Bu sene bahar gecikmeli geldi. Ha geldi, ha geliyor derken nisan ayını da ortaladık. Sonunda güneş içimizi ısıtmaya, doğa yüzünü bin bir renkte çiçeklerle süslemeye başladı. Ağaçlar sonbaharda döktüğü yaprakların yerini çoktan yenisiyle donatmaya başladı. Sanırım ben de, doğanın bu sonsuz dönüşümünden payıma düşeni yaşamaktayım. Uzun süredir sancısını çekmeme rağmen, son ana kadar hala yazımı oluşturabilmiş değilim.

Konumuz bahar, hani o büyük şairi yoldan çıkaran havaların yaşandığı bahar… Ne güzel, ne doğru demiş üstat:
Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli

Doğanın bir parçasıyız doğayla iç içe yaşamaktayız. Teknolojimiz doğaya kafa tutsa da ondan ayrı olduğumuz düşünülemez. Her geçen gün bilimimiz bunu ispat etmekte, tekrardan bir ‘doğaya dönüş’ yaşanmakta. Kim ne derse desin doğadan, doğal olandan uzaklaştıkça aslında kendimizden de uzaklaşıyoruz, kendimize yabancılaşıyoruz. Ruh ve beden sağlığımızı kaybedip yalnızlaşıyoruz, karıştığımız kalabalıklara tezat. Oysa her şeyin örneği de çözümü de doğada mevcut. Ah bir görebilseydik!…

Doğayı iyi izlemeli insan. Doğayı örnek alıp içimizde, üstümüzde taşıdığımız yüklerden kurtulmalıyız. Geçmişte kalan ve bize hiç yararı olmayan ağırlıklardan kurtulabilmeliyiz. Tıpkı ağaçların sonbaharda bir önceki yıla ait tüm kurumuş yapraklarını döktüğü gibi. Bir ağaç, bir zamanlar kendisine hayat veren, enerji sağlayan, güzelleştiren, rengarenk ve sevinçle öten kuşları cezbeden yapraklarına ve çiçeklerine, sonbahar geldiğinde sorunsuzca veda etmeyi bilir. Toprağın çağrısına karşı koymakta zorlanan yapraklarını ve meyvelerini üzerinde tutmak için pek fazla direnmez. Sevgiyle ve şükranla salıverir onları. Görevini tamamlayan kurumuş yaprakların tümünü salıverir çırılçıplak kalma pahasına. Oysa bütün bir kış soğuk içine işleyecektir ağacın. Yapayalnız kalacaktır belki bir süre, kendi içine dönecektir sonra. Böylece kendi müthiş potansiyelini yeniden hatırlar. Yeni sürgünler, yeni dallar, yeni çiçekler ve meyveler ancak ondan sonra gelecektir. Ve tabi “Aşk” da…

İnsan doğayı örnek almalıdır demiştik ya. Gidene, gitmek isteyene, gitmek için hamle yapana dur dememelidir. Zorlamamalıdır hassas şartları, kırmamalıdır nazik dalları. Sonbahara eren bir ağaç gibi olmalı insan, sevgiyle bırakabilmelidir bir veda busesiyle. Giden, artık geçmişte kalmış, kurumuş yaprak gibidir artık. O haliyle kalsa da zaten bir yararı dokunmaz kimseye. Oysa onun yeniden eskisi gibi canlanabileceğini ummak beyhudedir. O çoktan sizin hayatınızdan çıkıp gitmiştir. Tekrar gelirse eğer onuda o zaman düşünürsünüz ama şimdi ve bugün, bırakmalıdır inançla ve sevgiyle ancak o zaman geri dönebilir, suya ve toprağa karışıp besleyici bir yapı taşı olarak ve yeniden filize, yaprağa ve çiçeğe –hatta ete kemiğe- dönüşerek. Tüm evrenin aslında tek bir yürek olduğundan habersiz, işte o zaman coşkulu bir aşkla yeniden başlayacaktır ‘bahar’.

Bahar ayları yeni aşkların ayları olarak bilinir hep, kışın uzun süren soğuğundan, iç ısıtan bahar güneşiyle kurtulan insan hafifler birdenbire. Sevinçle dolar ve içindeki yaşama sevincini paylaşmak ister birisiyle. Bir başka deyişle biriyle bu coşkusunu paylaşmak, “aşık olmak” ister!. Evet “Baharda aşk başkadır” çoğu zaman, doğanın biyoritmiyle eşzamanlı çarpar yürekler. Kavuşmak, birlikte olmak iç güdüsüyle hiç bitmesin istenir birliktelik. Ah! ne güzeldir dünya o an. Gözler ondan başka hiçbir şeyi görmez olur, kulaklar duymaz!.. “Bir rüya gibidir” her şey ve bir rüya gibi de sona erer çoğu zaman. Sevgiye dönüşebilen çok azı hariç, bir çok aşk hüsranla biter sonunda. Sevinçle ve içtenlikle içeriye buyur edilenler, derin yaralar da açabilir savunmayı bilmeyen naif yüreklerde. Kendini tanıma yolundaki kusurlu benlikler, hiç hesapsız sonuna kadar açılmış bir kalbe tüm zehrini bırakabilir. İyileştirmek için zaman denilen hekimin uzun yıllar uğraşması gerekecektir bundan böyle…

