Beni,
Bildiklerimi,
Seninle paylaşabileceklerimi,
Varlığımı,
Her şeyimi bana ait her parçayı yok sayabilirsin..
Ama bu beni
Ne yok eder
Ne değersizleştirir
Ne de bilgisizleştirir..

Beni,
Bildiklerimi,
Seninle paylaşabileceklerimi,
Varlığımı,
Her şeyimi bana ait her parçayı övebilirsin..
Ama bu beni
Ne var eder
Ne dengeler
Ne de bilge kılar..

Bir kişiyi sevmekle onu, birikimlerini, varlığını yok saymak yaşamla ölüm gibi gelir bana hep… Hayatımda bir kişiyi öyle bir sevdim ki.. Ne zaman ki beni bırakıp gitti ilk/tek/son kez biri yok olsun istedim. Ölsün değil.. Çünkü ölmek başka bir şeydi. Çünkü yok olmasını dilemek mevcut zamanların tümünden silinmesi demekti. Bu öyle güçlü ve yıkıcı bir istekti ki.. Onunla beni de silecekti.. Bunu anlamam yıllarıma mal oldu.. Çünkü kaybetmek en büyük korkumdu. Eğer onu kaybedeceksem kendi ruhumu da kaybetmeliydim..

O günden beri bir insana bakarken hep ruhuna bakmaya çalıştım. Çünkü ruhu ne var edebilirdim ne de yok edebilirdim. Çünkü ruh; parça parça taşıdığı kaliteleri ne var edebilirdi ne de yok..

Yaşam bir oyun. Bir dans. Bir büyü… O yüzden asıldım yaşamaya. Sarıldım demiyorum bak. Asıldım. Sarılmak için vakit vardı daha o yüzden asıldım.. Kendimi daha ne kadar sabote edecektim?! Bunu farketmiştim..

O günden beri bir insana bakarken hep yaşama umuduna da bakmaya çalıştım. Çünkü yaşamak; ölüm kadar korkulu… ve mutsuzluk diz boyu değil – boyumuzu aşmış durumda.

Birinin ve biriyle yaşamanın kaybı çok korkutucuydu. Korkmamak için yok etmek bir tercihti. Kaçmak da.. Başta kendim olmak üzere ölüm kadar yaşamaktan da korkan çok fazla insan olduğunu farkettim.. Yaşamaktan korkmak aynı zamanda farklılıklara, azınlıklara, yeniye, temasa, keşfetmeye de korku duymaktı. Farklı kültürlere, habitatından çıkaracak her şeye… O kaçışları gördükçe yaklaştım içimdeki ben’e dışarıdaki sen’e.. Tabii ki zaman aldı benim de teslim olmam onlara. Farklıya – yeniye – değişime.. Ama denedim.. Parçalardan oluşan ruhumu beslemek için denedim. Deneyimlemenin en büyük hazine olduğunu bugün “Pişman değilim” diyebilecek güce erişince öğrendim. O yüzdendir ki; Ustan kadar senin nasıl bir öğrenci olduğun önemlidir. Terzi iyi olabilir ama kumaş da fark yaratır. Yok edici ya da var edici olamazdım ama dönüştürebilirdim.

İşte o zaman bana kaybetmekten sonra en tehlikeli – en korkutucu gelen şeylere baktım… Kayba sebep olabilen şeylere…

İki şeyin beni aynı derecede korkuttuğunu gördüm: Yaftalama ve Övgü

Yaşamaya korkan ölümden kaçan insanların beni olmadığım biriymiş gibi yaftalamaları ve akıl almaz övgüleri. Isırgan ve boğucu olan samimiyetleri.. Ortaya yüksek sesle atılan, parça parça çarptırılmış bilgilerdir yaftalamalar / övgüler.

“Sen de ne değişik insansın gece gece ne işin var sokakta?!” ya da “Sen ne cesur insansın her gece tek başına yürüyüştesin!..” derler.. “Değişik” – bizden değil kodlamasıdır – “Cesursun” ben asla bunu yapamam kodlaması..

