Birden ve hızlı girdi hayatımıza. Kimileri bilimsel dayanağı nedeni ile hemen adapte olurken, kimileri halen soru işaretleri ile bakıyor. O, kendini “ben zaten hep vardım sadece fark edememiştin. İşte şimdi net ve açık gösteriyorum kendimi. Anla beni ve istediğin hayatı yarat” diyor. Bence uzun bir dönem daha tartışılacak. Halen pek çok kafada soru işaretleri ile anlaşılmayan “O” kim mi? Tabii ki, Kuantum Fiziği ve Kuantum Düşünce Sistemi…

Neslihan: Sohbetimize Kuantum Fiziği ve Düşünce Tekniğini kısaca tanımlayarak başlayalım mı?

Şanal Günseli: Önce Kuantum Fiziğini tanımlayarak başlayalım sonra Kuantum Düşünce Tekniğine değinelim. KuantumFiziği, Newton Fiziğinin sanki öteki yüzü gibidir. Newton Fiziğine göre atomaltı parçacıklar var. Bunlar elektron, proton… sanki bilardo topu gibi parçacıklar, katı ve önceden tayin edilmiş kendi yörüngelerinde dönüyorlar diye bilirdik. Lisede bizler böyle öğrendik. Bunu anlatan en güzel örnek; yanyana sıralanmış metal toplar vardır sarkaç gibi asılı dururlar ve siz en baştaki topu biraz geri çekip diğerlerine doğru yönlendirdiğinizde bu toplar sürekli olarak birbirlerine vurarak artık bizden bağımsız olarak devam ederler. Newton Fiziğinde işte böyle bir düşünce vardı ve buna göre beden bir makina gibi düşünülüyordu. Organlardan, hormonlardan meydana gelmiş bir makina adeta. Hayat için de aynı şekilde bir düşünce vardı. Bizden önce bağımsız olarak yasaları, kuralları konulmuş, akıp giden olaylar silsilesi şeklinde değerlendiriliyordu. Biz onu anlamaya ve uyum sağlamaya çalışıyorduk.

 

Kuantum Fiziği bize şunu gösterdi ki, gözlem yapan gözlemci kuantum alanındaki foton parçacıklarının hareketlerini değiştiriyor ve gözlemcinin beklentilerine uygun olarak davranıyor fotonlar. Bu çok şaşırtıcı geldi bilim adamlarına hatta aralarında görüş ayrılıkları yaşadılar. Mesela Einstein, yani fiziğin duayeni, bu sonuca çok karşı çıktı. Bunun üzerine buna belirsizlik ilkesi adını verdiler. Peki burada belli olmayan şeyi belli eden neydi? İnsanın beklentisi, yani odaklanması. İnsan bir şeye odaklandığında bir beklenti ve beraberinde gerçekleşme oluyor. Odaklandığınız şeyi değiştirdiğinizde sonuçtaki gerçek de değişiyor. Çok sıradan gibi gözüken bu şey aslında 20. yüzyılın devrim niteliğindeki bir buluşudur. Yani, hayatımızda yaşadığımız herşey bizim odaklandığımız şeydir. Beklediğimiz, inandığımız, korktuğumuz şeylerdir. Dolayısıyla etrafımızda asla bir başka şey kalmıyor suçu üzerine atacağımız, yükleneceğimiz; kader, karma, toplum, annem, babam, trafik… v.s. Bir şiir vardır; Namık Kemal düşmüştür ve “Anasını satayım kaldırımın, acıttı baldırımı” diye söylenir. Tabii Namık Kemal’in değildir bu ama biz gençken dalga geçer Namık Kemal’in ilk şiiri budur derdik. İşte insanlar aynen bu şiirdeki gibi hataların kaynaklarını dışarıda arayarak yaşıyorlar. Başkalarına kızıp, öfkeleniyorlar. Kendilerini sevsin, yalnız bırakmasın, hoş tutsun diye. Kendileri olmaktan vazgeçiyorlar. En önemli şey bu. Kendileri olmaktan vazgeçerek belli bir yaşa kadar geliyorlar ki bu genelde 35 yaş civarı oluyor ve orada lastik patlıyor, pek çok inanç, beklenti, fos çıkıyor. Hiç kimse kendini red ederek mutlu olamadığını görüyor. Bana buraya çalışma yapmaya gelen insanların büyük yüzdesi bu gerçekle karşılaşan insanlar.