Baharı yaşamalı hissetmeli, tadını çıkarmalıdır insan ama gelip geçici sıcak havaya da aldanmamalı tedbirli çıkmalıdır dışarı. Üşütmeler, hasta olmalar ateşlenmeler bu yüzden çok olur bahar aylarında. Tabi aşk yaraları da… Küçük yaşlardan beri aşkın gücünü çok duymuşuzdur ve buna inanarak büyümüşüzdür. Oysa içinde sevginin olmadığı bir aşk hüsranla bitmeye mahkumdur. Bazılarınızın, “nasıl, içinde sevgi olmayan aşk mı?” dediğinizi duyar gibiyim. “İçinde sevgi yoksa ne vardır peki?!” Sevginin yerini arzu, cinsellik, hırs, gösteriş, çıkar ilişkisi, ego şişirme yada narsizm doldurmuş olabilir. İşin ilginci bu illüzyon içinde taraflardan en az birisi, işin aslını hiçbir zaman bilemez. Aşk bittiğinde çekilen acının nedeni de bir türlü anlaşılmaz. Üstelik dışardan birisinin anlatmasıyla bile anlaşılmaz, yaşanacak ve görülecektir çaresiz.

Aşka inanmadığım düşünülmesin, aşığın ahvalini bilirim elbet ama gördüğüm kadarıyla, aşk kelimesini gerekli gereksiz o kadar çok kullanır, o kadar çok duyar olduk ki, aşk da kendinden utanır olmuştur sanırım. Günümüzde artık gözümüze gözümüze sokulanlardan gördüğüm kadarıyla genç ünlülerimizin neredeyse her ay, bir başka partnerle – hatta aynı anda- yaşadıklarına “aşk” demelerine dayanamıyorum. Buna benim terminolojimde başka bir şey demek daha doğru olur belkide. Elbette bir Leyla-Mecnun, bir Romeo-Juliet aşkları beklemiyorum ama bari “aşk” kelimesini yaşadıklarınıza karıştırmayın demek isterdim. Aşk da günümüzdeki kavram kargaşasına, yozlaşmaya ayak uydurmuş sanki. Yaşadığımız dönemin olağanüstü özelliğinden olsa gerek. Mah ve Şer, iyi ve kötü iç içe geçmiş, kolkola girmiş durumda.

Bu gün artık aşk denilen şeyin büyük bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Kendi tek kişilik hayal dünyasının bir ürünü. Öyle bir illüzyon ki “o” geldiğinde, bulutların üzerinde olduğunuz için, göremediğiniz hatta görmek istemediğiniz, yok saydığınız adeta gözlerinizi ellerinizle kapattığınız bütün özellikler, huylar, o gittiğinde inanamadığınız kabullenemediğiniz tiksindiğiniz bir karaktersizlik olarak gözünüze batıyor, acıtıyor. “Görmek” zorunda kaldığınız gerçekler canınızı çok yakıyor. Traji-komik olan ise, kişi aynı kişi aslında. Siz görmek istemediniz, yada değişebileceğini umduğunuz için şimdi canınız yanıyor. Oysa kesin olarak kendinizden başka hiç kimseyi değiştiremezsiniz.

Bir şey canınızı çok yakıyor, içinizi çok acıtıyorsa, size ait değiştirmeniz gereken bir şeyler var demektir ve aşk, insanı bu gerçekle yüzleştirerek değişime zorlayan en önemli güçtür. Aşk bir insanı her yönüyle değiştirebilir. Bu olumlu da olabilir olumsuz da kuşkusuz. Aşk geldiğinde “ondan” başka her şey anlamsızlaşır, ya da dünya bambaşka renklere bürünür. Daha önce hiç görmediğiniz renkler görürsünüz de bu renkleri onun da görmekte olduğunu yanılgısına kapılırsınız. Oysa görmekte olduğunuz dünya yine aynı dünyadır, değişen sadece bakışımızdır. Sanki büyülenmiş yada kafayı çekmişizdir. Aşkın büyüsü geçince dünya eskisinden daha kötü olmaz, olsa olsa yine eskisi gibi olur yalnızca. Dibe vurulur depresyonlara girilir de sonradan şaşarız , ne şaşkın olduğumuza. Aşkın bu yönünü bilenler, bu çılgınlığın çaresiz bir hastalık, bir nevi uyku hali olduğunu bilir, kabullenirler çaresiz. Bir de aşık olma hastalığı, eskilerin “şıpsevdi” dedikleri bir durum vardır ki temelinde amansız bir sevilme ihtiyacı/hastalığı, bağımlılık yatar. Aslında tüm bu yaşananlar ve sonrasındaki dibe vuruş bir çeşit içe dönme, kendinle yüzleşme fırsatı verir. Antideprasanlar yerine bu yüzleşmeyi göze alabilenler, hatalarını anlama ve yaşamlarını anlamlandırma konusunda eşsiz bir fırsat elde etmiş olurlar ya o da ayrı bir konudur.

