Vatana millete hayırlı olsun, “Thumos”un yazarı Cem Şen ile “ölümsüzlük incisi” ticaretine atılmaya karar verdik, kesin malın gözüne fena halde vuracağız; artık gelsin evler, arabalar, tatiller vs. vs. Tabii şimdi insanın aklına hemen şu geliyor: Kardeş hayırdır, ne incisi, ne parası, n’oluyor? Anlat hele. Anlatayım hemen…

Efendim spiritüel alemin bence bir numaralı kitabı “Thumos”un yazarı Cem Şen’le yaptığımız röportajdan sonra, kitaba ilgi artmış haliyle. Biz de bu çok önemli kitabı, okurlara duyurmanın keyfini yaşarken birden ikimize de gelen “Kitap güzel hoş da, bu ölümsüzlük incilerini nerden buluruz?” tarzındaki maillerle şaşkına döndük. (Kitabı okumayanlar için kısa not: Ölümsüzlük incisi, bir insanın ölümsüz olma yolunda yaptığı çalışmalarda yararlandığı ve öyle çarşıda pazarda bulunması mümkün olmayan, inanılmaz değerli bir nesne ve bu hayali değil, gerçekten varolan bir nesne, Cem Şen’in bana söylediğine göre.) Biz tabii işin eğlencesinde olduğumuz için “Oğlum, ben toptan inci satan bir yer biliyorum, bir de ipek kuşak bulur, tanesini millete 2000 YTL’den okutur köşe oluruz.” şeklinde gülüp eğleniyorduk. Fakat aslında bu traji-komik bir durumdu. Bizim asla ciddiye almadığımız ve gırgıra aldığımız bir durum, maalesef günümüz kapitalist spiritüel anlayışının bir yansıması. Artık kimse yıllarca süren ve çok disiplin gerektiren çalışmalar peşinde değil; haplara, reçetelere, kolaycı formüllere o kadar alıştı ki insanlık, aydınlanma ve kendini tanıma yolunda da böyle çözümler istiyor. “Aydınlanmak için bir bedel ödenmesi şartmış? Kaç para onu söyleyin?” anlayışı aldı başını gidiyor ve bunca talep de arzı doğuruyor haliyle. Ortada ellerinde paralarla “isterük, isterük” diye gezen onca insan olunca, birileri de ortaya çıkıp “gelin ben sizi aydınlığa kavuşturayım, ama önce o elinizdeki egosallıktan kurtulun, verin bakayım onları bana” şeklinde bir güzel paraları cukkalıyor. Fakat çok açık ve net bir gerçek var: Aydınlanma ve kendini tanımanın kısa bir yolu yoktur! Formülü, reçeteleri, hapları yoktur! Size bunu, sizi meshederek verebilecek birileri de yoktur! YOKTUR! YOKTUR! YOKTUR!

Birileri çıkıp da size bunları vaat ediyorsa, çocukluğumuzda annelerimizin bize asla yaklaşmamızı söylediği şekerci amcaları hatırlayın. O amcaların elinde elma şekeri vardır, ama içinde ne vardır Allah bilir. Keza kötü niyetli olmasalar bile, kendilerinin çok şey bildiğini sananlar da vardır ki bunlar daha da tehlikelidir. Çünkü şekerci amcaları belki anlayabilirsiniz, ama bunları anlamak çok daha zordur, çünkü cehenneme giden yolu iyi niyet taşlarıyla döşemişlerdir ve kendileri de insanları “cehennem”e götürdüklerinin farkında değillerdir. “Kılavuzu kargo olanın burnu b.ktan çıkmaz.” cümlesi böyle durumlar için söylenmiştir.

Aydınlanma yolu zorlu bir yoldur ve bu yoldan yürümeyi başarabilen çok azdır. Çünkü burada yürümeyi istemek, ama gerçekten istemek çok büyük cesaret ister. Cesaret deyince Kurtlar Vadisi tiplerini anlar bizim toplum, yumruğumu çekerim dalarım tipi testosteron bombalarına, cesur tipler diye bakılır. Esas cesaret, kendine aynada “gerçekten” bakabilmektir. Hayatına, yaptıklarına, yaşadıklarına, eksikliklerine, güçlü yanlarına… acımasız bir dürüstlükle bakabilme yetisidir. Korkularının, güvensizliklerinin gözünün içine bakabilme gücüdür. “Ben aydınlanmak istiyorum”diyen bir kişinin karşısında da tüm bunlar teker teker karşısında geçit resmi yapacaktır. Ne kadar kaçmaya çalışsanız da olaylar üstünüze üstünüze gelecek ve görmek istemediğiniz duygular sizinle yüzleşmeye çalışacaklardır. Onlarla yüzleşebildiğiniz ölçüde de ileri gidebilirsiniz bu yolda. Yoksa bir gün benim şahit olduğum gibi, karşınıza bir Hintli çıkar da “Aydınlanmak mı istiyorsun? Hadi şöyle yap.” deyip, siz de o hareketi yaptığınızda aldığınız “Tamam, şimdi aydınlandın, gidebilirsin.” yanıtına inanırsanız, yer-gök size bir tarafıyla güler.

Yazıma başladığım geyik muhabbetine dönersem, biz dediğim gibi gülüp eğleniyorduk, ama çok şahit olduk Paşabahçe’den alınmış süs taşlarının üzerine sembol çizilip, çeşitli adlarla satılmasına… Bizim midemiz ve yapımız böyle şeyleri kaldırmıyor pek ve bu yüzden, bu tarz işlere gülüp geçiyoruz, ama bir ölümsüzün bedeninden çıkan ve bulunması imkansıza yakın olan bir incinin, bu kadar rahat sorulabilmesinin altında yatanları görünce de insan üzülmeden edemiyor. Ama naparsınız ki her kurtlu baklanın, bir kör alıcısı bulunur.

Baklaları bir kenara bırakalım da, biz kendinize şu soruyu sorun: Gerçekten bu yol için hazır mısınız? Kendinizle yüzleşmeye ve içinizdekilere acımasız bir dürüstlükle bakabilmeye? Hazırsanız, işte o zaman “içinizdeki cennet”i bulma yolunda yürümeye başlayabilirsiniz. Yoksa gerisi şairin dediği gibi “Laf-ı güzaf”…