N: Kuantum düşünce tekniği, biraz evvel anlatmış olduğunuz Kuantum Fiziğinin gözlemcinin odaklanması ve fotonun hareketini değiştirnesi ilkesinden mi yola çıkıyor?

Ş: Nasıl gözlemci fotonun hareketlerini odaklanması ve beklentisi ile değiştirebiliyorsa, biz de hayatımızda tekrar tekrar devam eden olaylar, duygular, insanların bize nasıl davranacağını, ayda ne kadar para kazanacağımızı, v.s, düşünce kalıplarımızı değiştirerek değiştirebiliriz. Bu kadar basit bir şey. Burada özellikle geleneksel beklenti içindeki şahsiyetin biraz burnunun sürtülmüş olması lazım. Sürtülsün ki kalıplaşmış düşüncesinin işe yaramadığını görsün. Bu da biraz zaman istiyor genelde 35-42 yaş arası gibi.

N: Tam da hayatın tokadının yenildiği yaşlar.

Ş: Bu tokadı yemek aslında iyi çünkü insanı düşündürüyor, ben nerede hata yaptım, ne yapmalıyım diye. Aslında zaten bizim hayat amacımız bu; karşıtını deneyerek birşeyi fark edebilmek. Beyazın ne olduğunu tanımlamak istiyorsak siyaha ihtiyacımız var.

N: Hayatın tokadı dedik, hayata attık biz de topu, suçu. Ama bu tokat hayatın tokatı değil. Anlattığınız sisteme göre kendi tokatımız oluyor. Ne ektiysek, onu biçiyoruz. Asıl fark edilmesi gereken bu sanırım. Yani dayağı kendi kendimize biz atıyoruz, başkasından yemiyoruz, varsa senaryoda başkaları onlar sadece bizim dayağa vesile oluyordur herhalde, kısaca figuranlar, değil mi?

Ş: Evet. Ben bazen eğitimlerimde ufak bir oyun oynarım öğrencilerime. Birden kendime ufak bir tokat atar, sonra “kim vurdu bana” diye sorarım. Öğrencinin yanıtı şaşkın bir şekilde “Siz” olur. “Ha, öyle mi peki” der konuya kaldığımız yerden devam ederim. Sonra sorarım öğrencime “Buraya gelmeyi kim istedi?” Öğrenci “Ben” diye yanıtlar. “Yani buraya gelmeyi kendiniz seçtiniz”der ve susarım. Buradaki amacım öğrencinin bilinçaltına hayatında aslında kendi seçtiğini yaşadığını gerçeğini ona anlatmaya çalışırım. Bu örneklerden algılamaları çok kolay olur ama özellikle ölüm, kaza, kayıp v.b olaylar yaşamış ve kendi ellerinde olmadan gelişen olayların kurbanları olduğunu savunanlara son darbeyi indirir ve onlara yaşadıkları herşeyi kendilerinin yarattığını anlatırım.

N: Bu herhalde en zor kabul edilebilecek bir şey.

Ş: Evet ve bunu finalde yaparım ve eğitimin sonunda buradan öğrenci tanrısal bir varlık olarak çıkar. Herşeyi ben yaratıyorsam ya da benimle o oyunu oynayan insanlarla birlikte yaratıyorum. Mesela babası kaza geçirmiş biri, kazayı babası için o yaratmıyor ama o deneyime ihtiyacı var ve karşılıklı bu ihtiyaçlar onları aynı sahnede buluşturuyor. Bunu fark ettiği an kurban olmaktan çıkıyor ve kahraman oluyor.

