Acilen yardımınıza ihtiyacım var dedi bir anne. Çok derin bir üzüntü ve telaş içindeydi. “Oğlum ellerimden kayıyor, yardım edin. Okuduğu din kitabından çok fazla etkilendi. Dua okumadan yürüyüş bandına bile çıkamayan, yemek yiyemeyen, sokağa çıkamayan, konuşamayan ve bunun gibi birçok aktivasyonu yapamayan, sürekli ölüm korkusu ile yaşayan biri oldu. Ne yaparsam yapayım vaz geçmiyor. Sürekli sıkıntı içinde. Doğru dürüst arkadaşı kalmadı. Çalışamıyor. İşin en kötü tarafı çok sevgi doludur fakat şu an da sevgiye ait hiç bir belirti yaşamında yok. Üzülerek söylüyorum ki; psikiyatristine de gitmek istemiyor.”

“Anlıyorum. Oğlunuzu yarın bekliyorum.”

Ender, yanıma geldiğinde oldukça sessizdi. Gözlerinin altı  mosmordu ve şişmişti. Belli ki günlerce hiç uyumamıştı ve yüzünde çok karanlık bir ifade vardı.

– Nasılsın?

– Bilmiyorum. Nasıl olduğumu ve nasıl olacağımı ve hatta burada ne işimin olduğunu da bilmiyorum. Annem sizin bana yardım edeceğinizi söyledi ama ben bundan emin değilim.

– Biliyorum. Ben de olsam aynı şeyi düşünürdüm. Senin inançların sana yardım edemedikten sonra alt tarafı insan olan biri sana nasıl yardım edebilir ki, değil mi?

– Size ne söyleyeceğimi bile bilmiyorum ki.

– Ender bana göre sen bir nevi bağımlısın. Eğer bunu kabul edersen seninle bağımlılarla çalıştığım gibi çalışacağım ve seni en derinlerde oluşan yaranla yüzleştirip şifalanman için rehberlik edeceğim. Senin hasta olduğunu düşünmüyorum. Tuzağa düştüğünü ve din bağımlısı olduğunu düşünüyorum.

– Din bağımlısı mıyım? Bu ne demek? Bana kalırsa ben çaresiz ve zavallı biriyim. Nefes alamıyorum. Aynaya bakınca kendimi göremiyorum.

– Nasıl ki alkol, sigara, uyuşturucu ya da vs. ilişkiler bağımlılık yaratırsa inançlarımızda da aynı şeyi yaptığımızı gözlemlerim. Yapmadığımız ibadet ve dualarımızdan dolayı çok büyük bir suçluluk duyarız ya da kendimizi diğerlerinden üstün görürüz. Sonuçta ikisi de bağımlı bir enerjidir. O yüzden çok dikkat etmemiz gereken bir durumun var ancak göreceksin basitçe çıkacaksın buradan. Aynada kendini muhteşem şekilde görene kadar ben sana rehberlik edeceğim. Tabii buna izin verirsen.

– Başka şansım yok ki benim hatta annem içten içe sizin benim son şansım olduğunuzu düşünüyor.

– Hayır. Böyle düşünme. Senin son şansın değilim hatta şansın bile değilim. Ben senin geçtiğin yerlerden geçen ve buraları deneyimleyen biriyim. Öncelikle izin verirsen sana kendi hikayemi anlatayım. Belki dünyada sadece bunları yaşayanın sen olmadığını anlamana böylelikle bir kapı açabilirim”

Ender peki dercesine kafası ile onay verdi. İç çekerek dinleme pozu aldı.

