Düş de bir rahatla. Düşmeye ve yer çekimine bırak kendini, panik olma. Elbet eninde sonunda varacaksın bir yere. Kaç saniye süreceğine ise hiç takılma. Kontrolü bırak, şoför koltuğunu da bir boşalt. Sadece tadını çıkar; yer çekiminin bedenine hükmetmesinin, midenin kasılmasının, kulaklarını uğuldatan adrenalin akışının, neredeyse iki katına çıkan kalp atışlarının…
Aslında çok yüksek bir yerden düşmekten bahsetmiyorum. Yoga yolculuğuna başlayan herkes gibi (belki benim biraz erken deneyimlediğim) herhangi bir ters duruştan düşme ihtimalinden bahsediyorum. Doğruyu söylemek gerekişe başlangıçta içimde zerre korku yoktu. Her şey “kontrolüm” altındaydı. Zaten güçlüydüm, merkez farkındalığım da zaman içinde gelişiyordu. Bana bir şey olmazdı. Derken bir gün, derste partnerli Adho Mukha Vrksasana (el duruşu) varyasyonu çalışırken o ana kadar hiç aklımın ucundan geçmemiş olan “düşme ihtimali” düşüncesi aklıma düştü. Eşleştiğim kız ayakları üzerinde o kadar güvensiz ve endişeli görünüyordu ki; “beni tutabileceğinden emin misin?” diye sorma ihtiyacı hissettim. O da “tutarım tabi” dedi. Bana inandırıcı gelmediği halde “peki” dedim ve poza girmeye başladım.
El duruşu için gerekli sıçramayı yaptığım anda gerçekten hiç kimsenin beni tutmadığını fark ettim. Kızın elleri etrafımdaydı bir şekilde ama eller iradeden yoksundu. Tutmuyordu. Daha önce bu pozu duvar karşısında bile çalışmadığım için nasıl geri dönebileceğime dair en ufak fikrim yoktu. Havada asılı kalmıştım! O upuzun 3 saniyede her iki yöne de sağlıklı bir şekilde iniş yapabilme ihtimalini gözden geçirdim ama ne karın kaslarım beni geri getirebilmek için yeterince güçlüydü, ne de kollarım ve omuzlarım ters düşebilmem için yeterince açıktı. O sırada artık dayanamayıp “beni indir” anlamına gelen sesler çıkardım ama sesim sınıfın kalabalığının uğultusu içinde kayboldu, arkadaşıma ulaşmadı. Ve ben bir şekilde bileklerim zedelenmiş halde yere yığıldım.
İnanılmaz öfkeliydim, “kıza neden beni tutmadın?” diye haykırmak istedim ama ona baktığımda gördüğüm zayıflık, özgüvensizlik ve kendinden emin olamama hali zaten yeterince açık bir yanıttı. Kızamadım. O dersin shavasana’sında ağlamaya başladım, stüdyodan çıkarken ve evde de ağlamaya devam ettim ve sanırım 5 saatin sonunda ağlayarak uyuyakaldım. Ağlamalarımda daha çok beşikten düş(ürül)müş bir bebeğin zavallı ses tonu vardı ve sabah uyandığımda tıpkı yattığım gibi cenin pozisyonunda uyandım.
Peki neden? Sonradan sınıflarda izlediğim kadarıyla düşmenin küçük düşürücü kabul edilen bir yanı vardı ama benim duygularımın kaynağı çok farklı bir yere dayanıyordu. Hislerime izleyici olarak kalmaya çalıştığımda şu 4 kelime ardı ardına hiç durmadan içimde yankılanıyordu: “kırılgan, savunmasız, desteklenmemiş ve korunmamış” hissediyordum. Annem her ne kadar ben küçükken böyle bir şeyin yaşanmadığını söylese de, gözlerimin önünde aciz bir bebeğin o çok güvendiği annesi tarafından beşikten düşürüldükten sonra yaşadığı hayal kırıklığı ve hıçkırıkları geliyordu hep. Evet birinin beni destekleyeceğini ve koruyacağını farz ederek risk alıp yüz üstü bırakılmıştım. Ama asıl soru, içimde destekleneceğime dair bir şüphe varken neden kendimi korumayı, savunmayı seçmeyip bu kırılgan hale soktuğumdu. Onu kırmamak için mi? Egolu görünmemek için mi? Yaptığım şeyin ciddiyetini tartmadığım için mi? Partnerli bir çalışmada partnerimi seçebileceğimi, eğer içime sinmediyse “hayır” diyebileceğimi ise daha önce hiç düşünmemiştim…
Kökleri çok derinlere uzanan bu 4 duyguyu izlemeye devam ederek günlük hayatıma devam ettim ve pek çok sıradan davranışımın ardında bu duyguların varlığına şahit oldum. Mesela, ehliyetim olmasına rağmen hayatta tek başaramayacağımı düşündüğüm şey araba kullanmaktı. Ehliyetimi aldığım günlerde trafiğe alışmaya çalışırken panik olup kimsenin yaralanmadığı ufak bir kaza yapmıştım. O anda hissettiğim kontrolün elden gittiği sanrısı ile el duruşunda asılı kaldığım anlarda deneyimlediğim korku aynıydı. Ya da yüzlerce kişinin karşısına çıkıp konuşmadan önceki “ya hata yaparsam” düşüncesinin nefes kesen ölümcül zehri de aynıydı. Veya basamakları arasında boşluk bulunan üst geçit merdivenlerinden yukarı çıkarken, düşmenin imkansız olduğunu bildiğin halde dizlerinin bağının çözülmesi… Veya ikili ilişkilerde talebini, beklentilerini, isteklerini net bir şekilde ifade etmeden karşındakinin seni anlamasını bekleyip sonra da anlamadığı için oluşan o kırılgan, savunmasız, desteklenmemiş ruh hali… Artık hepsi aynıydı ve günler boyu sürekli kendi kendime terapi içinde kaldığım için hepsi ve daha fazlası şimdi ve sonsuza kadar dönüşmüştü.