N: Garip ama gerçek; insanlar kahraman olmak ister ama olmaktan korkar diye düşünürüm.

Ş: Kesinlikle çok doğru. İnsanlar en çok kahraman olmaktan korkuyor. İnsanlara soruyorum; “Mutlu olmak istiyor musun, başarılı olmak istiyor musun?” Cevaplar hep evet ama aslında istemiyorlar.

N: İstemiyorlar çünkü bilinçaltları başarılı olmanın beraberinde getireceği sorumluluğu taşımaya hazır değil ya da bu sorumluluktan korkuyor.

Ş: Eh, tabii bir şeyi yaptım, oldu bitti değil, başarılı olmak burada söz konusu olan. sürekli yenilemeniz, planlamanız lazım.

N: Başarı süreklilikle gelir zaten. Tek sefer bir şey yapmış biri için “başarılı” denmez. “Bir zamanlar birşey başarmıştı” denir. Başarılı insan veya işler sürekli ve devam eden bir akış içinde kendini yenileyerek devam eder. Gerçek başarı buradadır. Mesela bu kişisel gelişim konularında da böyle. Size eğitime geliyor ya da başka bir yerde başka bir eğitime katılıyor. Soru sorduğunda papağan gibi şakıyor ama hayatına baktığınızda tık yok. Aldıktan sonra kullanıma geçirmiyorsan ne başarılısındır, ne de anlamışsındır.

Ş: Burada öğrencilerime sunduğum Kuantum Düşünce Tekniğini kullanmaya başlayınca asıl o zaman insan çok garip bir tatmin ve huzur duygusu duymaya başlıyor, güven ve güç hissediyor. Nedir bu hisler peki? Bu, ruhun kendisine uygun bir davranışı yapmaktan dolayı hissettiği bir titreşim frekansıdır. Bu frekansı analiz ettiğiniz zaman karşınıza güç ve güven çıkar.

N: Eh, güç ve güven varsa zaten kalkanı geçirmiş oluyorsunuz üstünüze. Bir de buna karar ve inancı eklediğinizde kimse çıkmasın karşınıza. 

Ş: Tabi. Sonra ona kılıcı eline verir ve kılıcı nasıl kullanacağını öğretirsen artık o koşullardan, kişilerden, çevresel etkilerden bağımsız bir kahraman olur. Herkesin de kaçınılmaz olarak olması gereken şeydir bu. Şöyle ya da böyle olacak bu hayatta olmazsa bir sonraki hayatta olacak.

N: Kuantum Fiziği ve düşünce tekniği ile “What the bleep do we know – Biz ne biliriz ki” filmi ile tanışmıştık. Gerçi bu konulara ilgi duyan kişiler sizler ve kitaplar aracılıyla daha önceden bilgi sahibi olabilmişlerdi. Film bu bilgiler üzerine gerçekten çok açıklayıcı, aydınlatıcı oldu. “Ne biliyoruz ki” filmi olsun veya bu sene çok büyük izlenme ve satış rekorları kıran “The Secret – Sır” filmi gibi derin hayat felsefesi ve bilgileri üzerine kurulu filmler olsun, sizce herkese gerçek bilgiyi aktarabilmekte mi? Ben biraz bu konuda şüphedeyim, hatta bir adım ötesinde heryerde yayınlanmasına da taraftar değilim. Garip gelecek belki amabir hayat felsefesi, arayışı, ahlak, etik ve inancı olmayan kişilerde bırakın filmin içinde yatan bilgi hazinesini fark etmek, ters bile tepeceğini düşünüyorum ki buyrun size bir örneği: http://www.milliyet.com/2007/02/24/cumartesi/yaztuba.html

“Biz ne biliyoruz ki” filmini izlemiş ve filmden çıkıp onca bilgiden sonra istediği şey uçmak olmuş! Annesi demiş demiş, kuantumla siz bunu deyince “Hı hı…” olmuş!! Hatta yeni bir din olmuş!!

Ben de diyorum ki; “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az”!!!