Ben Anlatıyorum

Çocuk yaşlardan itibaren varoluşa meraklı birisiydim. Ailem (akrabalarım dahil) tüm hayatını din üzerine kurmuş kişilerden oluşuyordu. Allah korkusu ile hareket etmemi söylemedikleri tek bir günüm yoktu. O yüzden korku dolu bir çocukluk yaşadım. Dinin kuralları ile büyütüldüm. İlk başlarda hiç bir şey anlamadım ama 12 yaşıma geldiğimde bazı şeyleri sorgulamaya başladım. Öncelikle sevginin ne olduğunu ve ne olmadığını anlamaya çalışıyordum. Ailem çok öfkeli insanlardan oluşuyordu. Din onlar için tek dayanak noktasıydı adeta. Günah ve sevap üzerine yaşamlarını deneyimliyorlardı. Allah korkusu içlerinde sanki bir yaratık varmış ve de onlar da onu terbiye ediyormuş gibi işlemişti. Ailemin hemen hepsi namaz vakitlerine göre yaşamlarını ayarlıyordu. Hasta olmalarına veya seyahat etmelerine rağmen “borçlu olmaktan korkma” mantığına göre dinin dahi muafiyetini hiçe sayarak oruç tuttuklarına şahit oluyordum. Hacı olmak için maddi imkansızlıklarına rağmen yine kelime anlamı değişik olan “borçlanma” alarak bunu da gerçekleştiriyorlardı. “Borç, borçlanma” adeta karabasan gibi üstümüze çökmüştü. Buna benzer birçok ibadet onların en büyük yaşam sebepleriydi. Hac’tan dönenenlere gerçekten çok üzülüyordum. Anlattıkları şey o kadar olağanüstü deneyimlerdi ki; onların 2 ay geçmeden kendilerini tekrar aynı noktaya getireceklerini bildiğimden sessizce izlemeye devam ederdim. Bir gün yine hacı olmuş akrabamız bana “Sormayacak mısın ne yaşadığımı?” Bana yaşadığı deneyimden bir farkındalık kazandırmaya çalışıyordu besbelli. Anlatır anlatmaz etkileneceğimi ve doğru yolu seçeceğimi düşünüyordu.

– Neden gittin önce onu anlatır mısın?

-Dini görevimiz tabii ki o yüzden gittim.

– Görev olmasaydı da gider miydin? Ya da gittiğin zaman bu keyif alabilir miydin? Şimdi Allah senden razı, sen ondan razısın bu çok belli. Rıza makamında isen neden benden razı değilsin ve beni doğru yola getirmek için kibrine engel olamıyorsun? Ben sana sorarsam anlatırsın, talep edersem söyleyebilirsin. Bunu kendin için yaptın. Bunu sakın unutma.

Elbette bu tarz konuşmalarımı çok fazla anlamalarını beklemiyordum. Amacım onları kırmak değildi. Ben onları çok fazla izlemliyor ve gözlemliyordum. Bir çok çelişki yaşadıklarına rağmen bunu daha da fazla örterek hariçten ibadetlerini arttırıyorlardı. Gerçekçi olup bunları görmelerini istiyordum. Yüzlerinde hep o korku, endişe ve öfke vardı. Konuşmaları ise yüksek sesli ve emir tonu içeriyordu. Yumuşaklık, şefkat arıyordum fakat çok az zamanlarda bunu yakalabiliyordum. Böyle oldukları bir gün dayanamayıp onlara “ Hz. Muhammed’in yolunu izleyeceğinize bence şu korktuğunuz şeytanın yolunu izliyorsunuz. Birbirinizi sevmiyorsunuz, sürekli eleştiriyorsunuz ve hatta ibadetlerinizi bile nispet ederek, gözünüzün içine sokarak yapıyorsunuz. Bu şimdi Müslümanlık öyle mi?” dedim. Bu konuşmalar benimle onların arasında ki ilk kopmaydı aslında. Cahil olduğumu düşündükleri için çok fazla üstüme gelemiyorlardı ama yine de konu ibadet etmeye geldiğinde bundan hiçbir zaman taviz vermiyorlardı. Oruç tutarken ya da namaz kılarken bunun başka bir şey için verildiğini düşünüyordum. Yıllarca Allah’tan korkmadan yaşamaya çalıştım. Ondan korkmak benim için çok korkutucuydu. Ne yapmam gerektiğini kendime çok çaresizse sorduğumu bilirim. Buda ile o zamanlarda karşılaşmıştım. Bir yandan da Freud okuyordum. Beynimi ele geçirmelerine izin vermek istemiyordum adeta. Budizm bana harika bir din olarak gelmişti. Korku yoktu. Sevgiden bahsediyordu. İnsanın çok yüce bir varlık olduğunu söylüyordu.  Freud’da bilinçaltımı temizliyordu. Bunları farkında olmadan yapmıştım. Savunma mekanizmasıydı. Kendimi adeta dinden koruyordum ama ne kadar başarılı olabilirdim ki?

Yine Ender ile…

– Size de 150 kere Fetih suresi okursan işlerin yolunda gider, 50 kere cin suresi okursan cinlerden korunacağınızı söylerler miydi peki?

