Yolcusu olduğumuz uzun, ince bu yolda herkes değişir, karınca kararınca…
Hayatımızın merkezine koyduğumuz “şey”lerin peşinde menzile doğru koşarken, bir yanımız
gerçeğe ulaşmanın eşiklerini atlamak ister, içten içe.
Sevgili Mevlana, “alimin ilimden gayesi de o büyük gerçeğe ulaşmaktır” der.
Açık ya da örtük, hepimizin temel gayesi olan o gerçeğe…
Gerçeğe ulaşmak , Tasavvufta, “kendini bilmek”le özdeşleştirilmiş; “yeterince kazırsan kendini,
gerçeğe ulaşırsın zaten,” demeye getirmişler.
Başlıkta yer alan heyecanlı “emir” kipinin altını doldurabilmek için klavyedeki harfler üzerinde gezinirken, aşkın şairi kendiliğinden gelip oturuverdi ilk satırlara…
Büyük düşünürün asırlar öncesinden süzülen “Ne olursan ol yine gel!” çağrısı insanlığa hala nasıl yol gösteriyorsa; “Her yol kendi arzının merkezine çıkar!” anlamını taşıyan tüm mesajları da ortak bilincimize gönderilmiş çok değerli armağanlardır.
Elimize geçen her şeyi kendi “faydamız” uğruna eğip bükme hastalığından muzdarip biz insan soyu, Sevgili Mevlana’nın mesajlarını da bozup, sulandırıp kendi kurnaz stratejilerimize alet etmekte hiçbir beis görmemişiz.
Kendimizi daha iyi ve ayrıcalıklı hissetmek, farklı bir şey yapıp manşet olmak, ilgi görmek-çok satmak adına ne rezillikler yapabiliyoruz; yemekli toplantılarda, alakasız şovlarda semazen döndürecek seviyelere kadar düşürmüşüz tekamülümüzün çıtasını.
Derin imbiklerden süzülerek insanlığa sunulmuş özdeyişlerin magazin figürlerinin botokstan şişmiş dudakları arasından rakibe saldırı ve kendini yüceltmek için kullanıldığını görmek, “Bir adama bakarım, bir de söze; suskunluğum asaletimdendir!” diye ahkam satanların o muhteşem özdeyişi “kendi asaletlerini” vurgulamak için kullandıklarına şahit olmak kanını donduruyor insanın.
Elbette bunlar değerine fiske vuramamış bu sağlam öğretinin ve sahibinin… Ama, mensubu olduğumuz insan ırkının bilinç çıtası hala “teenager” çentiğinde!
Allahtan, insanın bilinç yolculuğu başladığı günden beri geçirilen her devrede; taşlansa da, çarmıha gerilse de, yakılsa da, hapse atılsa da, “biri”leri hep var olmuş; taşıdıkları öğreti yardımıyla şuur çıtasını yükseltmeye and içmişler.
Özde aynı, sözde farklı bilgi tohumlarını yeryüzüne saçmaya devam etmişler.
Çok uzağına düştüğümüz, üstü kat kat kabuk bağlamış içrek özümüze bizi yönlendirmekten hiç vazgeçmemişler.
Ne iyi ki varmışlar; ne iyi ki farklı metotlarla hala varlar… da, bu dünya üstünde ayakta kalabiliyoruz!
derKi için içinde bulunduğumuz “modern çağda” bu izleği sürdürmeye devam eden, birikmiş tüm bilgelikleri sadeleştirerek günümüz insanının anlayabileceği modellere dönüştüren, çıtayı yükseltme gayretini elden hiç bırakmayan , hayatın çarkında savrulup duran insanoğlunu arzının merkezine yaklaştırmaya kafayı takmış “biri”si ile söyleşmiştik.
Neredeyse 30 yıla yaklaşan bir gayretkeşlik, kendini-insanı-hayatı anlamaya, anlatmaya tutturuk bir ısrarcılık neticesinde dünyaya gelen “Optimum Denge” modelinin ebesi Tamer Dövücü ile.
Röportaj sonrası bu modelle tanışmaya karar vermiştim; iyi ki de vermişim; iyi ki de gitmişim bu seminere; “ölmeden önce mutlaka yapılması gereken 10 şey” listemi yeniden güncelledim!
Bir arkeolog sabrı ve titizliği ile ilgili disiplinler (Ericksonian psikoterapi, felsefe, NLP, tasavvuf, uzak doğu öğretileri, bazı enerji yöntemleri, sibernetik vd.) arasında tur yaparak puzzle parçası toplayan bu modern çağ bilgesi; adı geçen öğretilerde yakaladığı bilimsel olmayan, işe yaramayan, uygulanamayan taka tukaları ayıklayarak, biz “armut piş, ağzıma düş” çağının insanına bir “dil altı” tablet hazırlamış adeta.
Yukarıda bahsi geçen tüm öğretilerin özünden terkip ettiği etkili drajeler sunuyor arayanlara.
