İnsan bedeninin kendine ait bir zekası var.
Mesela, ihtiyacınız olan gıdayı canınız ister, veya size zarar verecek şeyler vücuttan sindirilmeden çıkar.
Ya da, yaraların olduğu bölgeye güç gider, yanıkların olduğu bölgeler soğur, filan.
Kinesiyoloji başta olmak üzere, bedenin kendisine teşhis ve tedavi seçtiği bilgeliği takdir eden bir çok disiplin de var.
Ama beden kendine ait temel seçimler dışında, zihnin hizmetkarıdır.
Zihnin seçtiklerini yaşar, ve hatta, kendi istekleriymiş zanneder.
Buna göre fiziksel “hisler” yaratır.
Ama zihnin istemediklerini de, istemediğini zanneder.
Psikolojik denen fiziksel semptomların, ya da, psikosomatik rahatsızlıkların nedeni budur.
Zihin bedeni sınırlar, ve direnmesini emreder.
Başta cinsellik olmak üzere, bu direnç, bir çok hastalık yaratır.
Bugün yaşadığımız türden sosyal olaylarda da, ekonomik krizlerde de, libido durur.
Zihin bedene “dünyaya çocuk getirmek riskli” mesajını gönderir.
Cinsel enerji saklanır, beden cinsellikten uzaklaşmak için bir sürü bahane yaratır.
Ama sonrasında, yani savaşlardan, krizlerden sonra, libido patlar.
Binlerce yıldır olduğu gibi, insanlar bolluğu ve umudu, cinsellikle kutlar.
Çünkü zihin, “hayatta kalmak için, hayatta kalabilecek çocuklara tutunma zamanı” mesajı vermiştir.
Ve beden bunun gereklerini yerine getirir.
Diğer taraftan, cinselliğin yaratacağı sükunet ve şifa, böyle dönemlerdeki sosyal ve kişisel gerilimler için önemli bir katkı.
(Şart diyecektim de, tehditler artmasın diye demedim.)
Üstelik direnen beden üzerinden, hayata, umuda ve neşeye tutunmanın da keyifli bir yolu.
Hele hele, doğum kontrolü kavuşmasız aşkı öldürmüş olsa bile, cinselliği sorumsuz ve sorunsuz bir keyfe dönüştürmüşken…
Özellikle böyle dönemlerde, zihninize söz geçirin.
O da bedeninize söz geçirsin.
Umut ve neşe reçetesinde varmış gibi, hayata cinsellikle tutunun.
Belki savaş var, belki yeni savaşlar da mümkün.
Ama siz, ne başkalarıyla, ne kendinizle savaşmayın.
Savaşmayın 🙂