Biz Türklerin güzel bir özelliğimiz var. Yurtdışına çıkana kadar bu özelliğin bende ne kadar yer ettiğinin ve hayatımı ne kadar kolaylaştırdığının farkında bile değildim. Hatta üzerinde araştırmalar yapıldığını duyduğumda, papazların pazar sabahı vaaz konusu olarak bunu seçtiklerine denk geldiğimde şaşkınlığım bin kat daha arttı. Öyle ya ne kolaydı bizler için, benim için “hayırlısı” diyebilmek; “Hayırlısı buymuş” deyip gülüp geçebilmek…

 

 

Bu kavramı ilk defa ne zaman öğrendiğimi hatırlamıyorum bile. Aileden, okuldan veya arkadaşlarınızdan öğrenip senelerce bilinçsizce kullandığınız pek çok şeyi, alıştığınızın dışında yabancı ortamlarda kaldığınızda farkediyorsunuz. Sadece dünyaya değil kendinize de başka bir gözle bakıp sizi siz yapan taraflarınızı ilk defaymış gibi görerek hayrete düşüyorsunuz. Kontrolüm dışında gelişen pek çok olayda, özellikle sonuçları istemediğim şekilde olursa, “amaaan hayırlısı olsun” deme alışkanlığım vardır oldum olası. Önceleri çok bilinçsizce belki de sadece etrafımdakiler kullanıyor diye alışkanlık edindiğim şey, daha sonra bilinçli olarak bütün evreni içine alan ilahi bir sistemin varlığına ve bu sistemin daima benim yararıma çalıştığına inanınca kendimce bir temele oturdu. Ancak görüyorum ki ister alışkanlıkla ister başka sebeplerle olsun kullandığımız bu kelime aslında insanın hayatı algılayışının önemli bir aynası olabiliyor.

 

Kültürümüzün bir parçası olarak bize hediye edilen bu kavramı “pozitif düşünce” açısından incelemek istiyorum. Pozitif düşünce deyince genelde ilk akla gelen ” Hayat çok güzel”, “Ne istersem başarabilirim”, ” Bugün harika hissediyorum” gibi cümleler kullanmak veya özel ilişkilerimizden Hollywood vari bir son beklemek oluyor. Pozitif olmak demek sadece hayatta başarı kazanabileceğimizi düşünmek, olumlu cümleler kurarak konuşmaya çalışmak değil, aslında bundan çok daha derin anlamlara sahip. Psikolog Martin Seligman’in bu konuda iki yıl süren ve 70 çocuk üzerinde uyguladığı bir araştırması var. Seligman’a göre pozitiflik yaşadığımız olayların sebeplerini nasıl algıladığımızda ve bu sebepler hakkındaki düşünme şeklimizde yatıyor. Kalıcı, Bulaşıcı, Kişisel olarak üçe ayırabileceğimiz bu düşünme şeklini ise çocukluğumuzda geliştiriyoruz ve hayat boyu kullanıyoruz. Örnek vermek gerekirse basınıza kötü bir olay geldiğinde bunun hiç bir zaman düzelmeyeceğini ve kalıcı olduğunu (kalıcı), hayatınızdaki diğer olaylarda da başınıza hep kötü şeyler geleceğini (bulaşıcı) ve hatanın daima sizden kaynaklandığını (kişisel) düşünebilirsiniz. ” Hayırlısı” kavramını pozitif düşünceyle birleştirirken özellikle “kişisel” olarak değerlendirilen kriterin üzerinde durmak istiyorum. Başımıza gelen kötü olayların ne kadarı kişisel hatalarımızdan kaynaklanır? Gerçekten hepsi bizim hatamız mıdır yoksa olay elimizde olmayan sebeplerden ötürü mü bu şekilde gelişmiştir? Duruma göre her ikisi de geçerli olmakla birlikte anlatmaya çalıştığım bunlardan bir tanesinin deneyimlerimizi algılayışımızda ağır basması ve hayat gerçekliğimizi oluşturması. Peki bunun ne zararı var diye sorabilirsiniz. Gerçekliğini, hatanın kendisinden kaynaklandığı ve daima kendisinde bir eksiklik bulunduğu üzerine kuran pek çok kişi pozitif insanlardan üç açıdan farklılık gösteriyor: Birincisi depresyona girme eğilimleri daha fazla, ikincisi fiziksel sağlıkları daha bozuk, üçüncüsü ise işte ve okulda daha az başarı gösteriyorlar. Bütün bunlar kişinin sadece kendine verdiği zararlar olarak düşünülebilir ancak yukarıda belirttiğim gibi olayların sebepleri hakkındaki düşünme şeklimiz çocukluğumuzda belirlendiğine göre bu tür bir anne babaya ait bir çocuk için çok da fazla bir seçenek kalmıyor.