Biri size çamur atar ya da sizi över. Ne çamur attığı şey kendi yapmadığıdır ne de övüp durduğu / özendiği şey kendi hayatında yapabileceği bir şeydir. İkisi de bana göre aynı amaca hizmet eder. DIŞINDA KALMAYA – DIŞARIDA KALMAYA

Öyledir işte içimize almak istemediğimizi, dışımızda tutmak istediğimizi YOK SAYARIZ. Ama yererek ama överek.. Asla yok edemeyerek.. Sadece korkarak…

Korkuyorsun. Biliyorum..

Gece yalnız yatmaktan, yalnız yaşlanmaktan, yalnız ölmekten… Her yalnız kaldığında zihnin vesveseler – endişeler – korkular türetir.. Biriktirirsin. Tasarımlanmış ve üretilmiş korkular biriktirirsin. Konfor alanına çekilip sadece o alana ait olanlara kapılarını açarsın. Yabancıya – farklıya açacağın yer; sadece sana benzeyeceği yer kadardır. Fazlasından korkarsın biliyorum.. Eleştirilmekten, yaptığın saçma sapan patavatsızlıkların, görgüsüzlüklerin, şımarıklıkların sana yüzleşleştirilmesinden korkarsın. Ve bunu farkettiren eğer girebilmişse alanına onu tokatlarsın. Çünkü yaşamaya korkan kendini görmeye hazır değildir. Kendini bilmeyen de ölümü zaten kabullenecek güçte değildir.

Ve bir yerde içinden çok derinlerden gelen bir ses o yabancının düşman olmadığını fısıldar sana.. İki elinle sımsıkı kapasan da kulaklarını o sesi duyarsın çünkü konuşan kalbindir. Düşman olarak görmen gerekeni bir yerden sevdiğini gördükçe de korkarsın.. Sevdiğin ondaki sendir ve onu gördükçe o parçayla temas ettikçe geri adım atarsın..

KORK!!!…
Vazgeçme korkmaktan. Korkmak güzeldir. Korkuna sarıl; o; seni hayatta tutacak.

Ben korkularımı özgür bırakırım. Yolda başıma ne geleceğini bilmem. Korkularım rehberimdir. Karanlık ormandaki ateş böceklerimdir. O orman ki beni besler ve bazen benim de bir besin olduğumu hatırlatır. Sana korkuların dua ettirir, bana sevgim ve niyetlerim…

Beni duymaman, görmemen, kaale almamış olman beni eksiltmiyor, yok da etmiyor… Rahatsız da etmiyor. Senin o reddi inkar ile temizleyeceğini sanarak daha çok bulandırdığın enerjin ise hepimizi kirletiyor. Bir kişi şifalanır bin kişi iyileşir. Bu kadar çaba sadece sen kendini – korkularını – şifanı farket diye.. Herkesin en iyi şifacısı ilk önce kendisidir. Bunu en güzel hayvanlar bilirler. Hastalarsa gizlenir, kendi kendilerini iyi etmeye çalışırlar. Edemezlerse isteyecekleri yardımı belli ederler. Çok insani bir olgu olsa da.. Ne kadar ironik değil mi?!…

Korkularını özgür bırak. Bırak ki onlar sarsın seni ve benimle (benim gibilerle/senden taban tabana zıt fikirlilerle) itişip kakışmaya harcayacağın tüm o güzel enerjiyi kendin için kullan. Biz rakip değiliz.. Aynı coğrafya da olmasak bile aynı toprakla birbirimize bağlıyız. Aynı gökle sarılıyız.

Güzelleştirmek zorunda değilsin, sadece çirkinleştirme. Çünkü aynı döngünün parçalarıyız.

Basit – sade ve yalın…

Yaşam bir oyun. Bir dans. Bir büyü…

Oyna..

Dans et..

Ve büyülen…

Duygu Sayılgangil