Malum bu aralar evdeyiz bol bol kitap okuyoruz. Bir gece camın önündeki koltukta kitap okurken için geçmiş dalmışım. Elimdeki kitabın düşmesiyle birden irkildim. Sokakta kimse olmadığından ortalık zaten sessiz, kitabın yere düşüş sesi havada yankılandı. Neyse baktım Hanım uyanmamış, altımızda da kimse oturmuyor, tamam dedim gecenin bu vakti kimseyi uykudan benim gibi zıplatmadık. Rahatsız olup, boynu ağrıtsa da, en sevdiğim en tatlı uykulardan biri oluyor bu kitap okurken sızma uykusu. Sanki uyku ile uyanıklık arası bir hal; Yakaza derlermiş eskiler. Baktım biraz ne demek olduğuna; tam da bilinçaltına mesaj gönderme zamanı ve tefekkür zamanıymış; e tabi ehline. Maharet, uykuda değil uyanıkken rüya görebilmede. İnşallah bir gün…

Hadi ben yatağım artık derken, o da ne tepemde bir ışık. Allah Allah, bu nedir derken bir de baktım, küçük bir mum. Dedim herhalde ben ya halen uyuyorum ya da bu meşhur Yakaza bana da nasip oldu. Hem hoşuma gidiyor, hem de biraz korkuyorum ne yalan söyleyeyim. Hadi mum yanması bir şey değil de, havada duruyor ve kimin yaktığı, nerden geldiği belli değil. Neyse oğlum Emre, bu zaten rüya ne mantık arıyorsun? diyeceğim de, tam rüyada mıyım onu da farkında değilim. Ellerime bakıyorum, ellerim yerinde (bir yerde okumuştum rüyada olup olmadığını anlamanın en iyi yollarından biri ellerine bakmakmış) galiba rüyada değilim, ya da rüyadayım. Aman neyse canım şimdi bırak onu da muma bak; yanıyor tepende işte.

Biraz korkarak kalktım ayağa, vallahi de tavanda küçük, pasta mumu gibi bir şey yanıyor; kendi küçük ancak ışığı kuvvetli. Dedim elimle bir yoklayayım var mıdır yok mudur? İn midir Cin midir? Aman Allah, birden dile de gelmez mi bu mum ışığı:

– Selam Yunus Emre (Göbek adımı da biliyor)

– Se-selam Mum Işığı.

– Merak ediyorsun ben nereden geldim, neden geldim diye değil mi can Yunus?

– E ne yalan söyleyeyim, ediyorum. Önce biraz korkmuştum ancak şimdi sebebi belirsiz bir rahatlama ve güzel bir his doğdu içime. Peki nerden çıktın geldin sen? Nedir senin hikayen?

-Ah Yunus’um, hikayem de yolum da uzundur. Ancak çok zamanını alacak değilim, anlatayım da dinle o halde. Ben kendimi bildim bileli yanarım. Sen kendini ne zamandır bilirsin dersen de; işte onu tam bilmem. Bazen binlerce yıl bazen de birkaç saniye gibi gelir ilk yanışımdan bugüne geçen zaman. Kendi ateşimi pek severim, etrafı aydınlatmaktan büyük gurur duyarım, bazen bir ayna olsa da kendimi izlesem diye hayıflanırım. Olsun kendi görüntümü, dışarıdan nasıl göründüğümü hayal eder, kendime övgüler dizerim. Yıllar önce gene böyle huşu dolu bir günde içime bir his düştü; hüzün mü desem, yalnızlık mı desem, en güzeli mahsunluk diyeyim; evet bir mahsunluk çöktü üzerime. Kendimi hem yalnız hem de mahsun hissettim. Dedim ben böyle içli içli yanıyorum, o kadar ışık saçıyorum etrafa da, acaba kime? Kimedir bu yanış ve ışık saçma? Boşa mı yanıyorum dedim ben? Kimedir ve daha önemlisi kimdendir bu ışığım? Ayrıca neden ben yalnızım, etrafımda başka mum ya da ışık yok? Eh yalnız ben varsam, benim ışığım nereden geldi? Kim yaptı ve yaktı beni? Mutlaka bendeki bu muhteşem ışığın geldiği bir yer, bir kaynağı olmalı. Ah Yunus kardeş, bu düşüncelerle günlerim aylarım geçti gitti. Bir şey eksik içimde, fakat işin garibi biliyorum ki, cevap içimde gizli, dışarıda değil sanki. Ben içe doğru gidersem bulacağım bu soruların cevabını biliyorum da, nasıl içe döneceğimi, gideceğimi bilmiyorum. Bir süre çaresizce ve umutsuzca yaşadım. Neden yandığımı, nereye doğru yandığımı bilmeden. Derken bir gün içime gene o tatlı mahsunluk çöktü ve dedim kendime; sen sabırla Aşk ile yanmaya ve ışığını saçmaya devam et; elbet beklediğin cevap sana seni yapandan ve ilk yakandan gelecektir. Senin gibi bir mumu boşa mı yaktılar; bu alemi aydınlat diye. Öyle değil mi ya, koskoca alemi aydınlatıyorsun; işin zor ve görevin büyük. Bir gün böyle senin gibi içli içli yanarken içim geçmiş, hayalde miyim, gerçekte mi farkında değilim; aynı senin şu an yaşadığın gibi Yunus Emre’m. Bir anda irkildim esen güçlü bir rüzgar ile. Aman dedim nereden çıktı bu rüzgar, ürktüm zira ışığım sönmek üzere! Eyvah dedim neler oluyor? Sağa sola bakıyorum, aşağı yukarı hiçbir yerden gelmiyor. Ya Hu nereden esiyor bu rüzgar? Sonra anladım ki içimden geliyor. Nasıl oluyor deme kardeş. Sanki içimden bana üfleniyor, rüzgar değil nefes bu bildiğin, içimden Bir nefes üfleniyor bana. O anda işte Yunusum, kalbime bir teslimiyet hissi geldi, dedim An bu An’dır, soruların cevabıdır bu, üflenen bu son nefes benim sönmeme sebep. O içten gelen son nefes geldi ve ışığım söndü!  Dedim ben bittim, artık öldüm.

