dolaylı olarak tanıyın, diye anlatıyorum. Fakat, hepsi de bu kadar mârifetli değildir elbette ki. “İyi niyetli” rehber varlıklar da vardır, eğer bu sıfat sizi hâlâ etkiliyorsa.
Rehber veya değil, irtibat kurulan bir varlığın – spiritüel deyimle – seviyesini nasıl tâyin edeceksiniz? Medyumun “iyi ve olumlu” tesirler aldığını söylemesinin de bir işe yaramayacağını anlattım. Derler ki, irtibat kurulan varlığın söyledikleri ve sorulara verdiği cevapların kalitesi, bizim için yegâne kriterdir. İşte şimdi temkinli bir davranış biçimini yakaladık. Evet, soru-cevap zinciri ile bir varlığın seviyesi hakkında tahminde bulunmak mümkündür. Fakat, cevapların daha önceden sizce bilinmesi kaydıyla.
“İki kere iki kaç eder?” diye sorduğunuzda, cevap olarak “dört” derse, bu varlığa artık ne sorarsanız doğru söyleyeceğini mi garanti edeceğiz! Üstelik, sorular matematik veya fizik problemi gibi olmayacağına göre, karşınızdaki varlığın en ummadığınız bir anda atıp tutmaya başladığını düşünün. Nasıl anlayacaksınız doğru enformasyon verdiğini? Anlayamazsınız, çünkü verilen cevap sorunun karşılığı olsa ve mantıken de doğru gözükse bile gerçeği tam olarak aksettirmeyebilir. Diğer yandan, sorular eğer ahlâkî veya metafizik nitelikte ise zaten birden fazla mantıkî cevabı olabilir ama bunların hiçbirisi de gerçeğe uymayabilir.
Üst seviyeden bir varlıkla irtibat kurarak doğru bilgiler aldıklarını söyleyen birçok spiritüalistin celse kayıtlarını okudum. Bunların bir kısmı sevgi, iyilik, dostluk gibi aşka gelen herkesin dilinden dökülecek türde tatlı sözlerden ibâretti. Bir kısmı da uçan daireler, bilge komutanlar, galaksilerden bahseden, ama içinde bilimsel açıdan tek bir formül veya açıklama bile bulunmayan fantastik hikâyelerdi. Diğerlerinde ise nâdiren bilgi kırıntıları vardı. Ama, bunlar da öylesine izâfî şeylerdi ki, daha önce de söylediğim gibi, metafizik konularda eğer anlatılan şeyi bizzat araştırıp inceleme imkânınız yoksa, mantıken doğru olup olmadığını düşünmekle yetinmek zorunda kalırsınız.
Astral veya mental planda, metafizik konular hakkında bülbül kesilen bir sürü varlıkla karşılaşmanız mümkündür. Ama, o bölgeye geçtiğiniz anda siz de bilirsiniz ki her şey izâfîdir. Dolayısıyla, her varlığın fikirleri kendine göre doğru olabilir. Eğer sizinle aynı telden çalan birisine rastlarsanız – ki mutlaka bulursunuz böyle birisini – karşılıklı düşünce üretmeniz eğlenceli olabilir. Ama, bu gevezeliğin kimseye bir faydası da yoktur.
Ahlâkî konular da böyledir. Her varlık, kendisine göre iyi ve güzel olanı savunur. Ama, bu dünyada iken deneyerek, araştırarak ve inceleyerek geçerliliğini kendi gözünüzle ve aklınızla ispatladığınız bir enformasyon varsa, ancak onu savunmakla yetinmelisiniz. Aksi takdirde, hangi amaç uğruna bu fikirleri doğruymuş gibi ortaya sürdüğünüzü kendi kendinize sormak zorundasınız. Kezâ, genelleme yaparak bütün olayları bu kanaldan gelen bilgilerle yorumlama alışkanlığına kapıldığınız an, bu tür bir irtibat sizin için zararlı olmaya başlar.