Alt yapınız olmadan yapacağınız bina çökmeye mahkumdur. Çöktüğünde isesebep hep malzemede bulunur, kimse altyapıya bakmaz. Bu filmlerde alınan bu değerli bilgiler de aynen öyle. Alt yapısı olmayan (yanlış anlaşılmasın diye tekrar edeyim eğitim düzeyi olmayan değil, bir hayat felsefesi, arayışı, sorgulaması, ahlak, etik ve inancı olmayan) insanlar filmden sonra uçmaya kalktığında yere çakılacak sonra da bunlar fasa fiso şeyler deyip, değerli bir hazineyi anlayamadan geçecektir. Dolayısıyla bu filmlerin heryerde gösterilmesi, Sır filminin şu ana kadar 1.5 milyon kopya kitabının satması benim açımdan birilerinin birşeyleri fark etmeleri sağlamanın yanında pek çok alt yapısız kişinin de belki ömrü billah uzaklaşması demek oluyor.

Ş: Haklısın. Özellikle şu yazıyı yazan yazar için de şunu diyorum; Ha, ha, ha…!! Bu yazarın tavrı batı toplumunun klasik hiçbir şeye inanmıyorum, o halde özgür, mutlu ve akıllıyım yaklaşımı. Herşeyle dalga geçmek, herşeyi Ti’ye almak, herşeyin dışında kalmak. Peki kal bakalım ne olacak sonunda? Kopuk, ayrı, bohem, mutsuz, amaçsız, dengesiz bir yaşam.

Bizim bir hayat amacımız var. Hayat amacınıza uygun yaşadığınız, istediğiniz, odaklandığınız zaman daha uyumlu akıyor ve geri dönüşümler yaşıyorsunuz. Bir de birlikte yaratmak var. Yani yarattığımız şeyin hayat amacımıza uygun olması ve evrensel zekanın yasaları ile uyum için de olması ve başka insanlarla birlikte yaratmanız. Ayrık ve Ti’ye almadan!

N: Tabii bu söylediğiniz şeylerbir alt yapısı olan insana bir şeyler anlatıyor.

Ş: Tabii, ama adım adım. Bunların hepsini biranda verseniz insanların çoğu kaçar gider. Bu adım adım olacak bir şey, belki de bunu bizler yapacağız.

N: Sır filminin kitabı 1.5 milyon kopya satmış ve 1.5 milyon kopya da şu an baskıda, ben eminim ki okuyan ya da seyredenlerin en az %40’ı Sementha misali burnunu oynatıp, anında hayatının değişmesini istedi ya da uçmak istedi şu bizim şahsına münahasır yazarımız gibi. Denedi, ama yere çakıldı. Sonra da fasa fiso dedi ve kaçtı. Anlayamadı içinde asıl verilen hemde bilim ile desteklenen bilgiyi.

Ş: Bakın mesela film çok ince bir noktaya değiniyor. Bunu fark etmiş olsalardı keşke. Bir yerde diyor ki; Sırrı kullanarak hayatınıza parayı çekebilirsiniz ama bu eşittir mutluluk değildir diyor. Mutluluk tabii içinde parayı da alan ama daha geniş bir yelpaze. Çok derin düzeyde, nihayetinde bakarsan mutluluk, bireysel mutluluktan çok diğer insanlarında mutlu olduğu bir dünyada yaşamaktır. Diyelim bol bol parayı çektiniz hayatınıza ama mutluluk bu kadar mı? Mutluluk hergün rahatça kahkaha atabilmek, yeni şeyler öğrenebilmek, eğlenebilmek, dostluk, arkadaşlık, aile….v.s demek, sadece para değil.

N: İnsan yapısı gereği paylaşan ve aslında paylaştıkça çoğalan, gelişen ve mutlu olan bir varlık. Sonuçta cebinde 1 milyon dolar var, tek başına mutlu olabilir misin? Ya da sen o refahta iken çevrendekiler acı, sıkıntı çekerken mutlu olabilir misin?