Beyninizin içinde 24 saat dönmeye devam eden meta programlarınızın, anlamlandırma mekanizmalarınızın, sınırlama zincirlerinizin boyunduruğunu fark ediyor, kendi elinizle yaratarak içine hapsolduğunuz “gerçeklik”lerinizin sizi ne denli oksijensiz bıraktığını fark ediyorsunuz.
Beyniniz ve davranışlarınız arasındaki birçok kilidin kayıp anahtarı çıkıyor ceplerinizden, seviniyorsunuz.
Yaşamdaki döngüsellik, süregiden olayların arkasındaki yapısal benzerlikler; bireysel ve küresel örneklerin yer aldığı büyük fotoğrafta seyrinize sunuluyor.
Suyun kaynama eşiğinde buhar, donma eşiğinde buz oluşu gibi; hayatın içindeki tüm yapıların da
enerji eşikleri aşıldığında muazzam dönüşümlere uğradığını görüyorsunuz.
Dengemizi bozmak için her an her yerde faaliyette olan etkenlerden kaçamayacağımızı, dengede kalmanın bunlara rağmen de mümkün olduğunu anlıyorsunuz.
“Hııım!” dediğimiz aydınlanma anları çoğaldığında, yaşamı kavrayışın ne denli zenginleşebileceğini görüyorsunuz.
Tıpkı fetih stratejisi bitince çöküşe geçen Osmanlı gibi, değişen şartlara ayak uyduramayan, dönüşüm eşiklerini aşamayan aile ya da şirketlerin nasıl parçalandığını kavrıyorsunuz.
Özellikle ülkemizde olduğu gibi, “anlamakla” çok vakit harcamayan, daha çok “tepki vermeyi” seven toplum bireylerinin sistematik düşüncenin ne kadar uzağında olduğunu fark ediyorsunuz.
Ya şükreden, ya küfreden tepkisel insan olmanın, stratejik düşünerek kurnazlık etmenin ötesinde bir yerlere, hayata sistematik düşünerek yaklaşabilmenin geniş ufuklarına doğru çevriliyor antenleriniz.
Yaşamınızı sürdürmeye yardım eden alt kimliklerinizle tanışıyor; “her şey biterse, herkes giderse, bununla devam ederim!” diyebileceğiniz o “çok özel” parçanıza yönelik sorumluluğunuz, özen duygunuz artıyor.
İster Allah’a rıza, ister olgunca kabulleniş deyin; etki alanınızın sınırlarını bilmenin, sahip olduklarınızın değerini idrak etmenin, “şükretmenin” gücünü keşfediyorsunuz.
En büyük sistem olan dünyanın ve insanlık ailesinin gidişatını öncelemezsek, her şeyin üstünde tutup yapıştığımız kendi küçük sistemlerimizin elimizden nasıl kayıp gideceğini görüyorsunuz.
Sırf sistemden besleniyorlar diye alevleri burnumuza kadar gelen büyük yangına odun atmaya devam edenlere öfkeleniyor; dönüşüm eşiğini aşmak için daha nasıl bir tecrübeye ihtiyaç olduğunu düşünüyorsunuz.
Elinizde büyük fotoğraf, dünya kurulduğundan beri yaşanmış döngülerin benzerliğine bakıp bakıp ibretleniyorsunuz…
Yaşamda dönüp duran bireysel ve toplumsal çarkların ardında yatan benzeş yapıların bilgisiyle kafanızın karıştığı, yer yer kendinizi yetersiz hissettiğiniz seminerin ilk günlerinden, tüm bu sistemlerin benzerliğini, basitliğini fark ederek genişlemeye başladığınız anlara geçiş yapıyorsunuz, ilerleyen günlerde.
Tamer Hocanın, “hayat cahiller ve ustalar için basittir” cümlesinde yer alan “ustalık” seviyesine talip olmaya cüret bile edebiliyorsunuz, ayrılırken!
Aydınlanmanın daha pek çok “Hııım!” hallerini yaşayarak bu seminerde…
Kesin değişiyorsunuz!
Dünyanın egemenleri sistemik değil stratejik düşündüğü , “kendini tanımış-düzeni kavramış” insandan korktuğu için, tazecik dimağlarımıza Karlofça Anlaşması’nın hükümleri, kurbağanın sindirim sistemi gibi “çok yaşamsal” bilgileri tıkıştırmayı uygun görmüşler; “varlığın” loş odada kalması işlerine gelmiş.
Kendisiyle, çarkın yapısıyla, “gerçekle” derdi olduğu için insanı kazımaya devam eden azınlığın dışındaki büyük kitlenin eline geçen tekamül fırsatını kendinden bihaber harcayarak sahneyi terk etmesi ne büyük kayıp diye hayıflanıyor insan.
“Mutluluğun boyu insanın boyunu geçemez” derler; içinizden gelirse eğer, kendinize bir iyilik yapın, ölmeden önce yapılması gerekenler listenize “optimum denge” seminerine katılmayı ilave edin, boyunuz uzasın!
Akıl-Yürek-Emek birleşiminden doğan bu kaldıraç modele nefesi değmiş tüm kadim bilgelere; ve deryalarda dolaşarak bize yol haritası çizmeye devam eden modern Piri Reislere can-ı gönülden teşekkürler!