“N’ooldu? Bi gelişme var mı?”
Kamera şimdi cepheden görmektedir adamları. Soruyu soran adam, alacağı yanıtın değişmezliğine alışkın olduğunu anlatır ilgisizlikle önce saatine bakar sonra arkadaşının olduğu yönün tersine.
“Başka bir iş bulsam hemen ayrılıcam. Bir şirket de ihracat uzmanı aramaz mı?”
Aynı anda, Asansör kabini içerisindeki takım elbiseli başka iki adamı görürüz. Önde gördüğümüz yüzün sahibi daha yaşlıdır, çatık kaşları dikkat çeker.Patron kimliğindedir. Genç olan bir adım geridedir. Kendisine verilen görevi başaramamış olmanın huzursuzluğunu gösteren mimikler belirgindir.
“İhracat uzmanı bulamıyoruz da ne demek?!” cümlesiyle yönetici ve eleman arasında gerginlik yaratan konunun nedenini anlarız.
Yeniden asansörün önündeki iki kişiyi görürüz. İlk soruyu soran adam aldığı kötümser yanıtın ağır havasını dağıtmak için neşeli bir tavırla yorum yapar:
“Ohoo! Dert ettiğin şeye bak. Senin gibi ihracat uzmanını havada kaparlar havada!”
Asansörün içinde de gergin hava dağılmamıştır. Geride duran adam yöneticisine sunabileceği yegane mazereti dile getirir:
“Her yere bakıyorlar efendim…”
Patronun “Tabi tabii, o her yer neresiyse artık? Bir bu asansör kalmadı bakmadıkları di mi” der gibi alayla kaşlarını çatar bir an için.
Asansörün kata geldiğini belirten sinyal sesini duyarız. Kapı açılır, asansör bekleyen iki adam içeri girer. İçerideki iki kişiden patron kimliğinde olan yanaklarını şişirerek poff der. Asansör kabini gibi dar bir yerde fazladan iki kişiye ne gerek var dercesine sıkıntısını ifade etmektedir. Hemen ardından esas önemli sorununu hatırlar ve bu saçma detaya takılmanın anlamsızlığını unutmak ister gibi sıkıntıyla tavana bakar. Şuradan bir çıkalım, bu işi halletmek lazım diye düşündüğü açıktır. Elemanı ise çaresizlikle yere bakar.Asansöre binen iki adam da herhangi bir selamlada bulunmaz. Yalnız, arkadaşının kötümserliğini hafifletmeye çalışan adam yarım bir geriye dönüşle kısaca gülümser. Diğeri, asansördekilerin farkında bile değildir adeta. Düşük omuzlarıyla bezgin tavrını pekiştirir bir duruş sergilemektedir.
Gülümseyen adam, asansörün önünde başlattığı, laf olsun diye laf etmek, davranışını yinelemek ihtiyacı hisseder.
“Dün akşamki maç nasıldı ama? Nası yendik!!” diyerek arkadaşının dirseğine koluyla hafifçe vurur. Yüzündeki gevrek gülümseyiş işinde mutsuz olan adamın sıkıntısıyla ne denli yakından ilgilendiğini vurgulamaktadır. İlk cümle ile ilgilenen patron, geyik muhabbeti denebilecek bir sohbete girizgah olduğunu anladığı sohbetin devamıyla ilgilenmez. Elemanı da, aradığımız uzmanı bu adamların arasından bulacak halimiz yok, der gibi kaşlarını çatarak repliği dinler.
‘Ahh! 5 saniye önceki sohbetinizi şurada yapsaydınız keşke!’ diyerek hayat, zaman, kader ve eşzamanlılık kavramlarını ışık hızında irdelemesi sağlanan televizyon izleyicisinde istenen etki başarıyla yaratılmıştır.
“Hayatınızın fırsatını kaçırmayın. Ne kader Ne kısmet. Kariyer nokta Net” sloganıyla ekran, sahne ve reklam kapanır.
