Zaman içinde bazı değerlerin, insanlık arasında anlamını ve önemini yitirdiğini ve daha sonra yeniden değer kazandığınıtarihi akış içinde görmekteyiz. Bu devirler yasasınınsonucudur. Bu yasayı bilenler, insanlığın ihtiyaç duyduğu değerlerin kaybolduğu zaman bunların yeniden ortaya çıkması içinçaba harcamışlardır. Bu değerler arasındahoşgörü, saygı, sevgi, cömertlik, gönüllülük, dürüstlük, sağ duyu, yurtseverlik merhamet hemen hemen aklımıza geliveren sayabileceğimiz erdemlerdir.
İnsanlık bu tür zamansız değerlere her zamanihtiyaç duyar. Çünkü bu değerlerinsanlığın bilinç ve nitelik açısından gelişmesi, daha insani bir dünya kurabilmesi, insan olabilmesi için gerekli olan değerlerdir.Bu değerlerzamansız bir niteliğe sahip olduklarından tüm zamanlardave halklardageçerliliğini koruyabilmişlerdir.
Tarihi incelediğimizde, bu insani değerler, insanlar arasındaki değerini ve gerçek anlamını yitirdiğinde insanlığın orta çağlar denilen zamanların içine düştüklerini ve büyük acılar yaşadıklarını biliyoruz. Bunun en yakın örnekleribatı dünyasının yaşadığı ortaçağkaranlığıdır. Hoşgörü, sevgi, anlayış, sadakat, nezaket gibi değerlerin unutulupgömüldüğü, ve bunların yerine nefret, şiddet, fanatizm, öfke, bencillik gibigeçici ve hizibe yol açan değerlerin aldığını görüyoruz.Bu yıkıcı insanı, insanilikten uzaklaştıran değerler hem birey, hem de toplum düzeyinde her zaman acılara neden olmuştur. Öyleyse günümüzde bile bazı insan ve toplumlar neden hala aynı yıkıcı ve acı verici değerleri el üstünde tutmaktadır ?Öyle görünüyor ki tarihten, geçmişte yaşadığımız olaylardan, bir şey öğrenmediğimizve ders almadığımız anlaşılıyor.
Bildiğimiz gibi insan, toplumsal bir varlıktır. Yani diğer insanlarla birlikteyaşama ihtiyacını duyar. Diğer insanlarla birlikte yaşamanın gerektirdiği bazı değerlerortaya çıkarılmazsa, birlikte yaşam bir savaşa , birbirini düşman gören ve zarar vermeye çalışan, amaaslında bulundukları dalı kesen bir duruma dönüşür.
Her insanda başka bir zenginlik vardır. Bu zenginlikler paylaşıldığında bir dayanışma ortaya çıkar. Her birimizde başka bir insanın ihtiyaç duyduğu bir güç bir zenginlik vardır. Aynı şekilde bizim ihtiyaç duyduğumuz bir değer, bir destek de başka bir insanda bulunabilir. İnsanlar dayanışma içinde, gönüllü olarakbirbirlerine yardım etmeyi bilirlerse, eksikliklerin ve fazlalıkların birbiriyle uyum içinde olduğu bir toplumsal yapı kurulabilir. Ancak bencillik ve yıkıcı rekabetin sonucu insanlar kendilerindeki zenginlikleri paylaşmaktan kaçarlarsa bu bencillikleri, ihtiyaç duyduklarını da elde edememelerine neden olur.
