2. Dünya Savaşı sürerken İngiltere’de kültür sanat faaliyetleri bir yandan devam ediyormuş. Churchill’e demişler ki: “Bunlara para ayıracağımıza, daha fazla silah alamaz mıyız?” Churchill efsane bir yanıt vermiş: “Evet, alırız da peki o zaman biz ne için savaşıyoruz?”

Üst üste acılar yaşıyoruz. Tabii bu noktada da ilk tepkimiz, her türlü kültür sanat faaliyetini iptal etmek oluyor. Elbette ki vur patlasın çal oynasın yapmayacağız, yapamayız da zaten; fakat bir yerden de ruhlarımızın beslenmesi gerekiyor ki bu acı enerjisinin altından kalkabilelim ve zamanla acıları kabullenip dönüştürebilelim. Çünkü bu sefer başedemediğimiz acıları gömmeye çalışıyoruz ve ortaya travmalar çıkıyor. Zaten bu toprakların insanlarının en büyük sorunu aslında acılarıyla nasıl baş edeceğini bilememeleri. Bu yüzden kendimizi rakıya vuruyoruz. Bu yüzden felekten bir gece çalmak diye bir kavram var kültürümüzde. Acıdan bir gece çalmak bu. Çünkü içimizde canlarımız fena halde yanıyor. Temel kazısı yaparken tarihi eserle karşılaşıp, üzerine beton döküp ev yapanlar gibiyiz aslında. Acımızın üzerine beton döküp, hayatlarımızı onlar hiç yokmuş gibi devam ettirmeye çalışıyoruz. Fakat o acıların üzerlerine kurduğumuz evleri de bu sefer hayaletler basıyor. Temellerdeki acılar görülmek ve serbest bırakılmak istiyorlar çünkü. Tıpkı korku filmlerindeki hayaletlerin, görülüp kutsandıkları anda kaybolmaları gibi… Kendi hayaletli evlerimizde hapisiz ve oralara da o kadar alıştık ki artık çıkmak da istemiyoruz. Acılarımızı hafifletmek için de kendimizi uyuşturmamız gerekiyor ve bu yüzden de vuruyoruz kendimizi ya rakıya, ya sigaraya, ya uyuşturucuya, ya televizyondaki dizilere evlilik programlarına veya daha nice bizi bizden uzaklaştıracak yatıştırıcıya…

Sadece acılarımızla kucaklaşmayı değil, vedalaşmayı da bilmiyoruz. Türk gibi başla, Alman gibi bitir derler ya… Her şeye müthiş hevesli başlıyoruz; girişimiz harika, ama gelişme kısmına gelince duraklama başlıyor, final ise ortalarda yok. Bebek doğuyor, ama göbek kordonunu kestikten sonra kordonun ucunu kapatmıyoruz ve bebek kan kaybından ölüyor. (Çok vahşi bir örnek oldu biliyorum, ama Osmanlı sarayı böyle ölmüş bebeklerle dolu…) İlişkilerimize “bu sefer en büyük aşkı buldum” diye başlayıp, “bu da şerefsiz çıktı” cümleleriyle meyhanede tamamlıyoruz onları arkadaşlarımızla… Yaşadıklarımızı, hayatımızdakileri kutsamıyoruz, kutlamıyoruz; bu yüzden de aslında bizlere sunulmuş nice armağanı kaçırıyoruz. Şu cümleyi okuyunca bile öfkelenen niceleri vardır. Kızmış, küskün, kollarını kavuşturmuş çocuklar… Onlara enfes pastalar sunulur, hediyeler sunulur; ama hepsini reddederler içten içe isteseler bile…

Bu sözler karşısında da hemen savunmalar devreye girer: “Tabii ya sevgi pıtırcıkları olalım di mi? Gerçeklerden kaçalım di mi?” veya “Bu kadar acının içinde oh tuzun kuru tabii, dışarda millet neler yaşıyor, sen neler diyorsun…” Hepsi aslında zihnin, kendi içindeki acılarla yüzleşmekten kaçabilmesi için kurduğu savunmalardan ibaret. O acıları yaşayanların bazıları bu acı çemberinden geçerek öyle büyük şeyler başarıyorlar ki, ama zihin bunu görmek istemiyor. O bir şekilde hareketsiz olmak durumunda. Çünkü kendini korumalı, çünkü temeldeki o kilitli odalara girmemeli… Çünkü canı çok fena halde yanabilir yeniden…

Halbuki yüzleşmek özgürleştirir insanı. Kucaklamak, teşekkür etmek güçlendirir. Şükretmek daha da zenginleştirir. Harika bir vedalaşma, muhteşem bir tamamlanışı beraberinde getirir; sonrasında da yepyeni deneyimlere doğru yelken açarsınız. Ama vedalaşamadığınız her neyse, eninde sonunda yine karşınıza çıkacaktır. Çıkmamasına imkan yok. Bunu siz istediniz ve seçtiniz…

İşte bu yüzleşme gücüne sahip olabilmek için de ruhumuzu beslememiz gerekiyor, uyuşturmamız değil. Bu yüzden müzik çok önemli ve asla susmamalı, bu yüzden kültür ve sanat çok ama çok önemli, asla durdurulmamalı… Ruhumuz sürekli beslenmeli ki temellerimize inip önce acılarımızı, sonra da kendimizi kucaklayacak gücümüz olabilsin…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...