Heh, heh, heh, başlığı görünce dumur oldunuz, öyle değil mi? Muhtemelen “Neler oluyor yaw?” diye de sordunuz, kendinize. Eh, bir kısmınız da “hoşgörüyle karşılamayı öğrenmeyi” öğrenmeliyim, diye düşünmüştür. Neyse, sizi fazla merakta bırakmadan açıklayayım bu başlığı: Hayatınızda çok büyük değişim yaratabilecek potansiyelde olan iki kelime bu ve yazım da “S.ktir Git!!!” felsefesi üzerine…

“Hadi lan ordan, öyle felsefe mi olurmuş?” demeyin. Bu sözcükler, aslında insanın “hayır” diyememe rahatsızlığına kadar uzanıyor ve karşıdakine, verdiği anlam açısından küfür değil, bilakis uyarıcı bir etki yapıyor. Yani illa gidip karşınızdakine “s.ktir git” diyeceksiniz diye bir kaide yok, ama bunu kalbinizde hissedince, nasılsa onu kelimelere dökebileceksiniz ve o da “s.ktirip gidecek”.

Ben, “hayır!” demeyi beceremeyen bir insandım, “kendimi tanıma yolu”nun başlangıcında. Yurtta kalıyordum ve benim odam tek kişilik bir odaydı. Fakat zamanla tekke muamelesi görmeye başladı ve geceleri yedi ila on kişi arası oluverdik. İlk başlarda hoşuma gidiyordu, çünkü bol bol muhabbet ediyorduk, onlar bana sorular soruyordu; ben yanıtlıyordum falan. Ama zamanla, bundan acayip rahatsız olmaya başladım ve hatta, bazı kişilerin sadece asalaklık yapmak için odamda bulunduklarını anladığımda, cinlerim tepeme çıktı. Odama giriyordum ve yatağımın üzerinde dört kişi oturuyordu, birileri kitaplarımı karıştırıyordu, birileri ayaklarını masama dikmiş keyif yapıyordu ve ben, ağzımı açıp bir kelime bile edemiyordum. Ama bu iş, artık tepeme çıkma moduna gelince, bir yol bulmam gerekti ve sonunda beden dilimi kullanmaya karar verdim. Tüm bedenimle öyle bir hayır demişim ki, diğer gün odamda kimse yoktu ve artık girmeye çekinir oldular içeriye. Zamanla, bende bir hal olmaya başladı ve bu tarz kişilere karşı bir savunma kalkanı oluşturdum. Hatta, bu öyle bir hale gelmiş ki, insanlar bana yaklaşmaya korkmaya başlamışlar. (Neyse ki, bu hali atlattım çok şükür.) O deneyimim, bana “hayır” demeyi öğreten büyük bir hediye oldu.

Yıllar geçtikçe, “hayır!” deme konusunda çok, ama çok rahatlar oldum. Bunda da en büyük kolaylığı, bana “amaaan, hayır dedim diye sevmeyecekse sevmesin; zaten bir sürü de sevmeyenimiz var, aralarına bir tane daha eklenir” düşüncesi verdi. Siz başkaları tarafından sevilemeyebileceğinizi kabul ettiniz mi, arkadaşlar? İnanın, bunu kabullenmek sizi çok, ama çok rahatlatıyor. Okul, benim için büyük bir deneyim alanı oldu, bu konuda. Sevenim de vardı, nefret edenim de; dedikodum da yapılıyordu, kıskanç bakışlara da rastlıyordum; hatta tacizleri bile yaşamıştım. Tüm bunlar, zamanla sizde “geniş”lik yaratıyor ve hoşgörü kazanıyorsunuz, ilginç bir biçimde. Herkes beni sevecek diye bir kaide yok kardeşim; ben herkesi sevecem diye de bir kaide yok. Ama şu anda biri çıkıp dese ki, “Hadi birini ortadan kaldır; ne cezası var, ne günahı” dese, ortadan kaldırmayı isteyecek kadar nefret ettiğim biri de yok. Hatta, sevmiyorum diyebileceğim biri de… Bu tabii, herkesi seviyorum anlamına gelmiyor, ama en azından nötr olabiliyorum. Bunu nasıl yaptın dersen, özel bir çalışma yapmadım, kendiliğinden gelişti. 🙂