Spiritüalist ekolde, bu irtibat kanalıyla gelen enformasyonun kalitesi hakkında bir başka kanaat daha vardır. İrtibat kurulan kaynağın seviyesi dikkate alınmakla beraber; medyumun, operatörün ve celseye katılanların da gelen bilginin kalitesini etkileyeceği söylenir. Bu kanaat doğrudur. Çünkü irtibat kurulan varlık, aynı zamanda medyum kanalıyla orada bulunanlardan yayılan tesirleri de almaktadır. Yâni, medyum tek yönlü bir tesir akışını sağlıyor gibi gözükse de aslında birbirinden farklı biçimde çalışan iki tesir kanalına aracılık etmektedir. Bu yöntemde, medyumun görevini bir transformasyon âletinin yaptığı işe benzetebilirsiniz. Yansıtma terimini bilhassa kullanmıyorum, çünkü medyum yansıtıcı değildir.
Medyum, varlıktan aldığı tesirleri kendi yapısı içinde değişik kademelerde transforme ederek, en sonunda fizik bedeni vâsıtasıyla önünüze yazı, söz veya benzeri bir biçimde getirmektedir. Otomatik yazı türünde bile bu mekanizma çalışır. Yâni, o varlığın bizzat ne dediğini değil de o varlıktan medyumun ne anladığını öğrenmiş olursunuz. Zirâ varlık, medyumun doğrudan kulağına fısıldamaz veya doğrudan elini iterek yazı yazdıramaz. Fakat, bazı irtibat türlerinde, medyum sanki kafasının içinde başka birisinin konuştuğunu veya eline hâkim olduğunu söyleyebilir. Bu ifâde, medyumun olayı yorumlayış biçiminden dolayıdır.
“Voix directe” olarak literatüre geçen vakalarda, medyumun elleri bağlı, ağzı ve gözü bantlı iken havalanan bir borudan değişik dilden konuşmalar duyulduğu tesbit edilmiştir. Kezâ, aracı durumdaki insan bedeninde bile hançerenin aynı biçimde kullanılabildiği vakalar vardır. Ayrıca, nereden geldiği belli olmayan ama anlaşılabilir seslerin duyulduğu bir oda veya mekânla karşılaşmak da mümkündür. “Poltergeist” türü vakalarda bu görülmüştür.
Nitekim, Tevrat’ın Daniel kitabının 5. bölümünde anlatılan, duvara yazı yazan bir el belirmesi gibi kendiliğinden ortaya çıkan yazılar da vardır. Hassas mikrofonlarla ses bandına kaydedilen fâili meçhûl sesler de tesbit edilmiştir. Bütün bu vakalarda, az önce anlattığım mekanizmadan farklı bir durum olduğu kanaatindeyim. Doğrusunu söylemek gerekirse, kesin bir sonuca varabilecek kadar çok sayıda vakayı inceleme imkânım olmadı.
Aynı türden çok sayıda vakayı bizzat incelemedikçe, o konu hakkında yorum yapmaktan kaçınırım. Doğrudan ses (voix directe) veya doğrudan yazı (écriture directe) biçimindeki bir çalışmanın spiritüalist ekolde de nâdiren ortaya çıktığı düşünülürse, bu ekolün öğretisine enformasyon kaynağı olarak kullanılma ihtimâli de yok sayılabilir. Zirâ, literatürde okuduğum vakalar demonstratif bir nitelik taşımaktadır. Üstelik, anlatılanlara bakılırsa, bir kısmı da gerçek anlamda doğrudan yazı veya ses örneği sayılamaz.
Diğer yandan, madde denilen şeyin, sadece fizik ortamdaki belirişi ile sınırlı bir târife sahip olamayacağı kesindir. Bedensiz olduğu söylenen varlıkların da aslında değişik kademelerde kullandıkları kendi bedenleri vardır ve bu kademeler de genel anlamda maddî niteliktedir. Fizik beden olmaksızın bir varlığın fizik ortamdaki malzemeyi kullanması, bazı durumlarda mümkündür. Diğer maddî planlardan fizik plana yöneltilen bir tesirin, bu dünyadaki maddî formları etkilemesi imkânsız değildir. Ancak, bu faaliyeti gerçekleştirmek için bir güce sahip olmak gerekir ki, doğrudan ses veya yazı vakalarında muhâtap olunan varlığın bizzat böyle bir güce sahip olduğunu düşünmek yerine, başka bedensizlerin kendi güçleri ile ona böyle bir imkân sağladıkları ihtimâli üzerinde durmak daha doğru olacaktır.
