Tibetli bir arkadaşım var. Hayatının yarısını Kanada Toronto’da, yarısını de Darjeeling’te (Hiindistan’nın Himalaya dağlarında) geçirir. Son derece iyi eğitim görmüş, ama en önemlisi çok derin kültür ve bilgi birikimine sahip olan biri. Yaşı 75 civarında. Hayat tecrübesi de oldukça zengin. Ailesinin kökeni de Tibet krallık ailesinden geliyor… İşte bu arkadaşımın bir sorusu var. Herkese o soruyu sorar ve hayat boyu cevap bulamaz… Bu soruyu özellikle de bilim adamlarına sorar: “What was before?” yani “Daha önce ne vardı?”

Bilim adamları kendisine bilinen tüm yaratılış senaryolarını anlatır dururlar, ama bizim arkadaşımız hiçbiri ile tatmin olmayıp, sonunda yine: “Peki, ama daha da önce ne vardı” diye sorar ve karşısındaki kendilerinden emin olan bilim adamlarının bakışları birden sönüyor, çaresizleşiyor… Diyor ki arkadaşım: “Ben bu soruyu kendimi bileli soruyorum, asla cevap bulamıyorum. Hiçbir kutsal kitap veya öğreti bana bunun cevabını vermiyor…” (Bu arada sohbetimiz çok değil, 2 hafta önce muhteşem Himalaya dağlarında gerçekleşti. Ama Himalaya’lar da bu konudaki görkemli sessizliğini bozmadı!)

Ben kendisine ezoterik felsefesi kaynaklarından bildiğim Yaratılış şemasını anlattım. Basit anlatımı ile bahsettiğim şema şöyledir:

Evrenin Özü, yada Yaratan, Sonsuz Işık, yada Absolut’un 2 tarafı var. Saklı, “kendi içinde” bir tarafı, ve de açık, “olaylaşmış, fenomen evren’e dönüşmüş” tarafı. Saklı olan taraf daima aynı, değişmeyen, söz edilemeyen, anlatılamayan, kendi içindedir. Periyodik olarak bu saklı taraftan sanki bir “KAPI” açılır, ve potansiyelde bulunan yaratıcı enerji, güç, Evren’ı oluşturmaya başlar. “KAPI”’nın bu tarafında daima bulunan Sanskritçe adı olan MULAPRAKRİTİ (Madde’nin Kök’ü) bulunur. O, yaratıcı enerjinin ilk dokunuşundan itibaren uyanmaya başlar, ve içinde taşıdığı tüm evrenin malzemesinden galaksileri, gök cisimlerini, içindeki, arasındaki ve üzerindeki tüm içerik ile bildiğimiz Evren’i inşa eder. Oluşum, olaylaşma dönemine yine Sanskrit literatüründe “Brahma’nın Günü” adı verilir. Bu sembolik isim Evren’in uyanma, canlanma, hareketlenme dönemini ifade eder. Evren’in “Günü” sona erince, tüm madde sıkışmaya, toplanmaya, ana materyaline, yani “KÖK” haline yeniden dönmeye başlar. Bu evre tamamlandıktan sonra Evren’in Ruhu, Yaratanı, Sonsuz Işığı, madde’den çekiliyor, ve “KAPI”’nın diğer saklı olan tarafına tekrar dönüyor. MULAPRAKRİTİ, yani MADDE’NİN KÖKÜ,tıpkı nadasa’ya bırakılan toprak gibi, hayatı çekilmiş, ama da hayat potansiyelini taşıyarak, sonraki döneme kadar “uykuya dalıyor”. Bunun ismi de “Brahma’nın Gecesi”dir. Buna aynı zamanda “Nefes” de denir. Ve nefes hareketi tüm canlılarda olduğu gibi, evrende ve onun Özünde de vardır. Hermetik Okulu’nun kuralını hatırlarsak “Yukarıdaki nasılsa, aşağıdaki de aynı”. Yani evren’in hayatı bir anlamda sonsuz, ama aynı zamanda da periyodiktir. Bu da tam bir Karşıtlar Birliği kanunu. Biliyoruz ki, insan’ın aklı Karşıtlar Birliği’ni içeren olgularını algılayamaz, insan için ya gece yada gündüz, ya sağ yada sol, ya soğuk yada sıcak vardır. Ama bu durum, Evren’de karşıtlar birliği’nin olmadığı göstermez. Sadece algılarımızın kısıtlı olduğunu anlatır.

İşte Tibetli arkadaşımla paylaştığım bilgiler bunlardı…

Dinledikten sonra sanırım artık tahmin edebilirsiniz, bana ne dediğini??? Tabii ki  de: ”Peki, iyi de, ama bundan da önce ne vardı?”……

Sohbetimizin ilerleyen dakikalarında, insan aklının bu tür konulara açıklık getiremeyeceğini, bunu sadece belki hissedebileceğini diye konuştuk. Hepimiz evrenin ilk yaratılış anını, belki daha öncesini de atomlarımızın özünde taşıyoruz nasılsa. Ama bu bilgi, akıl ve mantıkla canlandırılabilecek bir bilgi türü değildir. Ve akıl bu soruyu sonsuza kadar sorar, durur. Akıl sonsuzluğu algılayamaz. Ama kalp algılar. Ben bunu aslında hep denemiştim. Daha çok küçükken buna benzer soruyu kendime sormaya başlamıştım. Ama “daha önce ne vardı” şeklinde değil, “Bunun da ötesinde ne var” diye soruyordum. Yani bildiğimiz yıldızlar, galaksi, evrenler, görünen her şeyin ötesinde ne var olduğunu hep arardım içimde, ve bu konuya derin daldığımda inanılmaz bir his geliyordu, tatlı ve ifade edilemez bir duyguydu. Sanırım bu tür sorularımıza ve arayışlarımıza başladığımızda işte derinliğimizden gelen “Sonsuzluk Duygusunu” hissedebiliriz.

Sohbetimizi şaka ile bitirdim. Dedim ki: “Siz bu soruya asla cevap bulamazsınız, ama ben buldum işte: Daha da Önce MÜZİK vardı!!!”

O günün sonunda da Himalaya’ların verdiği ilhamla “BEFORE” yani “ÖNCE” adlı beste yaptım, ve notasını arkadaşıma hediye ettim. Aynı soruyu tekrar sorduğunda artık yazılı bir cevabı var!

Sizleri de bu ve bunun gibi soruları kendinize sormanızı davet ediyorum. Hayatta başka hiçbir şeyin bize bu arayış kadar “Sonsuzluk Duygusunu” tattıramaz!