Ş: Evrensel kurallar ve ruhun kodlamalarına uygun davrandığınızda mutlu olabilirsiniz. Ruhun kodlamalarından bir tanesi hizmet ve iyilik yapmaktır. Hiçbir karşılık beklemeden iyilik yaptığınızda birden bire içinizde bir hafiflik vetatmin olma hissi hissediyorsunuz. İşte bu ruhun frekansına uygun yaşamak yani mutluluktur.

N: Peki, Kuantum Düşünce Tekniğinin bireysel kullanımını konuştuk, biraz da toplumsal boyutuna geçelim derim. Politika, siyaset, sağlık, ticaret, toplumsal ilişkiler, yapılarda, eğitimde Kuantum Düşünce Tekniği nasıl uygulanabilir?

Ş: Kuantumun temel özelliklerini anladığınız zaman bunu politika, sağlık, ticaret, ilişkiler, eğitim her konuda rahatlıkla kullanabilirsiniz. Mesela sağlık boyutunda; beden bir makinadır yerine beden bilinçli zihnimin sürekli etkilediği bir enerji nehridir diye düşünürseniz sağlık dolu olursunuz. Beden bir makinadır derseniz ve kontrolu sizin dışınızda bir şeymiş gibi düşünürseniz hastalıklar ardı ardına gelir ve ilaçlarla tedaviye mahkum kalırsınız. Eğitim de yine aynı şekilde “doğrular ve yanlışlar kesin ve değişmez” demek yerine bilgiyi aktarmak, düşünmeyi öğretmek en güzel eğitim. Aklını kullanmayı ve kendi olma cesaretini vermek o kişiye. Bilgiyi almak zor değil, oturur okur, dinler öğrenirsin ama kendine güven, cesaret ve kendini tanımayı okuyarak yapamazsın. Eğitimimizin geldiği son durumunda a, b, c, d, e şıkları ile düşünen, seçeneklerle düşünen test canavarları yetiştiriyoruz. Eğitime önem veriyoruz diyorlar ama maalesef bu derece trajedi var. Düşünmüyor, önem vermiyorlar hatta çok da ilgilenmiyor toplumu yönetenler. Gerçekten ilgilendirse çözümünü bulurlardı. Atatürk 1 ayda bütün Türkiyeye yeni alfabeyi öğretti. İstenirse oluyormuş yani.

Politika da aynı şey. Kuantumda bir şey vardır; ayrı gibi gözüken parçacıklar aslında tek bir bütünün parçalarıdır ve birbirinden ayrı değildir aslında. Yani ayrı gibi gözüken uluslar, toplumlar ayrı gibi gözükse de aslında birdir, kaderleri birbirine bağlıdır. Uzakta bile olsa. Nitekim şimdi son günlerde hepimizin sorunu Küresel Isınma olayı. Şimdi İngiltere kalkıp “bana ne canım beni ilgilendirmez, ben İngiltereyim” isterse desin ama sonuçta illa ki etkilenecektir. Dolayısıyla da “bütün insanlık bir aile” sözü Kuantum bakışı ile de gerçek oluyor.

İlişkilerde yine aynı şey. İlişkilerde empati kurmayı çok geliştiriyor Kuantum Düşünce Tekniği. Yani o kişinin perspektifinden baktığınız zaman bakıyorsunuz ki kimse suçlu değil ama aynı zamanda kimse masum da değil. Herkes iyi bir niyetle doğru olduğuna inandığı bir şeyi yapıyor kendince.

N: Kuantum Düşünce Tekniğine göre, düşünce kalıplarımızı hayatımıza cekiyor ve yaratıyoruz. Bunu toplumlar bazında ele alırsak, bazı toplumların sürekli kaos, savaş yaşamaları, doğal afetlerin özellikle belli bölgelerde şiddetli meydana gelmesi o toplumun düşünce kalıbından mıdır? Bu gibi olaylara genelde, yatırım yapılmadığı, haklarına tecavüz edildiği veya hokum sürme savaşı, doğal dengeyi bozan girişimlerde bulunulması… v.b gibi nedenler gösterilir. Ama Kuantum Düşünce bunu Kabul etmiyor ve dönüp kendinize bakın, yaşadığınız sorunların tek sebebi sizsiniz diyor.