Yazımın ilk bölümünde de belirttiğim gibi, özellikle “reenkarnasyon” ve “poltergeist” türünden vakaların dışında kalarak, spritüalistlerin kurduğu ekolde savunulan görüşlerin kaynağı üzerinde durmak istiyorum. Zirâ, doğrudan ses veya yazı türüne örnek gösterilen irtibat çeşitlerinde, ortaya koyulan herhangi bir enformasyon yoktur. Sadece, bu vakaların araştırılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü, başka bir disiplin altında yapılan çalışmalarda da aynı özelliğe sahip gibi görünen olaylar vardır. Fakat, bu durumda ortaya – doğru veya yanlış – bir enformasyon çıkmaktadır. Halbuki, spiritüalist yöntem olarak doğrudan ses veya yazı deneylerinde böyle bir imkân sağlanamamış olduğu anlaşılıyor. Dediğim gibi, bunları karşılaştırabilmek için spiritüalistlerin bu deneylerinde neler yaptıklarına dair elimde yeterince malzeme yok.
Fakat, otomatik yazı yöntemi ile çalışan medyumların, bu ekolde savunulan görüşlere kaynak teşkil edici enformasyon aldıklarına dâir çok sayıda örnek vardır. Hattâ, bazı vakalarda medyumun hiç bilmediği bir dilde, kendisine uymayan bir üslûpla, tamamen yabancısı olduğu bir yazı çeşidi ile, hiç anlamadığı terimlerle dolu yazıları inanılmaz bir hızla kağıda döktüğü de görülmüştür. Çoğu kez medyumun eli kasılır, gözleri kapalıdır, dolan sayfaları değiştirmek için operatörün yardımcı olması gerekir, v.s… Bütün bu görüntüler, gerçek bir ruhsal irtibat örneğiyle karşılaşmak isteyenler için ideal ölçülerdedir.
Kezâ, az sayıda da olsa, bazı vakalarda bugün artık kullanılmayan ölü bir dilde ve o dilin kendisine has yazı karakterinde örnekler veren belgeler bile bu yöntemle elde edilebilmiştir. Hernekadar bu gibi vakaların çoğunda deneyi yapanların spiritüalist ekolün dışında olduğu görülmüşse de, yöntem özelliği îtibârıyla bu çalışmalar da aynı sınıfa dâhildir. Dolayısıyla, spiritüalist ekolde görülen gerçek bir otomatik yazı medyumluğu ile bu ekolün dışındaki örneklerin farklı mekanizmalara sahip olduğu iddia edilemez.
Ancak, uygulama açısından otomatik yazı medyumu olduğu söylenen şahıslar kanalıyla alınan spiritüel bilgilere bakmadan önce, bu şahısların celse sırasında çok dikkatle tâkip edilmesi gerekmektedir. Ne yazık ki, dikkat çekmekten hoşlandığını zannettiğim bazı kişiler, otomatik yazı medyumu taklidi yaparak ortaya ilginç fakat başka bir bilim dalında incelenmesi gereken örnekler sunmaktadırlar. Bu gibi spiritüel irtibat celselerinde karalanan kağıtlar konumuzun dışındadır. Mamâfih, spiritüalist ekolde gerçekten otomatik yazı medyumu olan kişilerle yapılmış irtibat celseleri de yeterli sayıda vardır. Burada bu örnekler dikkate alınacaktır.
Otomatik yazı medyumluğu, diğerlerine oranla daha fazla îtibâr görmektedir. Çünkü, meselâ intüitif medyumların zaman zaman akıllarına geleni de söyleyebildikleri halde bunun farkına varılmasının zor olduğu, halbuki otomatik yazı yönteminde durumun hemen farkedildiği kabul edilir. Keza, “oui-ja” planşeti veya benzeri bir harf dizisi yönteminin (fincan gibi) bile, bu açıdan intüitif medyum kullanmaya tercih edildiği görülmüştür. Dışarıdan bakıldığında, bu gibi kanaatlerin yerinde olduğuna hükmetmek kaabildir. Fakat, işin mekanizmasında değişmeyen bazı unsurlar vardır ki, onların önüne geçemezsiniz.
