Çok kibirliydik insanlık olarak çok,
Kendimizi tüm evreninin hakimi sandık,
Kurduğumuz sahte krallıklarda caka sattık,
En üste çıkmak için doğanın, hayvanların, birbirimizin üstüne bastık.

Sonra tek bir virüs hatırlattı bize, belki de esas virüsün bizde olduğunu…

Ve nasıl şefkatle doluysa o sistem insanoğluna olabilecek en hafif şekliyle hatırlatıyor kendisini.
Evet olabileceklere göre çok hafif!
Ölüm yüzdesini yüzde ikiden çekin de yüzde otuza bakın bakalım oturabilir miyiz evlerimizde öyle.

Neler neler yapabiliriz birbirimize hayatta kalabilmek uğruna.
Hayvansal genetiğimizden miras bu bize, en güçlü olan hayatta kalır yalanıyla.

Evet kalırsın hayatta ama adın insan olur mu senin sen zayıfların koluna girmeyi bilmemişken,
O “gücü” sadece kendini kurtarmak için kullanıp bir de en güçlü hayatta kalır diye hava atarken adın insan mıdır senin!

İşte böyle bir sistem kurmuştuk bu gezegende güç üzerine, birbirini ezme üzerine, hayatta kalma üzerine…

Sonra bir yarasa çıktı ve hey insanlık nereye dedi. Yarasa, “bat” demek İngilizce’de. Bat aynı zamanda sopa demek aynı dilde. Baskça da ise Bir demek. Yani Bir ol artık ey insanoğlu deyip sopasını gösteriyor sistem, doğa, evren ya da Yaradan… Sen seç inancına göre.

Tek bir virüs. Ne ırkı bıraktı, ne toplumsal farklılığı, ne zengini, ne fakiri…

Belki de insanlığın başına gelen en büyük nimettir bu hiç öyle görünmese de…

Nasıl yani hayatımızı elimizden aldı!

Hangi hayatımızı?

Sürekli tedirgin, tehdit altında geçirdiğimiz ama bunun farkında olmadığımız günlerimizi mi?

Sokaklarda kimseye güvenmeden birbirimize baktığımız, yakın görünürken bile hep mesafeli olduğumuz, her türlü zihinsel virüsü birbirimize bulaştırdığımız hayatı mı?

Yoksa sürekli tehdit altında hissettiğimiz için ya aç kalırsak korkusuyla bedenlerimizi nasıl bir yığınağa çevirip , bir de üstüne o yığıntıları eritmek için gymlerde hamster misali koşu bantları çevirdiğimiz zamanları mı?

Şu anda bir aşı bulunsa da tehdit kalksa da her şey normale dönse diye dua ediyoruz ?

Peki o aşı bulunduğunda hangi hayata dönmeyi umuyoruz?

Zaten aslında hep böyle yaşadığımız ve bir virüsün bu gerçeği yüzümüze çarptığı daimi karantina ve tecrit altındaki hayatımıza mı?

Gücü olanın güçsüzün tepesine bindiği, politikacıların zihinleri hallaç pamuğu gibi attırdığı, milyon dolarlık topçuların peşinde nice vakti heba ettiğimiz bir sözde yaşamı mı?

Farkında mısınız hepsi bitti! Bir anda! Ne politikacı var ortada, ne zengin, ne film yıldızı, ne de topçu. Hepsi gitti geriye insan kaldı.

Evet yine endişe içinde. Ama balkondan birbirine şarkı söyleyerek destek olan, çıkıp balkona emek verenleri alkışlayan, güzelliklerin gitgide daha farkına varmaya başlayan insanlar…

İçimizde müthiş yapıcı, barışçı, üretici, destek olucu, derindeki ruhunu yansıtmayı bilen de var; yakıp yıkıp birbirine yok etmeyi bilen de… Bu her birimiz için geçerli! Net!

Anın içinde sonsuz olasılıklar var ve biz nereye bakarsak onu yoğunlaştırabiliyoruz gözlemciler olarak…

Şimdi esas soru şu: Belki de insanlık tarihinin en önemli fırsatlarından birisi bize sunulmuşken, şimdi buradan nereye çuf çufluyoruz?

Nasıl bir realiteye şahit olmayı seçeceğiz?

Eskisi gibiyse eğer, bir sonraki dalga bu kadar şefkatli olmayabilir. Çünkü sen uyanmıyorsan, o tokat daha da sert inmeye başlat taa ki sen uyanana kadar…

Peki daha başka ise, buradan yeniye, bilinmeyene, ilahi olana nasıl ilerleyeceğiz?

İşte önümüzdeki esas soru bu ve ilk adımı bağ kurmaktan geçiyor.

Önce kendimizle. Hakikî bir samimiyetle! Öyle orayı burayı kıvırmadan. Nefsaniyete menfiye, kendini haklı görme tuzağına düşmeden. Eğriye eğri, doğruya doğru diyerekten…

O samimiyet taşır bizi içimizdeki ilahi olana… İçimizde her daim var olanla… ve işte o vakit bağımız öyle güçlenir ki bağışıklık olarak kudretimiz daim ola halinde hiçbir zihinsel fiziksel virüsün bize ulaşamayacağı o noktaya varırız varlığımızda…

Ama eğer çıkışı yalnız bir ilaç şirketinin bulacağı aşıda arayacaksak, artık sonumuz hayrola… Aynı bilinçte tekrar edeceksek bu insanlığa kolay gele…

İşte şimdi sorunun tam vakti:
Söyle bakalım ey insanlık, şimdi yolculuğumuz nereye?

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...