Bir hafiflik ve mutluluk hissi bende tam anlattıkları gibi, işte öldüm ben. Derken Bir de ne göreyim? O karanlık zannettiğim, alem nasıl parıl parıl parlıyor. Binlerce mum mu desem, yıldız mı, ışık mı desem tüm alemi aydınlatıyor. E hani tek ışık bendim aydınlatan, tek başımaydım, kimse yoktu benden başka? Boşuna gerinmişim alemi tek ben aydınlatıyorum diye ve yok yere üzülmüşüm yıllarca tekim diye. Muhteşem bir ışık gösterisi, başım döndü Yunusum, ne yapacağımı şaşırdım. Hem heyecanlıyım, hem mutlu hem de şaşkın. Sorasım geldi içimden gelen ses ile: “Ey Alemi aydınlatan bu yıldızlar, hadi ben küçük bir mumum yandım da peki sizleri kim yaktı? Kimdendir bu ışık?” Cevabı duymak için kulak kabarttım dışarıya. Derken içimden gelen ses verdi gene bana cevabı;

Sen küçük bir mumdun yandın.

Kendi ateşine baktın da kandın.

Bilmezdin o zaman kördün.

Ne zaman ki İlahi nefes ile söndün, öldün.

İşte O vakit hakikati gördün.

Ya işte böyle canım kardeşim. Ben cevabımı, yalnız olmadığımı, neden yandığımı, ışığımı nereden aldığımı, kaynağıma nasıl vardığımı böyle anladım. Görmek için de kendinden geçip ölmek, söndükten sonra da Özüne dönüp, yeniden ilahi ışıkla dirilmekmiş bu işin sırrı.

Pattt! diye bir sesle yerimden fırladım. Elimdeki kitap yere düşmüş, bu sesle bizim Hanım da uyanmıştı. Seslendi içeriden bana: “Hadi şu ışıkları söndür de gel artık canım”. Yüzümde tatlı bir gülümse belirdi; rüyada mıyım gerçekte mi umurumda değildi artık. Yanan lambayı söndürdüm ve içimde asla sönmeyeceğini bildiğim O ışığın aydınlattığı geceye merhaba dedim.

Aşk ile yanmaya niyet…

Yunus Emre BERK

 

 

Yunus Emre Berk

Yunus Emre, 1976'nın karlı bir Ocak sabahında, İstanbul’da doğdu. Çocukluk yıllarında başladığı “niye” sorularına, daha sonra “neden” i eklemiş, evrende özüne doğru çıktığı bu seyahatte kendi kitabını okumaya, hep dinlemeye ve izlemeye niyet etmiştir. Geçimini hukuk danışmanlığı yaparak sağlamaktadır -çok şükür- asıl işi ise “3H” dir: Haddini Bilmek - Hizmetini Bulmak - Hakkını Vermek. Kendini keşif ve hizmet yolculuğunda Mevlevi, Sufi, Şaman ve Budist Hocalar ile çalışmış, UCLA’den Mindfulness/Meditasyon eğitimleri almış ve çok sayıda inzivaya katılmıştır. Çok değer verdiği ustasının inisiyasyonuyla Reiki Master’ı da olmuştur. Tüm bunların ötesinde ise halen ve aslen, Rab sisteminde öğrenmeye ve eğitimine devam etmektedir. Adını taşımaktan gurur duyduğu Yunus Emre gibi; her yaratılanı Yaratan’dan ötürü sever ve Olmak için ölmeden önce ölmeye çalışmaktadır.