Ortadoğu neden hep böyle karışık diye sordum kendi içime sabah da olanlardan sonra? Bir an şöyle bir his uyandı bende: Ortadoğu dünyanın rahmi. Medeniyetin doğduğu ve yayıldığı nokta. Dünyanın dişi enerjisi orada yoğunlaşmış ve de petrol gibi aslında gayet dişi bir enerjiye de sahip. Bir nevi süt gibi aslında o. Dişinin sütü… Dişilliğinden kopmuş eriller de, onu elde edip kontrol etmek için kapışıp duruyorlar. Peki ne zannediyorlar da bunca kavga oluyor? En güçlü olurlarsa ve hükmederlerse esasında dişiye sahip olabileceklerini sanıyorlar. Peki o dişi ne? Rahim, yani aslında ruhların dünyaya geçiş kapısı. O kapı nereye açılıyor? Tersinden geçildiğinde ilahi aleme… Yani esasında kendi ilahiliğine susamış ruhların, bu ilahi gücü yanlış yerde aramaları tüm bu kavganın sebebi. Tüm her şeye sahip olursa, içinde bir yerde kıpraşan tanrısallığını yakalayabileceğini zannediyor kardeşlerimiz.

Esasında biz de kendi hayatımızda yapıyoruz bunu. Tüm hayatımızı kontrol altında tutabilirsek, her şey istediğimiz gibi olursa “mutluluğu” yakalayabileceğimizi, sonrasında da tanrısallığımıza ulaşabileceğimizi zannediyoruz. Aslında peşinde olduğumuz ölümsüzlük tam da böyle bir şey… Fakat yanlış yere bakıyoruz. O, bir sonraki anda değil, gelecekte bir yerlerde de değil, daha büyük başarılarda da değil, hatta tüm dünyaya sahip olmakta da yatmıyor. O, ŞİMDİ ve tam da BURADA!…

Bunu hissetmek istiyorsak da onu eylemle değil, durarak hissedebiliriz. Peşinde koşmak harekettir, eylemdir. Bu da Yang yani eril enerjidir. Durmak ise Yin’dir yani dişildir. Biz dişile arzu ediyoruz da durmayı bir türlü bilmiyoruz. Dişil enerji aynı zamanda sevgi, şefkat, kabulleniş, teslimiyet gibi nice özellikler içerir. Dişiliyle bütünleşmemiş eril eylemler de öfkeye, şiddete, yoksunluğa, yokluğa, kıtlığa ve savaşa sebep oluyor. Bu günlük hayatımızda da, dünyada da böyle tezahür ediyor. Ve de bir teoriye göre insanlık daha önce kendini yok etti. Evet, biz zaten kendimizi yok ettik ve ilahi güçler bir daha denememiz için zamanı geriye aldılar ve şimdi yeniden deniyoruz. Birçok şey bu yüzden tanıdık geliyor; çünkü olan zaten çoktan oldu.

Elbette ki buna dair bir ispat yok, zaten olması mümkün de değil. Ama zaten kendimize şöyle bir döner bakarsak, gidişatın bu yönde olduğunu görebiliriz. Fakat işte şimdi bir tercih yapma zamanı geldi. Tam da şu an bir soru var karşımızda… Neyi seçeceğiz? Yapmayı mı, yıkmayı mı? Sevgiyle şefkatle yaratmayı mı, yoksa öfke ve nefretle yok etmeyi mi? Her ikisi de içimizde var. Dünya gezegeni ikiliklerin gezegeni ve her iki seçimi de yapabiliriz.

Peki bu sadece benim seçimimle mi olacak? Başkaları bunu seçmezse ne olur? Sen yürekten yap bu seçimi ve neler olacağını gör. Bu noktada neyi istemediğimize değil de, neyi istediğimize yöneltmemiz odağımızı püf nokta… Çünkü evrensel sistem odak üzerine çalışıyor. Sen bunu istemiyorum dediğinde aslında oraya odaklanıyorsun ve onu güçlendiriyorsun. Her birimiz gözlerinden ışın çıkan Süper İnsanlarız esasında ve o ışınlar baktığımız yere güç veriyor.

Mesela benim ülkem için odağım “Neşeli bir Akdeniz ülkesi; Türkiye” üzerine. “Amaaan Hasan, gerçekçi ol, böyle karmaşada nasıl olur bu?” Sen karmaşaya bakıyorsun ve gücünü oraya veriyorsun, karmaşa artıyor. Çevir odağını ve belki henüz tohum halinde olan bu düşünce güçlensin.

Üzerinde yaşadığı toprakla, tarihle, kendisiyle, birbiriyle, dünyayla barışık, neşeli, gülümseyen, bolluk bereket içinde bir Türkiye. Dünyaya kaosun nasıl verimliliğe dönüştüğünün örneği olmuş. Ruhla aklı bir beden etmiş, farklılıklarıyla kucaklaşmış, bütünleşmiş bir ülke… Dünya’ya da bu bağlamda tetikleyici olmuş bir kilit taşı…

Peki nereden başlayacak bu vizyon gerçekleşmeye? Benden… Sistem içeriden dışarıya işliyor? Dışarıdan içeriye akanlar ise, içeride şifalanıp yeniden dışarıya akması için… Ve de bunu kimse bizim için yapmayacak… Yapamaz da… Ancak kendi hayatlarımızda biz başlatabiliriz sevgili Süper İnsan kardeşlerim.

Bu da içimizdeki erilin, dişiliyle kucaklaşmasıyla, bütünleşmesiyle ve dişilden aldığı sonsuz enerjiyi kullanan erilimizin ilahi yaratımlarıyla olabilir. İster erkek, ister kadın bedeninde olalım. Değişim böyle başlayacak…

Okuduğum bir kitapta diyordu ki: “Eğer işler çok karışıyorsa, içinden çıkılmaz hale geliyorsa, zorlaşıyorsa; bil ki yanlış yönde ilerliyorsun. Arabanı tam tersine çevir…”

Şimdi seçim zamanı… Ben kendi adıma seçimimi yaptım ve yok ediciliğimin farkında olarak yaratan İnsan olmayı seçiyorum. Dişilimin yoksunluğunun farkında olarak, dişilimle kucaklaşmayı ve hayatımın onun gücü ve bilgeliğiyle yaratmayı seçiyorum. Ve de her ne kadar öte alemin nasıl bir cennet olduğunu hissetsem bile, bu bedende ve bu gezegende olmanın nasıl bir cennet olduğunun farkına vararak, bilinçli bir şekilde hayatımı ve dünyamı cennete dönüştürüp buralarla öyle vedalaşmayı seçiyorum… Teşekkür ederim… Oldu… Oldu… Oldu… 🙂 

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...