İrtibat kurulan varlıktan gelen bir tesirin, medyumun fizik bededine intikâl edebilmesi için önce o tesire medyumun adapte olması gerekecektir. Medyum da bir varlık olduğuna göre, onun da kendi bütünlüğünü korumasını sağlayan bir tesir ağı vardır. İşte, bu tesir ağının içinden herhangi bir dış tesirin akarak fizik bedene kadar gelebilmesi, ancak bu tesirin medyumun kendi tesir ağında iletilebilir hale dönüşmesiyle mümkündür. Bu sırada, medyumun kendi iç potansiyeli, iletilen tesiri belirli bir ölçüde kalite değişikliğine uğratır. Ben bu teknik meseleyi basitçe anlatabilmek için, “varlıktan ne anlıyorsa size onu söyler” diyerek kısalttım.
Yoksa, medyumun irtibat halinde iken zihnine süratle intikâl eden fikir üniteleri üzerinde ayrıca düşünerek yorum yapması değildir burada kastedilen. Zirâ, irtibatların çoğunda medyumun zihni âdetâ otomatikleşir ve ne gelirse onu aktarır. Netice îtibârıyla, medyum bir insan olduğu için, bu sürekli akışı ayrıca bir de mantık süzgecinden geçirecek kapasiteye sâhip değildir. Sözü edilen değişiklik, yâni transformasyondan dolayı hâsıl olan kalitatif deviasyon, medyumun ruhsal yapısı içindedir ve onun selektif inisiyatifine bağlı olmaksızın meydana gelir.
Böylece, karşınızda süratle ve otomatik bir biçimde yazı yazan medyumun, o anki görünen hâli ile ne yazacağına karar vermesi veya yazdığı şeylere kendi düşüncesinden bir şeyler katması değildir mesele. Zâten bunu yapmaya kalkıştığı an irtibâtın karakteri değişir, zayıflar veya kesilir.
Diğer yandan, intüitif medyumların zaman zaman durduğu veya kesik konuştuğu durumlar vardır. Eğer sadece trans haline girmiş gibi görünürken kendince yarattığı bir ifâde biçimini kullanan bir kişiyle karşılaşmışsanız, irtibâtın kiminle kurulduğu hususunda elinizde herhangi bir kıstas bulunmayacaktır. İşte bu yüzden, intüitif medyumlara pek îtibâr edilmez.
Operatörün söyledikleri de, medyumun fizik organlarından yapısal bütünlüğünü sağlayan tesir ağına, buradan da irtibat kurulan varlığın kendi yapısı içindeki kademelere iletilişine kadar birçok transformasyona uğrayacaktır. Buna bir de medyumun hassâsiyetinden dolayı, çevresinde konuşulmadan üretilen düşüncelerin etkisini eklemelisiniz. Kısacası, bu irtibat ne varlığın ne de medyumun tam bir kontrol sağlayamadığı karmaşık bir iletişim devresi içinde cereyân etmektedir. Konuyu büsbütün çetrefil bir hale getirmemek için, buradaki irtibatı etkileyen unsurlar olarak sadece varlık ve medyum ikilisini ele aldım. Aslında, bu irtibâtı etkileyen ve değişik seviyedeki şuurlu varlıklardan kaynaklanan tesirler de vardır. Genellikle bu tür tesirleri ne medyum ne de irtibattaki varlık farkeder.
Yazı mecburen uzamaktadır. Fakat, “sor bakalım, rahmetli babaannem orada rahat mıymış” gibi basit bir sorunun bile aynı sistemleri harekete geçirdiği düşünülürse, bu mekanizmanın biraz olsun tanınması ile, alınan cevâbın kalitesini düşünen meraklıların bundan sonra her duyduklarına kolayca inanmamaları gerektiği ortaya çıkacaktır.
Bu mekanizmayı mümkün olduğunca derinlemesine araştırmalısınız. Güneşin ışığı bizi nasıl ısıtıyor sorusunun ardında, termodinamik kanunlarından fizyolojik prensiplere kadar uzanan bir eğitim programı ve araştırma mecbûriyeti olduğu gibi, bu en basit irtibat biçiminde bile henüz insanlara yeni açılmakta olan bir bilim alanını ve bir dizi kanunlarla prensipleri tanıma mecburiyeti doğmaktadır.