Dört karakterden hiç birisinin bir diğerinin duygu, düşünce ve hislerine ehemmiyet vermediğini fark ettim önce. Yanılıyor muyum diye bir daha düşündüm ve bir gelişme olup olmadığını soran adamın, yanıtı umursamadan, ilgisini saat, asansör kapısı, yer karosu gibi detaylara yönelttiğini hatırladım. Asansörün içinde başlatmaya çalıştığı sohbet de bu tespitimi pekiştirdi.
Sevdiği bir işte, mutlu mesut çalışıp tuzunun kuru olmasından ötürü empati kuramıyor işte adamcağız diyecek bir kısmınız. Bir kısmınız da kötümser havayı dağıtmak için gayet iyi niyetle geyik muhabbeti yapmaya çalıştığını düşüneceksiniz. Tüm bu yorumlara üşenip “için fesat senin kardeşim” diye kestirip atanların da ruh ailemden olduğunu düşünüyorum. Ben olsam, yukarıdaki yoruma bu duyguyu beslerdim.
Yanıldığınızı ve hatta şahsıma haksızlık ettiğinizi belirtmek istiyorum. Bakınız sayın hedef kitle, “o havai adamın” davranış biçimini değil, genel olarak toplumun tüm bireylerinin davranış biçimini modelleyen bir anektoddan bahsediyoruz. “Nasılsın?” diye sorduğumuzda alacağımız yanıtın ne olduğuyla ilgilenmemeyi öğrendik biz yaşarken. “Ölüyorum”la “Gülüyorum” arasındaki farkın g nüansından ibaret olduğunu sanarak dinliyoruz birbirimizi. Daha doğrusu dinlemiyor, yalnızca duyuyoruz hayatın içindeki her şeyi.
Tam da bu nedenle “ istek ve dileklerini hatta kaderini kendin yaratırsın düşüncenle” cümlesini duyuyor, dinlemeye zahmet etmeyip saatimize bakıyoruz. Yeniçağ kitaplarında “Hücrelerinize kodlanmıştır evrensel yasalar. En önemlisi yarat – çek yasasıdır” dendiğini işittiğimizde bir avuç inancı zayıf insanın temelsiz avuntusu deyip geçiyoruz. Eskizaman kitaplarında “bir şeyi kırk kez söylersen gerçek olur” cümlesine rast geldiğimizde batıl inanç damgası basıp boşveriyoruz. Kutsal kitaplarda “ Tekvin” sıfatını gördüğümüzde yaratma yeteneğinden bahsedildiğini anlıyor ancak “Her insanın, Allah’ın bütün kemâl sıfatlarına sahip, noksan sıfatların hepsinden de uzak olduğu” uyarısını anlamazdan geliyoruz.
Duyuyoruz, dinlemiyoruz.
Saatimize bakıp sabırsızlanıyoruz.
Kolumuzdaki saatin önüne geçmek için hızla koşuyoruz. Birbirimize çarpa çarpa koşuyoruz. Birileri binlerce yıldır durup dinlememizi öğütlüyor. Öğütleri işiten bizler, mesai saatlerimiz bitince plazalarımızdan fırlayıp meditasyon kurslarına koşuyoruz. Tatil günlerinde ya da dini günlerde kutsal mekanlara koşuyoruz. İşitmişiz ki meditasyon, yoga, şifa, namaz, oruç gibi eylemler iç huzuru veriyor, tekamüle yol oluyor, koşuyoruz her birisine. Tüm bu uygulamaları yaparken de koşuyoruz en önce kim aydınlanacak diye.
Koşuyoruz.
Durduğumuz tek yer asansör kabinleri oluyor çok zaman, orada da ya tavana bakıyor ya skor kritik ediyoruz.
Sem’i sıfatının “her şeyi işiten” manasına geldiğini duymuş muydunuz? Tüm kemal sıfatlara haiz beşerler olarak Tekvin sıfatını sem eylemekten geri durmayı mı seçiyorsunuz? Basir sıfatına malik olduğunuzu hatırlayarak her şeyi gören gözlerinizle bir kez daha izleyin lütfen reklamı.
Ne kader ne kısmet.
İnsan, bedende tecelli etmiş hüsniyet.