İnsanoğlu hep Tanrı’ya öykünür.
Hadiste “ben kulumun zannı katındayım” diyor ya.
Artık zannı ne kadarsa, havsalası ne kadarsa,Tanrı’yı kesin sınırlı görüyordur da, sınırlarını ne kadar geniş hayal ediyorsa…
O’na benzemek ister.
Çok tanrılı dinlerde de böyleydi, tek tanrılı dinlerde de böyle.
Omnipotent, herşeye gücü yeten Tanrı, ya da diğer güçlere sahip tanrılara benzemek istemesinin sebebi, hep hak etmediklerine kavuşabilme ayrıcalığı…
İnsanoğlunun en büyük, ve aslında belki de tek zaafı bu.
Hak etmediklerini talep etmek.
Dinlerin vaadi de hep budur, kurallara uyarsan, hak etmediklerine de kavuşursun…
Ama aslında, insan Tanrı’yı kıskanırken, en derinden istediği, sadece, inandığı Tanrı ya da tanrılar kadar ölümsüz olmak.
Siyasetçiler de bunu umar, büyük hayırseverler de.
Diktatörler de, fedailer de, canlı bombalar da.
Ama Tanrı kadar ölümsüz olmak, dünya tarihindeki satırlarınızla ilgili değil.
Yerel ve güncel düşünenler bundan emin, ama ansiklopedi maddeleri evrensel değil.
Gerçekten ölümsüz olmak istiyorsanız, ki insan olarak doğan herkes ister, o zaman yerel ve günceli aşın.
Tanrı’ya, ya da tanrıçaya, ya da tanrılara, yeryüzünden bakmayın.
Ya çok yukarıdan, ya çok içeriden, daha da iyisi ikisi birden, ama yeryüzünden değil.
Ama en iyisi, ölümlü olmanın anlamını kavramak.
O zaman Tanrı’ya öykünmekten, O’na hizmete geçersiniz.
Ve odağınız ölümsüzlük yerine, çok daha büyük bir amaç için, ya da sadece zamanı geldiğinde, bedenden ve deneyimden özgürleşmeye dönüşür.
Evrenden bakabilirsek, ölümsüzlük, amaç değil, araç.
Evrensellikte buluşalım…