– Hayır Enderciğim. Tarikata gidenler buna benzer ibadetler yaparlardı fakat onları hocaları verdiği için bize bu konuda karışamazlardı. İçten içe üstünlük tasladıklarını hissederdim. Bir aile üyesinin hocasının çekeceği tesbihini (suphanallah olabilir, tam olarak hatırlamıyorum) 40.000’den 70.000’e çıkardığını çığlık çığlığa, sevinç içinde kutlayanları gözlemliyordum.

-Peki, bu sayıları nereden biliyorlar? Kim söylüyor bu rakamları o hocalara? Bu benim başından beri kafamı karıştırıyor.

– Kimse. Bu asırlık bir durum. Deneyim yaşamak isteyenlere, gönül gözünün açılması ile ilgili farkındalığını arttırmak isteyenlere verilmiş ancak sonradan durum çığırından çıkarak kurallar haline gelmiş. Yoksa herhangi bir kaide değil. İlk başta; tarikat hocalarının öğrencilerinin nefis terbiyesi ile alakalı verdiği dualar, tesbih çekmeler, ibadetler onların bunu dilemesi ile alakalıdır fakat ancak sonra durum değişir. Tarikat isteyen herkese açıklanan bir ilimdir. İstemeyenin de bir yükümlülüğü yoktur. İşte bugün sanki bir yükümlülükmüş gibi gösterilerek bağımlılık yaratılıyor ve seni ve senin gibi arayışta olanları din aracılığı ile elinde tutuyor bu sayede.

– Neden? Beni elinde tutmasının amacı nedir?

– Güç. Hükmetmek. Bu sayede başka bir Allah yarattılar. Adı “Dualite tanrısı”. Böylelikle onun kopya güçlerini oynatmaya başladılar. Yönettiler. İşçi bir ırk yarattılar. Bu sayede hipnozda kalırsın. Bu hipnozun bedeli ağırdır. Kafanı kaldırmazsın. Sistem seni yutmuştur. İstenilen olmuştur. Aslında sinsice oynan bir oyundur. Sadece Müslümanlık olarak düşünme, tüm dinlerde bunun aynısı var ve dünyada bu uğurda çok fazla sayıda tüketilen, yönetilen, ezilen ve hatta ölen insanlar var.

– Dualite tanrısı dediniz. Tam olarak neyi kast ettiniz. Şeytanı mı?

– Şeytan. Bunu aslında çok basit kelimelerle açıklamak istiyorum. Senin dışında ibadete zorlandığın herşey “dualite tanrısının” işidir. Kendi gerçeğinden kopartılarak korku dolu bir karanlığın içinde arayışa itmek için tasarlanmıştır. Şimdi en yaptıkları şey paranı idare etmek ve vergini almaktır. Savaşlar çıkartarak bunun din için olduğunu söylemekten çekinmemişlerdir. Eğer ille de bir ad vereceksek adı şeytan yerine “dengesiz karanlık enerji” olabilir. Aslında şunu fark etmeni isterim. Sana gününün yarısını bu ibadetler ve okumaları söyleyen kişilerin hayatına bak. Onların çok yoğun yaşamları vardır. Onların vakitleri sana söyledikleri ibadetlere yetmez. Peki o zaman onların başı dertte mi? Bunu hiç sorguladın mı?

– Nasıl sorgulayabilirim ki? Okuduğum kitap, “iyi bir kul olmakla” ilgili yöntemlerden bahsediyor. Kitabın yazarı çok popüler. Onu nasıl sorgulayabilirim ki?

– Yani ona sorgula derken, analiz et demek istedim. Gerçi birebir sorma fırsatın olsa; bu sefer de, onlar bunları zamanında yaparak buralara geldiklerinden bahsedecekler. Ben böyle durumlarda Hz. Muhammed’in bir sözünü aklımda tutarım. “ Benim hadislerimin doğruluğunu Kuran-ı Kerim’de arayın.” Bu sözleri peygamber boşuna söylememiştir. O arkasından sözlerinin çarpıtılacağını biliyordu. Dinin kullanarak insanların kandırılacağını biliyordu ve önlem almak istedi. Ancak gördüğün üzere bu aldatmaca devam ediyor.