Başkalarına “hayır” diyebilmek, kendine ve yaşamına olan saygının göstergesi; “s.ktir git” demek ise bambaşka bir zevk. Dünyada iki çeşit insan tipi var: Biri bir şeyler yapmak için çabalayanlar; bir diğeri de bir şey yapmayıp sürekli bok atanlar. Bu bok atanların, bok atmalarının nedeni ise, kendilerinin aslında hiçbir bok olmadıklarının ve hiçbir şey yapmadıklarının ortaya çıkacağı korkusu. Hayatın içinde, birileri bok atma tavrı içindeyse ve amacı üzüm yemek değil de bağcıyla uğraşmaksa, ona, değil “s.ktir git” demek, “hass.ktir git” demek bile müstahaktır. Kimsenin, kimsenin kaprisleriyle, kompleksleriyle, egolarıyla uğraşacak vakti yok bu dünyada. Seninle uğraşacağıma, eve gider, yatar uyurum, evrene daha büyük katkım olur valla. Ayrıca kimse de kimseyi çekmek zorunda değil ve ruhsal kontratlarımızda da “en az beş psikopatla uğraşmak zorundadır” gibisinden bir madde yok. Aslında, bu psikopatlardan ve sorunlu ‘iyileşemez’ tiplerden kendini kurtarabilmek, ‘kendini sevmek’le ilgili harika bir deneyim bence. Akıllı bir insan, hele ki kendine değer veriyorsa, ondan cidden yardım isteyen insanla, onu sadece oyalayan insan arasındaki farkı görür ve gerektiği yerde, kendisini oyalayana “s.ktir git” demesini de bilir. Bu, ona “Ben kendimi, senin oyunlarınla yormayacak kadar çok seviyorum” demenin biraz değişik, ama patlamalı yönüdür. Bir de sevdiğiniz, ama “hayır!”ınızdan anlamayan insan tipi vardır ki, ne kadar sabırlı olsanız da bir gün ruhunuz sıkışır ve patlayarak çekersiniz “s.ktir git”i. Eh, bu biraz da şok etkisi yaratacağı için, faydalı bile olabilir. Zamanında, lisedeki psikoloğum yapmıştı bunu bana, gerçi küfretmemişti, ama ruhundan anlamıştım ne yapmaya çalıştığını ve bayağı da iyi gelmişti açıkçası. (Tekrarlıyorum, illa küfretmeniz gerekli değil, o etkiyi veren sözleriniz ve tavırlarınız da bu felsefenin içine giriyor.)

Başkasına “Hayır!” diyememenin bir diğer nedeni de “Acaba onu kırar mıyım?”, ya da “Yıkılır mı?” gibi korkulardır. Bazı insanlar, size öyle bağımlı hale gelmişlerdir ki, kapınızda salya sümük ağlarlar, “Ben sensiz n’aparım” diye yalvarırlar ve sizin zaten karışık olan kafanızı iyice karıştırıp, kendinizi bok gibi hissetmenize neden olurlar. Aslında farkında olmadan yaptıkları, sizin “iyi”(?) yönlerinizi kullanıp üzerinizde suçluluk duygusu yaratarak, bağımlılıklarını sürdürmektir. Böyle bir durumdaki insana, defalarca “hayır!” demişseniz ve o hiç duymamışsa ve halen de bu tavrını sürdüyorsa ve siz, demeniz gerektiği halde halen “s.ktir git” diyemememişseniz; eh, lütfen bu konuda bir başkasını suçlamayın. Birincisi, şunu bilin ki, ona “s.ktir git” diyebilmeniz, o anda belki de ona ve kendinize yapabileceğiniz en büyük iyiliktir. İkincisi, bu insanlar, siz onları bıraktıktan sonra, size söylediği gibi dağılmazlar veya intihar etmezler. Üçüncüsü, kendini dağıtmayı veya öldürmeyi seçmişse bile, bu onun kendi seçimidir. Bu evrende, her bireyin kendi özgür seçim hakkı vardır ve birisi beni istemedi diye, ben kendimi mahvetmeyi seçmişsem; bu, karşımdakinin problemi değil, benim problemimdir, sizden başka kimse de sizden sorumlu değildir bence, hiç kimse kusura bakmasın. Bu evrende, “evet!” kadar, “hayır!” da var. Bunu kabul etmek zor olabilir, ama eninde sonunda “ipe ipe” kabul edeceğiz hepimiz.