Bu araştırma ise yeni yöntemlerin bulunmasıyla olur. Ders kitaplarında okuduğunuz termodinamik veya fizyoloji nasıl gökten zembille insanların önüne inmemişse, bu yeni bilim dalına ait bilgiler de medyuma sorup yüce varlıkların anlatmasını beklemekle öğrenilmeyecektir. Kara cahil bir adama, “güneş babamız bizim ısınmamızı sağlıyor” derseniz, belki inanır. Üstelik “güneş baba” ile ilgili fantastik bir kâinat modelini anlatırsanız, mutlaka inanır. Fakat, bunun adına da mitoloji derler.
Spiritüalist ekolde ilerlemek isteyenler, yüce varlıkların anlattığı her bir şeyin doğruluğunu araştırmak zorundadırlar. Medyumlardan dinledikleriniz üzerinde düşünerek varacağınız hükümlerle, ancak spiritüel bir mitoloji yaratabilirsiniz. Çünkü, bırakın yeni bir bilim dalına ait araştırma yapmayı, daha irtibat kurulan varlığa sistemli bir biçimde soru yöneltmesini bile becerenler azınlıktadır.
Böyle açık konuştuğum için, bu ekolün mensupları alınmamalıdırlar. Sayfalar, ciltler dolusu celse kayıtlarını okuduktan ve bu celselerin çoğunda bulunduktan sonra bu kanaate vardım. Kişisel olarak kimseyi suçlamak niyetinde de değilim. Fakat, belirli bir disiplin olmaksızın bu tür irtibatlara heves etmenin tehlikeli sonuçlar doğurduğunu da gördüğüm için, dikkatli olmanız gerektiğini söylüyorum. Yoksa, herkes canının istediğini yapmakta serbesttir.
Hangi konuda bilgi almak istiyorsanız, önce o konuyla ilgili ön eğitimden geçmiş olmanız şarttır. Çok nâdir de olsa, bazı celse kayıtlarında, irtibat kurulan varlığın gerçekten bilgili ve birşeyler öğretmek niyetinde olduğuna dair pasajlar buldum. Fakat, celsede soru soranlar o kadar dağınık ve çocukça sorular yöneltmişler ki, sonunda iş dönmüş dolaşmış ahlâkî öğütlere gelmiş. Bereket versin ki o varlık gerçekten “iyi niyetli” imiş ve dinleyenleri uyarmış. Her zaman böyle olmuyor ama.
Spiritüalist ekolün gayesi ahlâkî öğütler toplamak ise, bilimsel gibi gözüken açıklamalarla fantastik bir kâinat modeli sunmaya ve bu model içinde âfâkî yorumlar yaparak birtakım şeyleri gerçekten öyleymiş gibi göstermeye gerek yoktur. Madde, ruh, tesirler, tekâmül, vs. gibi aslında tamamıyla yeni bir bilimin araştırma sâhasına girecek konuları böylesine dogmatik ve bilimsellikten uzak bir anlatış biçimiyle ortaya sürmekle, bilim adamlarının büsbütün bu konulara sırt çevirmesini sağlamaktan öte bir şey kazanılmayacaktır.
Eğer bugünkü akademik bilimlerin araştırdığı konulara daha şumüllü ve doyurucu bir açıklama getirmek isteniyorsa, o zaman önce bu bilimlerin eğitiminden geçmiş olmak gerekir. Mesela, insan psikolojisiyle ilgili yeni bir enformasyon elde edilmiş ise, önce bütün yönleriyle medikal psikolojiyi tanımış olmak şarttır. Ancak bundan sonra, yeni enformasyon denilen şeyin bilimsel bir hüviyet kazanması mümkün olur. Çünkü, eğer siz bu yeni buluşu bir bilim adamının anlayabileceği biçimde târif edemiyorsanız, kime ne faydası olabilir?
Diğer yandan, eğer bu akademik bilgi olmazsa, irtibat kurulan varlığa yöneltilen soruların cevaplarını kontrol edecek kriterler de bulunmayacaktır.
Kâinatla ilgili konular da böyledir. Fizik, astronomi gibi bilimlere ait temel bilgiler olmadan, ister “yüce” olsun isterse “rehber”, herhangi bir varlığın anlattığı şeyleri hangi ölçülerle mukâyese edebilirsiniz, veya bu anlatılanlar hakkında neye dayanarak bir hüküm verebilirsiniz?