İçinde yaşadığımız dünyada, öne çıkan tüketim tutkusu kötü rekabet ve bencillik gibi yıkıcı ve geçici yeni değerler gönüllülük değerinin zayıflamasına ve gücünü yitirmesine neden olmuştur. Alış veriş zihniyetiyle hareket eden günümüz insanı her davranışında ekonomik değer aradığından gönüllülük değerinden uzaklaşmaya başlamıştır. Bunun sonucu; insan insanlar ile ilişkilerinde, doğayla olan ilişkilerinde ve kendisiyle ilişkisinde önceliklerin en başına ekonomik faydayı koymasıyla acı çekmeye başlamıştır. İnsan yalnızdır, çünkü dostluklarını ekonomik fayda üzerine kurmaktadır. İnsan doğa karşısında bir yabancı gibidir, çünkü doğaya sadece ekonomik gözle bakmaktadır. İnsankendisine hızla yabancılaşmaktadır, çünküekonomik gözlüklerle pisişik, zihinsel ve manevi ihtiyaçlarını görmemektedir. Günümüz insanınınproblemlerinden çıkış yolunun, erdemlerin topluma daha çok maledilmesine ve bizlerin gönüllü çabalarına bağlı olduğu görülüyor.
Bencillikten, çıkarcılıktan ve fevri hareketten uzaklaştıkça insanlığa yaklaşılabileceğini, insanın içindeki kötüyü yok etmenin ancak manevi değerlerelde etmekle mümkün olacağını, bunun da ancak kişisel disiplin ilepekiştirileceğini, ölçülü ve akıllı olmak gerektiğini, sevginin koşulsuz paylaşılmasıyla büyüyeceğini, erdemli her insan bilir ve uygular.
Gönüllülük, yani hissederek ve bilerek bir insana, doğaya yardım etmek, elindeki zenginliği insanlarla ve doğayla paylaşmaktır. Gönüllülük; yardım ve hizmetle eşanlamlı tutulduğu gibihizmet de insan sevgisiyle eş anlamlıdır.Onun için yardım, hizmet ve insan sevgisinin birbirleriyle eşit olduğu görülür. Sadece gösteriş için yapılan gönüllü çalışmalar bilinçten yoksun olanlardır. Bu nedenle süreklilik göstermezler. Gönüllülüğün ne kuralı ne de sınırı vardır. O bütün yükümlülüklerin dışındadır, bütün güzelliği de hür olmasındadır. Gönüllülük, insanın yalnız başına hiçbir zaman hissedemeyeceğini hissetmesine neden olur.
Ağır yaşam koşullarını hafifletmenin ve mutlu olmanın en güzel yolarından birisi, zaman zaman günlük yaşamın zorluklarındanuzaklaşarakyaşama gönüllülük duygusunu katmaktır. Gönüllülük, insanların başka insanlara hizmet etmek amacıyla bilgi, birikim, deneyim, emek, zaman ve maddi maneviolanaklarını kullanmaları demektir. Gönüllülüğün en önemli koşulu, verdiklerimizin karşılığında, vermenin mutluluğundan başka hiçbirşey beklememektir. Gönüllülük çok yüce bir duygudur, sizin gölünüzde doğar cömertliğinizle yaşar. Gönüllü hizmetler insanı yücelten, geliştiren, insanlarla bütünleştiren ve yaşamı güzelleştiren çalışmalardır.
Tek başımıza da olsak eğer gönüllü olarak bir insana, bir canlıya yardım edebiliyorsak, dünyadakiküçük bir sorunu çözme kapasitemizvar demektir. Bu insanın kendine olan güven duygusunu geliştirir. Böylece vurdum duymazlığa düşmeden herkesin bir şeyler yapabileceğikanıtlanmış olur. Gönüllü çalışma insanları birleştiren, kaynaştıran büyük fırsatlar yaratır. Gönüllülükbir toplum içinde, diğer insanlarla birlikte yaşadığımızı fark etmemizi sağlar. Gönüllülük ile içinde yaşadığımız toplumu, doğayı ve dünyayı güzelleştirebiliriz.Gönüllülükle insan sıcaklığını hissedebiliriz. Gönüllülükleyeniden insani boyutumuzla karşılaşabiliriz. Gönüllülük, kalpten bir el uzatma, bir sesleniş, insanın unutamayacağı anlardır.Gönüllü çalışma insanların kalbine ulaşır.Gönüllülük kalplerin konuşmasını sağlar, bu insanın gücüdür, büyüsüdür.
Kaynak: Yeni YüksektepeDergisi / Güner Örücü