Bir de bunun tersi olan bir durum vardır ki, birinin sizin üzerinizde egemenlik veya baskı kurma vaziyetleridir. Eh, bir de fiziksel şiddet varsa olayın içinde, tabii durumunuz daha karmaşıktır ve açıkçası ben, buna nasıl çözüm bulunur, bilemiyorum. Çünkü deneyimlediğim bir şey değil, ama ruhsal olarak egemenlik çabalarını bol bol gördüm ve burada da, ruhun otomatik “s.ktir git” mekanizmasının nasıl çalıştığını iyi bilirim. En basit örneği sevgililik durumlarında yaşanır. Dün, metroda sarışın bir kız ve erkek arkadaşı tartışıyorlardı, ben de kulaklarımı dikip dinledim meraklı meraklı, mesele neymiş diye. Kızın doktoru ona mail atmış ve arada sırada görüşelim diyormuş, kız da erkek arkadaşına soruyor “Görüşmek istiyorum, iyi bir insan, sen ne dersin?” diye, erkek, elleri cebinde “Hayır, görüşemezsin” diyor. Bu sahne, benim en rahatsızlık duyduğum olaylardan biridir: Kardeşim, sen kim oluyorsun da benim kiminle görüşüp, kiminle görüşmeyeceğime karar verebiliyorsun. Bu dünyaya gelirken senden mi izin aldım; hem ayrıca, seni seviyor olmam, senin benim hayatım hakkında söz hakkına sahip olabileceğin anlamına gelmiyor ki. Evet, erkeğin şu endişesini çok iyi anlıyorum ve biliyorum ki, kırk yaşında bir doktorun yirmi yaşındaki bir kıza mail atıp “Görüşelim mi?” demesi, pek hayra alamet bir şey değildir ve büyük yaşta erkekler bunu, çıtırlara asılmak için yaparlar ve onun kafasını karıştırıp, niyetleri neyse gerçekleştirmek için tecrübelerini kullanırlar. Ama şu da var ki, eğer bir kız, böyle bir faaliyet sonucu benden ayrılmaya karar verip, başkasına gidecekse “s.ktirsin gitsin” be abi. Hem ben, ömrüm boyunca onun kimlerle konuşup, kimlerle konuşmadığının çetelesini mi tutacam? Eğer benden iyisini bulmuşsa ve onu istiyorsa, kapısına kilit mi vuracam yani, yolu açık olsun. Zaten beni gerçekten isteyen kız, kapısının önüne milyonlarca gül konsa da seçimini yapmıştır ve güller için teşekkür edip, gelip elimi tutar. Ama ben, “Görüşme, yapma, etme…” deme hakkına sahip değilimdir. Sadece, “Bak güzelim, bu adam senin kanına girip kafalamaya çalışacak, haberin ola” diye, olabileceği söylerim; sonrasında, akışına bırakırım olayı. Eh, sonuçta hayırlısı neyse o olur. (Diyeceksiniz ki, çok rahat ahkam kesiyorsun, başına böyle bir olay gelse nah yaparsın. Şöyle söyleyeyim, kelimesi kelimesine geldi ve yaşadım her şeyi. Evet! canım çok yandı; ama her şeyin hayırlısı oldu, bunu biliyorum ve biliyorum ki, aynı durum tekrarlansa, yine uyarımı yapar ve olacakları akışına bırakırım.)

Offf, gene konuyu dağıttım, ruhun otomatik “s.ktir git…” mekanizmasından bahsediyordum. Ruhlar özgürdür ve kendilerini kısıtlayan durumlardan kurtulma yolunu ararlar. O sarışın kız, şu anda sevgilisinin sözünü tutacaktır ki, muhtemelen altı aylık ilişkileri vardı, ama bir zaman gelince, ruhundan şu sesi duyacak: “Bir dakika yaw, sen kim oluyorsun da ellerin cebinde, benim hayatım hakkında karar veriyorsun?” Bunun hayata yansımaları da, ya kavga olacak, ya yalan, ya aldatma, ya da en temizi ayrılık. Ruh, kendini özgür hissedeceği yolu bulacaktır eninde sonunda; kendi başına bulamazsa bile, evren ona buldurur.

Görüldüğü üzere, bir “s.ktir git” nerelere kadar gidiyor. Tekrarlıyorum bu, insanlara direk söylemeniz gerekli olan kelimeler değildir; bu bir ruh halidir ve kendinize ne kadar değer verdiğinizle ilgilidir. Hayatta hiçbir şeye “zorunlu” değilsiniz bence ve her zaman, kendinize değer verdiğinizi gösterebileceğiniz bir yol da vardır, mevcut seçeneklerin içinde. Bunu görebilmeniz, sizin kendinize değer verme kapasitenizle ilgilidir; bazı yollar canınızı acıtabilir bir süreliğine, ama “bir süreliğine…”. Eninde sonunda, olanın en hayırlısı olacaktır bence.

“S.ktir git…” diyebilecek kadar kendinize değer vermeniz dileğiyle…