Çatıyı temizlerken büyük büyük babanızın yazdığı bir günlüğe rastlasaydınız ne olurdu? Bulunmasaydı sonsuza kadar kaybolacak eski sayfalar ve soyunuzun keşfedilmemiş sırları nasıl hissettirirdi? Hayata gelmenize yardımcı olan birinin seçimlerini, cesaretini, çalışmalarını okumanın, yaşayan bir parça tarihe sahip olmanın yerini ne tutar ki?
Belki büyük büyük babanız size bir günlük bırakmamıştır, çünkü yazı yazmasını bilmiyordu (en azından sizin dilinizde) veya hayatının paylaşacak kadar önemli olduğuna inanmıyordu. Ama siz yazabilirsiniz ve sizin hikayeniz anlatacak kadar değerli.
Bir bilge demiş ki: “Tanrı kadını ve erkeği yarattı, çünkü hikayeleri sever.” Siz sadece bir hikayeye sahip değilsiniz, kendiniz bir hikayesiniz ve paylaşılmaya değersiniz. Yazmak sizi daha önce bazı anlamlarını keşfedemediğiniz tarihinizde bir yolculuğa çıkaracaktir. Yazmak sayesinde seneler içerisinde kazandığınız bilgelikle hayatınızı tekrar yaşayacaksınız.
Yazarlar bildiklerini yazarak öğrenirler. Hayatınızı kağıda dökmekten daha iyi bir başlangıç olabilir mi? Kendinize has izlenimlerinizi, hayal kırıklıklarınızı ve hayallerinizi paylaşın. Acı ve tatlı anları çağırın. Rahatladığınız anları, sevinçlerinizi, algılamalarınızı yazın. Tekrar hatırlayın, tekrar öğrenin ve tekrar canlanın! İster bir kaç sayfa ister yüzlerce yazın (yayınlansın veya yayınlanmasın, pozitif eleştiriler alsın almasın), yıllar içerisinde biri sizi bu yazdıklarınız için sevecektir.
Kendiniz ve hiç bir zaman karşılaşmayacağınız ancak aydınlatmak, kucaklamak ve cesaret vermek isteyeceğiniz sevdikleriniz için yazın. Yazın ki sizin yaşadığınızı, nasıl yaşadığınızı bilsinler. Hem sizin hem onların hayatı bu yüzden daha da zenginleşecektir.
Gelecek nesillere bu armağanınız sadece bir hatırayla başlayacaktir. Her hatıra bir diğerini çağırır. Bu görev korkutucu gözükebilir ama bir sayfa, her gün için bir ani yılda 365 sayfa edecektir. Hikayeniz bir cümleyle veya bir tek kelimeyle başlayabilir: “Ben. Hayatım. Nasıl geçti…”