 

Oysa “Hayırlısı” kavramının doğasında, sebepleri kendi dışında aramak vardır. Aramaktan ziyade bir kabulleniş ve teslimiyet söz konusudur. İşte farkta burada oluşur. Bu kabullenişin getirdiği rahatlık farkında olmadığımız bir iç huzuru yaratır ve çoğu zaman gereksiz yere kendimizi suçladığımız durumlardan bizi korur. “Hayırlısı” kavramı özünde kader inancından kaynaklanır. Bu yüzden de bizim dışımızda ve tam olarak nasıl çalıştığını anlayamadığımız bir sistemin varlığı devreye girer. Bu sistemin çalışmasında, olan her şeyin bütünün hayrına olduğu inancı vardır. Yani bizi de içine alan ancak bizden büyük bir birlik, bütünlük mekanizması iş başındadır. Bundan kastım her şeyi kaderin eline bırakıp hiç bir çaba göstermeden teslimiyet değil kesinlikle. Bir taraftan her şeyin bizim suçumuz olduğunu düşündüğümüz, sürekli kendimizi suçladığımız bir yol, diğer tarafta ise elimizden gelen çabayı göstermemize rağmen aleyhimize gelişen bir olayda sonucun gene de bizim hayrımıza olabileceğini düşünen bir bakış açısı. Hangisi daha yaratıcı, verimli ve en önemlisi sağlıklı bir hayatı mümkün kılar sizce? Psikologların ifadesine göre Amerika 1960’lardan itibaren ağırlıklı olarak ilk yolu seçen (kişisel /kendini suçlayan) bir toplum. Geçen kırk yılın getirisiyse, çocuk genç farketmeksizin depresyon vakalarının o zamanlara oranla on kat artması, ilaç kullanımının en yüksek düzeye ulaşması ve toplumda insanların en ufak hatalarında looser (kaybeden) olarak etiketlendiği bir bakış açısının oluşması.

 

Kendi toplum yapımıza baktığımızdaysa tam tersi yönde bir aşırılık görüyoruz. Kader inancını baş tacı yapıp çoğu durumda gerekeni yapmadan ” Hayırlısı buymuş” a sığınıyoruz. Bilinçsizce kullanılan bu tür bir teslimiyet ise tembelliğe götürüyor bizleri. Hem düşünce hem de faaliyet tembelliğine… Aklımızı ve kapasitemizi devreden çıkarıp daha sonra da “e napalım böyle olması lazımmış” diyoruz. Halbuki “hayırlısı”, yerinde ve dozunda kullanıldığında anlamını bulur ve sistem gerektiği şekilde işler. Siz elinizden geleni yapıp gerisini evrenin o muhteşem düzenine bırakırsınız. İşte o anda her şey olması gerektiği gibidir.

 

“Hayırlısı” kelimesini artık bilinçsizce kullanmıyorum, tam tersi her seferinde dünyaya ve evrene güvenimi bir kez daha sözlü olarak ifade ettiğimi düşünüyorum. Kabullenişle birlikte gelen güven kendimle veya başkalarıyla yapacağım gereksiz mücadeleleri bıraktırıyor bana, onun yerine enerjimi daha yaratıcı alanlarda kullanmamı sağlıyor. Hepimiz hayatımızda sağlıklı bir bedenden daha fazla şeyler istiyoruz. Sağlıklı bir düşünce yapısı, sağlıklı bir ruh hali, isteklerimizi başarmak, anlamlı yaşamak gibi . Edindiğimiz iç huzuru ve dünyaya güvenle bakabilmek bize bunları gerçekleştirecek mücadele gücünü veriyor. Ama sonuçları ne olursa olsun kendi lehimize olduğunu bilerek.

Berna Köker