Ş: Toplumlara baktığımızda her toplumun temel inançları vardır. Bütün toplum üyelerini tek bir kişi gibi düşünebiliriz çünkü toplum dediğimiz şey ortak değerlere bağlıdır, mutlaka ortak değerleri olması lazım. Bir toplumda aksayan yerlere baktığımızda o toplumun negatif çekirdek inancı bulunur. Yani bir toplum bir şeyi istiyor ve onu yapamıyorsa bilin ki bunun sebebi o toplumun negatif inançlarıdır. Ve o toplumun kaderi bu inanç ki buna paradigma diyoruz, bunun doğrultusunda şekillenir.

N: Türk toplumunun negatif inançları nelerdir sizce?

Ş: Türk toplumunun en negatif inancı kaderciliktir bence. Yani herşeyin Allah tarafından alnımıza yazıldığı, o istemezse hiçbir şey olmayacağı, isterse olacağı inancı. Yani elimiz kolumuz bağlı öylece yaşıyoruz bu inanca göre. Böyle olunca da Türk insanının geneli atıl, pasif ve seyirci durumunda yaşar.

N: Peki güçlü taraflarımız?

Ş: Türk toplumunun çok da güçlü tarafları var. Osmanlı İmparatorluğu’ndan beri taşıdığımız misafirperverlik, bütün dinleri gelenekleri saygı ile kendi hamurunda yoğurmak,insancıl olması gibi. Yeni bir çalışmam var ve toplumların negatif çekirdek inançlarını araştırıyorum. Mesela İngiltere çok bireysellik, yalnızlık üzerine kurulu. Hindistanın negatif çekirdek inancı dünyadan kaçmak tüymek gibi.

N: Bu çalışmayı Kuantum Düşünce Tekniği ile nasıl birleştireceksiniz?

Ş: Benim bir vizyonum, bir amacım var. Şu an bireysel çalışmalar yapıyorum ama nihai amacım Türk toplumunda Kuantum Düşünce Tekniği ile bir sıçrama yaratabilmek. Kaderciliği aşması için özellikle. Ve sonra bunu dünyaya yaymak. Ne kadar ilerleyebilirim bilemiyorum ama beni çok heyecanlandırıyor ve motive ediyor. Belki kitaplar, belki Televizyon programları ile, belki seminerle…

N: Belki okulunu açarak?

Ş: Okul projesi de var. Ben şöyle düşündüm ben toplumu etkileyenleri etkileyerek bunu yapabilirim. Yani medya aracılıyla. İlla benim olmam gerekmiyor ama medya bunu öğrenir ve etkilenirse o da toplumla paylaşacaktır. Sonuçta kendinizle birlikte toplumu da düşünerek birşeyler yaptıkça arkanızda bir ordu oluşur. Hayatın bütünselliğinin ordusu. O size yardım eder, çünkü sadece kendiniz için yaşamıyorsunuz.

N: Şanal Bey bana vakit ayırdığınız ve bu değerli bilgileri paylaştığınız için çok teşekkür ediyorum. Umuyorum bu sohbet ile konu hakkında fazla bilgi sahibi olmayanlar biraz bilgilenmiş, uçmaya kalkanlar uçuşlarını ertelemiş ve okuyan tüm derKi takipçileri hayatlarına katabilecekleri bir şeyler bulmuşlardır. Eğer okurlarımız daha fazla bilgi veya eğitimlerinize katılmak isterlerse www.kuantumyasam.com adresinde onları bekliyor olacaksınız değil mi?

Ş: Evet, bu röportaj için çok teşekkür ederim ve derKi okurlarını sitemize beklerim.

Neslihan Yavuzer Behmuaras