– Ben 150 kere Fetih suresini okumadan koşamıyorum. Sürekli günah işlediğimi düşünerek yaşıyorum. Eğer o gün dualarımı yapmadıysam başıma kötü şeyler geleceğini düşünerek resmen azap çekiyorum. Cinlerin saldırısından korkuyorum. Geceleri uyuyamıyorum. Namaz kılmadığım zaman kimseyle konuşmak içimden gelmiyor. Sürekli bir hezeyan içindeyim. Kendimi çok değersiz hissediyorum. Bir işe yaramıyorum. İbadetlerime engel olacak diye işe gitmiyorum. Bunun gibi size bir sürü şey sıralayabilirim. Diğer bir yandan bir yanımda bunları hiç istemiyor. Eğlenmek, sinemaya, tiyatroya gitmek, doyasıya gülmek ve dans etmek istiyor ama ben bu sesi duymazdan geliyorum. Hatta bu düşüncelerden dolayı günaha girdiğimi düşünüyorum. Hayatım çok kayıp benim. Sürekli sevdiklerimi kaybetmekten korkuyorum. Başıma kötü bir şey gelmesin diye dua okuyorum. Bazen intihar etmeyi bile düşünüyorum ama ölümden de çok korkuyorum.

– Tahmin edebiliyorum.  Senin özün hacklenmiş canım. Şifreni değiştirmen gerekiyor.

– Anlamadım. Nasıl olur bu? Kimin gücü yeter buna?

– Bu din virüsüdür. Bunun için içine kaçan virüsü temizlemen gerekiyor. Bu  kendini en çok ibadet edilen yerlerde gösterir. En kolay oradan yakalar. Fiziksel ve ruhsal istismar yolu ile çalışır. Arayışta olan insanları çabucak içine çeker. Vücuduna, soğuk algınlığı, grip ve diğer ağır hastalıklar dahil virüs girerse ve bu seni dengesizliştirirse, istismar virüs de aynı şekilde içeri (bilincine) girer ve seni dengesizleştirir. Varlığının her parçasına yayılır. Ve sen hacklenirsin. Bu virüsün en sevdiği yer senin zihnindir. Oradan beslenmeyi sever. Seni etkisiz hale getirinceye kadar uğraşır. Depresyona sokmayı çok iyi başarır. Halsiz hissedersin. Adeta kolun kanadın kırılmıştır. Bunu da yenmen için daha da fazla ibadet ve dualar etmeye başlarsın. Fakat git gide derinlere doğru adeta kendi çukurunu kazmaktasındır. Din virüsü senin kendini özgür hissetmemen üzerine kuruludur. Sürekli ibadetlerin dışında yaşayacağın hayatının karanlıklar üzerine kurulu olduğunu söyler. Bunu Allah mı söyler? Neden böyle bir şey söylesin ki? O bu yaşamı deneyim için halk etmiştir. Karanlığı neden senin yaşamının üstüne salsın ki?

– O zaman ben ibadetlerimi yapmayayım mı diyorsunuz?

– Ben sadece sana kendi içinden gelenleri yapmanı söylüyorum. Bu kimse tarafından kurallaşamaz. Eğer sen ibadetler ve dualar yolu ile rahatlıyorsan bunu kendin belirle. Diğer belirleyen emin ol kendisini 150 Fetih suresi ile anca terbiye edip şartladığı için bunu söylemektedir. Belki sen 1 kere söylediğinde aynıdır. Onun 150’si ona, senin 1’in sana. Diğer bir deyişle; sen birliğe inan, kendine inan. Sen zaten çok güçlüsün ve Allah senin dışında değil ki; onu arayarak bulabilesin. En büyük dua bunu kabul etmektir. Eğer bir ibadet veya dua seni kendi gerçekliğini örterek yaşamaya, sayılarla seni zorlamaya kalkıyorsa kaç oradan.

– Annem sizin tasavvuf kökenli olduğunuzu söyledi. Peki siz neye inanıyorsunuz? Hocanız kimdi?