Bazen şöyle bir îtirâzla karşılaştığım oluyor: Bugünkü akademik araştırıcılar materyalist ve bu yüzden gerçek bilgiyi onlara anlatabilmek imkânsız. Bu kanaat tamamıyla yanlıştır. Geri kalmış ülkelerdeki bilim adamı etiketi taşıyan bazıları dışında, diğer ülkelerde parapsikoloji veya ruhsal araştırma adı altında, bütün bu konuları didik didik araştıranlar vardır. Bu alanda çalışanlar, her türlü yeni görüşe açıktırlar. Yeter ki, onların eğitim sisteminde alışmış oldukları bilimsel disipline uygun bir biçimde bu yeni enformasyon anlatılsın. Fakat, gördüğüm kadarıyla, spiritüalist ekolde yetişenler arasında, akademik bir eğitimden geçmiş olanlar veya bilimsel bir uzmanlık alanında çalışanlar yok denecek kadar azdır. Gâlibâ, asıl problem de bu eksiklikten kaynaklanmaktadır.
Diğer yandan, bugünkü bilimlerin ışığına hiç gerek duyulmadan, sadece bu varlıkların anlattıkları ile yepyeni bir öğretim ve eğitim sistemi kurulabilecek ise, en azından bunu ortaya koymak gerekir. Yani, sonunda yine aynı noktaya gelinmiş oluyor. Belirli bir sisteme ve disipline dayalı, yöntemleri olan yeni bir yol göstermek gerekecektir ki, bugünkü bilimsel anlayış açısından bu hiç de yabancı gelmeyecektir bir bilim adamına. Ama, sadece celse kayıtlarına dayalı birtakım muğlak ifadelerle dolu anlatımlardan öteye ortaya herhangi bir şey çıkmayacaksa, bu aklı başında olan herkese tuhaf bir yol olarak gözükür.
Bugün hemen hemen bütün dünyada, spiritüalizm denince akla gelen ilk şey, öldükten sonra yaşadığı iddia edilenlerle irtibat kurduğunu söyleyenlerin inandığı yeni bir din, veya iyilikten, güzellikten, barıştan bahseden zararsız insanların uğraştığı boş bir inanç olmaktadır. Spiritüalizme bu damganın vurulmasında rolü olanların büyük bir kısmı da yine bu ekolün yeni mensuplarıdır. Zirâ, geçen yüzyılın sonunda başlayan spiritizm akımının öncüleri gerçekten bilimle uğraşan kişiler oldukları için, bu akımı süratle bilimsel platforma çekmeyi başarmışlar ve sonunda parapsikoloji adı verilen yeni bir araştırma alanı yaratmışlardır. Spiritüalist olarak kendilerini bu gelişmenin dışında tutmak isteyenler de, sonunda bu damgayı kabullenmek zorunda kaldılar.
Diğer yandan, Türkiye’de de spiritizmi bilimsel bir biçimde incelemeye yönelik faaliyetlerin Dr. Ruhselman zamanında başlatıldığını görüyoruz. Fakat, bu bireysel çalışma bir noktada tıkanıp kalmış ve ardından gelenler ise elle tutulur hiçbir sonuç sağlayamamışlardır. Buna rağmen, ortada dâimâ süregelen büyük iddialar vardır. Ruhselman’ın başlattığı Neo-Spiritüalizma ekolü dertop edilip rafa kaldırılmış, bu alanda yeni araştırmalar yapılması beklenirken ortaya her biri diğerinden daha büyük olduğunu iddia eden üstâdlar ve bunların anlattığı akıl almaz fantaziler çıkmıştır.
Son kırk sene içindeki bu gelişme – eğer buna gelişme denecekse – bilimsel açıdan hiçbir değer taşımamaktadır. Neo-Spiritüalizma ekolü, öncüsüyle birlikte ölmüş durumdadır. Aynı araştırma zihniyetine sahip yeni elemanlar yetişmediği sürece, bu konunun Türkiye açısından kapanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Haluk Akçam, Ruhsal Evrim Dergisi, sayı 22-24 – 1988 Mayıs-Ekim