Şunu da söylemem gerekir ki -istisnalar hariç tabi- beşerin aşkına inanmıyorum artık. Küçük insanların büyük aşkları olabileceğine, hastalıklı kişiliklerin sağlıklı aşklar yaşayabileceğine inanmıyorum. Müptela kişiliklerin limitsiz aşklar yaşayabileceklerine, ölümlülerin en azından ölüm korkusu taşıyanların ölümsüz aşkları olabileceğine de. Kendini sevmeyen, saymayan birinin başkasını sevip sayabileceğine inanmıyorum. Amacına ulaşamayınca fiziksel şiddete başvuran, düşük frekanslı iç güdülere ve kişisel üstünlük kurmaya, beklentiye, ince çıkar hesaplarına, sahip olma içgüdüsüne, hastalığını ve sorunlarını diğerine yıkmaya, sömürmeye, kullanmaya “aşk” diyemiyorum. İşte bu yüzden aşktan sevgiden önce o insanı tanımalıdır. herşeyden önce kendini sevmeli ve saymalıdır. Bilinmelidir ki yanlış bir insan, hayatınızdan çıksa bile etkisi uzun yıllar üzerinizde kalacaktır.

İlahi aşk hariç, bitmeyecek aşk yoktur. Aşk; ayna tutup, kişinin hırs, kibir, yargılama, gösteriş vb. gibi zayıf yönlerini ona gösterdikten sonra değiştirip düzeltebileceği gücü, motivasyonu vererek gerçek sevgiye dönüştürebildiğinde asli görevini ifa etmiş olur. Bu, zaman ve emek ister. Günümüzde artık kimsenin buna ayıracak zamanı yok. Arı gibi çalışıp, balı alıp kaçma telaşında çoğunluk. Kuşkusuz bu herkesin kendi seçimi, farkında olmadan düşük titreşimli duyguların anaforuna kapılıp, tutkularının eseri de olabilir yada farkına varıp daha yüksek titreşimli bir utkuya da yönelebilir zamanla insan. Bana göre; genellikle zaman kaybı olan sanal bir haz, sanal bir mutluluk yerine, gerçek önkoşulsuz özgür bir sevgi, çok daha büyük bir erdemdir. Bir de tanrısal aşkı, dünya ve insanlık için görev ve sorumluluklarını uzun süre unutacak bir yanılsama içinde beyhude kalmamalıdır insan. Yunusun “mal da yalan mülk de yalan, var birazda sen oyalan” dediği gibi, içinde sevgi ve güzellik yoksa eğer, bu haliyle aşk sanılan şey önce bir kaşık bal ardında daha çok zaman kaybı yapan zararlı bir bağımlılık gibi olabilir… Eğer şaşırıp da kendiliğinden gitmezse kurtulmak gerçekten çok zor olabilir bazen.

Yine de “Geldi bahar ayları, Gevşedi gönlümün yayları ..” diyorsanız, cazibesinden yada size olan ilgisinden etkilendiğinizi “aşk” sanıp peşine düşecekseniz, yolunuz açık olsun tabiJ Şunu da unutmamak lazım. İlişki kuracağınız birini bulmak için bu geçerli değildir ama aşkı öyle köşe bucak aramaya gerek yoktur. Aşk’ı aramaya kalkarsanız, gerçekten bulana kadar çok fazla zaman kaybedebilirsiniz. Oysa onun yerine içinize döner, kendinizi yeniler, kendiniz sever, kalbinizi ve düşüncelerinizi aşka açarsanız, size “hayırlı dersler öğretecek aşk(!)” hiç ummadığınız bir anda gelip sizi bulacaktır, siz dağ başında olsanız bile! Yok eğer gelmiyorsa ya böylesi daha hayırlıdır ya da zamanında aşkı hor görüp ona yazık etmişsinizdir…

Bu baharda, aşkla başlayan ve sevgiyle devam eden kalıcı birliktelikler diliyorum hepinize…

Seyit Aydoğmuş