Bütün bu bilgileri sindirirken yogaya bir süre ara verdim. Geri döndüğümde ise, iyileşmiş olan sadece bileklerim değildi. Kırılganlığım, savunmasızlığım, yaşam tarafından desteklenmemiş veya korunmamış hissedişimin dibine vurduğum günlerde, fiziksel olmasa da düşmeye devam ettiğimi hissettim. Bu düşüş artık bilinçli bir düşüştü. Düşme ihtimaline direnmek yerine, tüm düşüşlerle yüzleşmekti. Böylece 30 yıl boyunca düşmekten kaçındığım her an için yeniden ve yeniden düştüm. Düşmeye izin verdikçe aslında yaşamın daha geniş bir hal aldığını ve konfor alanımın arttığını fark ettim. Eskiden bir şeyler mükemmel olsun diye ekstra efor harcardım. Şimdi ise bazı şeylerin mükemmel olmayışının yarattığı fırsatları, yaşamın cömertliğini ve desteğini, bolluğu, bereketi, yeni bilgileri, yeni dostlukları deneyimliyordum. Geçmişte küçük hatalar yapmaktan bile çok korkarken, şimdi bu hataları yapmak için ve sonra da o hatanın sorumluluğunu alabilmek için samimiyetle kendime izin verdim.
Sonra da bir baktım aslında yaşam bana müthiş bir hoşgörüyle cevap veriyor! Her şeyden önce nezaketle öğretiyor, sonra “yardıma ihtiyacın var mı?” diye soruyor, “ben senin yanındayım” diyor, “ne zaman istersen ara” diyor, “korkma, yapabilirsin” diyor, “sen çok özelsin ve değerlisin” diyor, ben sormadan yepyeni ve çok değerli bilgiler öğretiyor bana. Neden? Çünkü düşebilen bir insanın alıcılığı başka oluyor da ondan! Aynı zamanda kurban psikolojisi de doğurabilen “kırılganlık” doğru kullanıldığında; kalplere dokunan bir hassasiyeti, masumiyeti ve açıklığı ifade ediyor ve tabi ki yaşam da buna kayıtsız kalmıyor. O bütün bunları belki de zaten etrafında olan kişiler aracılığıyla sana ulaştırıyor ama onların bu bilinci ifade edebilmeleri için öncelikle senin düşebilme halinin ve düşebilmenin meydana getirdiği bütün kırılganlık ve savunmasızlık duygularının içinden geçmen gerekiyor.
Evrenin bütün bu desteği ve koruması tabi ki yoga derslerine de yansıdı. Öncelikle geri çekilmeyi öğrendim. Eğer o gün yeterince emin veya güçlü hissetmiyorsam bir şeyleri yapmama ayrıcalığını tanıdım kendime. Bu deneyimimi bilen iki hocam, partnerli pratikleri kendileriyle yapmam konusunda hassasiyet gösterdiler, hem de ben talep etmeden… Aradan daha çok zaman geçtikçe diğer insanlarla partnerli çalışmaya başladım. Tabi ki tek bir farkla; artık beni destekleyecek olan kişiyi ben seçiyordum. Ve gözlerinin içine bakarak, yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek netlikle açıkça diyordum ki; “beni sımsıkı tutmanı ve ne olursa olsun bırakmamanı istiyorum, anlaştık mı?”
Elbet bu soruyu da bırakacağım gün gelecek ama yaşam tarafından desteklendiğim, korunduğum gerçeğini “cepte” görmek yerine daha fazla köklenmeyi seçmek bu günlerde bana çok iyi geliyor. Düşmeyi öğrenmek ve eğer düşülmesi gerekiyorsa farkındalıkla düşmek de… Yaşamla olan ilişkimi şansa bırakmayacak kadar değerli hissediyorum kendimi. O’nun varlığını her an iliklerimde hissetmek, daha önce cesaret edemediğim yerlere adım atmamı ve potansiyelimin daha önce ulaşamadığım kısımlarını kullanabilmemi sağlıyor. Talip olduğum cömertliğin, korumanın, desteğin ve daha fazlasının yalnızca O’ndan gelebileceğini fark edebildiğim için kalbim şükür ve huzurla atıyor.
Peki sen, yaşamdan talep ettiğin her ne ise, önce çok derinlere düşmeye hazır mısın?
Sevgi ve yumuşaklıkla…
Seda Vardı