90’ların sonunda izlediğimiz “Şeytanın Avukatı” filmini hatırlayanlarınız vardır. Al Pacino’nun müthiş oyunculuğunu sergilediği enfes bir filmdi. Filmin son sahnesi Şeytanın “sonuçta en sevdiğim günah KİBİR” repliğiyle son buluyordu..
Kibir, son zamanlarda en çok düşündüğüm kavram. Çok fazla tuzaklarla dolu, çok kolay yenik düşebiliyor insan. “En doğrusunu bildiğini” sanmak, “başkasına acımak”, “başkalarını yönetmeye kalkmak”, “başkalarını yargılamak”, “akıl vermek”, “kendini üstün görmek”, “kibirsizim” diyerek daha da kibirlenmek.
İçimdeki “linç”çiyi “kibirli”yi “hakim”i sürekli sobeler oldum. Toplumsal olaylara baktığımda hep “iyi” olan taraftayım. Herşey siyah beyaz ve ben beyazım. Ben haklıyım onlar haksız, onlar kötüler, onlar cahiller, onlar doğayı mahvediyorlar, hayvanlara, kadınlara, çocuklara zarar veriyorlar, savaşıp insan öldürüyorlar veya sadece arabanın camını açıp dışarı çöp atıyorlar… Böyle düşünmek beni çok rahatlatıyor ve “haklı” “adil”, “merhametli” tarafta olmanın hazzı bambaşka bir zevk veriyor. Hatta mağdurdan yana davrandığım için de kendimle için için gurur duyuyorum (bir kibir daha! 🙂 )
Özel hayatımda da durum çok farklı değil kendi haklılığımdan o kadar eminim ki çevremdeki insanlarla tartışmalara giriyorum ve onları haklılığım konusunda ikna etmeye çalışıyorum. Ya da sevdiklerimin hayatını kolaylaştırmak için onları yönetmeye kalkıyorum çünkü onlardan daha iyi bildiğimi varsayıyorum. Benim gibi düşünmeyenlere için için kızıyorum..
Ama içerde bir yanım huzursuz. Çünkü hayalini kurduğum, olmasını istediğim dünyaya bu yaklaşım katkı sağlamıyor. Eleştirdiğim sistemi kibrim ve öfkemle daha da besliyorum..
Çatışan, ötekileştiren, küçülten, taraf olan, aşağılayan, kutuplaşmış bir dünyada yaşamaktan yoruldum. Birbirini dinleyen, anlamaya çalışan, ortak paydalarda birleşen, diğerini yücelten ve sevgi ortamının yaratıldığı bir dünyanın hayalini kuruyorum hepimiz gibi.
Oysa linç ederek ve yeni linçlerin yolunu açarak bu hayalimi kendi ellerimle boğuyorum.
Biz bu ortak sevgi dilini geliştirmedikçe hayalini kurduğumuz dünyayı nasıl yaratacağız? Yine çatışma, yine ikilik, yine öfkeyle mi…
Nasıl birarada yaşayacağız ve nasıl ortak bir gelecek kuracağız? Konforlu öfkelerimizden uzaklaşmayı deneyip acaba haklı olma çabasından vazgeçebilir miyiz?!
Birileri mavi renkte diretiyor, birileri sarı rengi istiyor. İkisini birleştirip yeşili nasıl elde edebiliriz..
En doğa severimiz bile doğaya kendi verdiği zararın ne kadar farkında. Ya da en hayvan sever bilinçsizce dengeyi nasıl bozduğunun ne kadar farkında.. Hep başkaları suçlu!
Kıyameti, cehennemi biz yarattık bu dünyada. O zaman cenneti yaratmak da elimizde.
Peki bundan sonra sırada ne var?
Kavga etmeye devam ederek çatışma kültürünü besleyip büyütecek miyiz? Yoksa elimizle beraber kibrimizi ve öfkemizi de taşın altına koyup uzlaşma kültürünü besleyerek sevgi dilini kullanarak yeni bir gerçeklik mi inşa edeceğiz?
Asıl verilmesi gereken karar bu sanki…