– Evet tasavvuf kökenliyim. Hocam ünlü, medyatik biri değildi. İnternette aradığın zaman bulamazsın. Melamii efendisiydi. Hocam daima bize Tasavvufun gerçek sahibinin Hazreti Muhammed, sırrın varisi Hazreti Ali, sırrın devamı başta 12 imamlar olmak üzere, Mevlana, Yunus Emre, Veysel Karani, Bayezid-i Bistami, İbrahim Ethem, Maruf- Kerhi, Sırrı Sakati, Cüneyd-i Bağdadi, Abdülkadiri Geylani, Ahmed-er Rifai, Muhiddin-i Arabi, İmam-ı Şazeli, Mısri Niyazi, Sühreverdi  ve diğer yüce kişi ve pirler olduğunu ve seyri-sülük da olduğumuzu söylerdi. Neye inandığıma gelirsek; ben kendime inanıyorum. Kendime ibadet ediyorum. Kendimi seviyorum. Kendimi seçiyorum. Dualite tanrısını değil. Bu kadar “kendim” diye bahsetmem seni şaşırtmasın zira “kendim” demekle “Allah denen latif mana tıpkı kullarına benzer” kelamının sırrını kast ediyorum. Dışarıda bir Allah yoktur. O yüzden içimde, her zerremde o olduğuna göre elbette kendime inanacağım. Ben yıllarca şirkin ne olduğunu ve ne olmadığını idrake adadım kendimi. Gördüğüm tek şey ise şirkin Allah’tan ayrı olduğumuzun düşündürülme şekliymiş. Bunu idrak ettikten sonra arayış bitti. Bir de baktım ki hemen oracıktaymış. Ben gibi, sen gibiymiş. Sevginin kendisiymiş. Cezalandırıcı değil ödüllendiriciymiş.

– İbadet etmiyorsunuz o zaman sanırım? Tasavvufta dua yok mudur?

– İbadet nedir Ender? Cehennemden korunmak için korku ile yapılan bir eylem midir yoksa sevgi ile kalpten ettiğin midir? Benim ibadetim sevgidir. Evrende hiç bir şeyi yargılamadan sevmektir. Korkuları salıvermektir. Gerçek dininin felsefe ve mana yönü Tasavvuf ve Tevhit’tir. Tasavvuf varlığı hakikate eriştiren yoldur. Hakikat ise vahdeti vücuttur. Eğer bu gerçeğe açılırsan ibadet başlamıştır.

– Cennetin zaten burada (kalbimi işaret ederek) olduğunu anladığın zaman uçma hissi ile karşılaşacaksın. Ancak sen ille de şekil soruyorsan buralara gelmek için çoktan oraları geçtik. (kahkahalar) Elbette şekil olanın kutsallığını tanımazdan gelmeyi kast etmiyorum sadece onların ötesine geçmekten ve özünün gerçek duasına genişlemekten bahsediyorum. Özünde sadece sevgi var Ender. Biricik o öz. Sana senden daha yakın. “Ben seninleyim sen kiminlesin diyor her an.” Acaba bunu işitebiliyor muyuz? Ya da işitmek için ne yapabiliriz? Kabul ver Ender. Bunu öğren öncelikle. Senin Allah’tan başka bir şey olamayacağın gerçeğine kabul ver. “ Allah vardı bilinmekliğini murad etti, kendinden kendine tecelli etti.” Sen onun bilinmekliğini ifade edeceği en güzel ilahi elbisesisin. “ Görmek istersen mevlayı yürü insan bak, Allah şeklini tıpkı insan eylemiş.” Tüm bunların sırlarına aç kendini. Kabul vermek kalp alanında bir yumuşama başlatır. Zihnin susar zira o bu alanı bilmez. Böylelikle seni ele geçiren zihninin şifresini başarı ile değiştirip kendi özündeki Allah ile buluşursun.

– Şifre ne olacak peki?

– “Ben Ben’im.” Seni ancak yeni şifren bu hackden kurtarır.

– “Ben Ben’im” ne demek?”

– “Ben Ben’im” ; Allah’ın kendini ifade etmesidir. Nereden ifade eder? Senden, benden, çiçekten, ağaçtan, eşyadan, mineralden, atomdan vb. her zerreden. Sen “Ben Ben’im” diyerek Allah’ın sen de kendisini ifade etmesine aracılık edersin.

– Demin şirk ile ilgili söylediklerinize ters düşmüyor mu? Sanki 2 varlık varmış gibi söylüyorsunuz?

– Çok güzel bir nokta yakaladın Ender. “Ben Ben’im” dediğin an tecelli edeni görmeye başlarsın. Bu aslında kendinden kendinedir. Ayna olarak gör. Şimdi benimle konuşurken senin yüzün benim yüzümün şeklini alıyor, benim yüzümde senin yüzünün şeklini alıyor. Birbirimizi ancak birbirimizle görüyoruz. Allah kendini görmek için yine kendinden zuhur (belirdi) etti. Form aldı. Formsuz bilinmek olamaz değil mi? O form kendi yüceliğinin aynısıdır. Herşey bilmek için. Deneyime açıldıkça ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın.

