Herkesin bizim istediğimiz gibi davranmasını bekleriz. Genellikle buna gücümüz yetmez, yapamayız. Bununla birlikte, insanların davranışlarını değiştirmek, bizim gibi davranmalarını sağlamak gibi bir derdimizin olmadığını zannederiz. Ama bu doğru değildir. Öfke dediğimiz o yakıcı duygunun en büyük sebebi bizim bu arzumuzdur. Herkesi olduğu haliyle kabul edememenin şiddetli ızdırabıdır o öfke.

İnsanların şu ya da bu şekilde davranmalarını istemek oldukça geniş bir yelpazeyi kapsar hiç şüphesiz. Birçok zaman ve hatta çoğu zaman o kadar haklı ve masum isteklerimiz vardır ki, kendilerinden söz etsek “böyle bir şeyi istememenin kendisi insanlık dışıdır, haksızlıktır, adaletsizdir” gibi yorumları yapmak son derece kolay ve beklenir bir refleks olurdu.

Birçok zaman da bu istekler adalete ve vicdana sığabilecek nitelikte değillerdir. Kendimizi güçlü bir konumda bulduğumuz anda işler çığırından çıkar. İnsanları zorbalıkla istediğimiz yaptırmaya kalkacak bir ruh hali içerisinde buluveririz kolayca.

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu değerlendirme konusunda kendimiz ehil sayarız genellikle. Mesela, ülke uçuruma doğru yuvarlanmaktadır ama halkımız koyun gibi falanca partiye vermektedir. Biz haklıyızdır, belki de eğitim seviyesi düşük insanların oy vermesi engellenmelidir ve bu durumun yarattığı ızdırap şiddetlidir.

Toplumsal bir konuda verdiğimiz bu örnek hepimize tanıdık gelmiştir. Aslında bu ızdırabı daha çok toplumun  içine karıştığımızda, ailemizle ve arkadaşlarımızla yaşarız. Ah bir sizin istediğiniz gibi olsalar, “her şey çok güzel olacak” tır. Ama olmaz.

Trafikte aracını sizin istediğiniz gibi kullanmayan sürücüler, apartmanınızda sizin istediğiniz kadar sessiz olamayan komşular, iş yerinizde sizi tehdit olarak görmekten vazgeçmeyen yöneticiler ya da o kadar iyi niyetli olmanıza rağmen size yeterince saygı göstermeyen astlar, sorunu çözmek yerine kendisini anlamadığınız için kavga çıkaran karınız, biraz önce her şeyi yerli yerine koyduğunuz halde ortalığı darmadağın eden kocanız ya da çocuklarınız hep olacaktır. Bu örnekler çok uzatılabilir elbette.

Bizler arzularla doluyuz. Arzularımızın ızdıraba yol açtığını söyler bilgeler. İstememek te bir arzudur ki, bunun ızdırabı en yakıcı olan ızdırap yani öfkedir.

Bir nebze olsun bizim standartlarımıza yakın davranan kişileri kendimize arkadaş olarak seçiyoruz zaten. Ama bunlar çok az maalesef.

Hiçbir zaman hiçbir koşulda, hiç kimse bizim arzularımıza uygun davranmayacaktır.

“E o zaman toplum düzenini bozan, hak yiyenler, göz göre göre yanlış yapanlar ne olacak? “  gibi sorular sormaya başladığımızda bu kısır döngüye baştan gireceğiz.

Biz diğerlerini kendimize benzetmeye çalışmaktan vazgeçmeye başladığımızda öncelikle kendi ızdırabımızı dindirebiliriz. Bu büyük bir adımdır. Bariz bir şekilde yanlış olanı engellemek adına bir şey yapabiliyorsak bunu zaten yaparız, bizi kim durdurabilir ki? Ama ya yapamıyorsak, ki genellikle de durum budur.

İnsanlar hiçbir zaman bizim istediğimiz şekilde davranmayacaklar ve davransalardı bile bu ne kadar doğru olurdu bilemiyoruz. Bu kavrayışa ulaşabilirsek bilgelik yolunda önemli bir adım atmış olmaz mıyız?

Gökhan Aksu

Gökhan Aksu 1971 İstanbul doğumludur. Krishnamurti'nin etkisiyle doğu öğretilerine yönelmiştir. Çalışmalarına iş sebebiyle bulunduğu Afrika'da devam etmektedir.