– Deneyime açılmak nasıl oluyor? Kitapta öğrendiğim şey bunu dualarla olduğu yolundaydı.

– Deneyime aracı koymana gerek var mı sence? Akışın içinde herşey mevcuttur. Dua seni beklentiye soktuğu an bağımlısın demektir. Eğer dua yerine başka bir şey söylemiş olsaydın da yine aynı şeyi söylecektim. Beklenti ile yaptığın her eylem seni akıştan koparır. Bu demek değildir ki dua etme. Sadece beklentiyi kes. Alışkanlıklarınla kendini yeniden hackletme. “Ben Ben’im” Allah’ın kendini ifadesi ise o zaman olması gereken ne ise o olacaktır. Dua etmen gerekiyorsa, ibadet etmen, meditasyon yapman, şarkı söylemen, dans etmen, çiçeği koklaman, inzivaya çekilmen, kitap yazman, şiir yazman vs. hepsi sana gelecektir. Kendiliğinden. Sen zorlamadan yapacaksın hepsini çünkü zaten saydıklarımın hepsi ibadettir. Son olarak; Allah kimseye kaldıramayacağı deneyimi vermez, teklif etmez. Herkesin dini, inancı  kendi idrakine göredir.

– Siz konuştukça ben rahatlamaya başladım. Bu normal mi sizce?

– Rahatlamaman anormal olurdu değil mi? Virüsün şifalanıyor şu an. Bundan böyle her çalışmamızda bu farkındalıkla çalışacağız seninle tabii devam etmek istersen.

– Elbette isterim. Bugüne kadar bana sadece cehennemden korunma taktikleri ve cennette nasıl gidilir? Vaatleri verildi. Hayatımda ilk defa günahkar olmadığımı düşünmeye başladım.

– O halde işe nefes çalışması ile devam edelim ve bugünün çalışmasını tamamlayalım. Bundan sonra senden tek isteyeceğim şey nefes yapman olacak. Dua ve ibadetlerini yapmak istiyorsan sadece bağımlılığını fark ederek ve de kendini hiç yargılamadan gözlemleyerek yap. Beklentisiz olsunlar. Kalbinden neşe çıkacak şekilde olmasına dikkat et. Şimdi uzanmanı ve kendini müziğin eşsiz ritmine bırakmanı isteyeceğim. Ilık bir enerjinin seni sarmaladığını ve kaynakla seni yeniden bağlantıya geçirdiğini düşle…

Kaynakla Yeniden Bağlantıya Geçme Nefesi

Burnundan derin bir nefes al ve ağzından ver.

Şimdi tekrar burnundan alt karnına doğru derin bir nefes al.

Ve şimdi çok yavaş bir şekilde alt karnına doğru ver. (Bu nefes alış ve verişlerinin dakikada 8- 13 kere olmasına özen göster zira yavaş olması “Ben Ben’imin” deneyimlenmesi açısından önemlidir.)

Kendini en değerli olduğunu düşündüğün bir anda hayal et.

Derin derin içindeki özün ne kadar değerli olduğunu hisset.

Kutsal olanın sana doğru geldiğini ve seni sisin içine doğru aldığını düşle.

Derin derin nefes al ve nefes ver.

Nefesinin sesine odaklan.

Kalbin şimdi bir ritme bağlandı.

Bu ritim “Ben Ben’imin” ritmi.

Buna kabul ver.

Buna kabul ver.

Buna kabul ver.

Kaynakla bağlantıya geçtiğin eşsiz bir andasın.

Ruhun seninle şimdi coşmaya başladı.

Derin derin nefes al ve ver.

Karnına doğru, yumuşak ve nazikçe yap bunu.

Virüsü hisset şimdi, orada, nefes al ve nefes ver.

Virüsü ışığa çağır.

Gel, gel, gel…

Işığın altında şimdi, onu arındırıyor.

Özün yeniden açılmaya başladı.

Özün ve sen birsin.

Çok değerlisin.

Çok önemlisin.

Çok muhteşemsin.

“Ben Ben’im” ifade buluyor senden.

Konuşuyor şimdi.

Dinle.

Kalbini dinle.

Derin derin nefes al ve ver

Evet!

Evet!

Evet!

Yavaşça buraya gel. Çok yumuşak ve nazikçe buraya gel. Şimdi…

Esra Ö. Erdoğan