Cennetten mi düştük bu dünyaya ? Yoksa başka bir alemde görülen bir Düş’ün içinde miyiz ? Tüm dinlerde doğrudan, inanışlarda ve felsefelerde ise benzer figürlerle dolaylı olarak anlatılan Adem ve Havva’nın cennetten kovulma yani “Düşüş” hikayesini hepimiz biliriz. Peki bu düşüş neredendir ? Neden düşüştür ? Yukarıdan aşağıya mı iniş vardır ki böyle denmiştir ?

Düşmek mecazi anlamda, değer kaybetmek ve var olduğun daha iyi bir konumdan daha kötü bir konuma inmektir. Peki biz doğmadan önce neredeydik de, dünyada var olmamız “Düşüş” yani bir tür konum kaybı olarak nitelendirildi ?

Adem ve Havva’ya Şeytanın yedirdiği yasak meyve nedir ? Elma mıdır  ve neyi simgelemektedir ? Gerçekten bizler, Yaradan tarafından yasaklanan bir meyveyi yediğimiz için mi cennetten kovulduk ? Cennet denilen yer neresidir ?

Ya da başka bir bakış açısıyla; bu alem Hz. Mevlana’nın da dediği gibi “Gölgeler Alemi” ve Muhyiddin İbn-i Arabi’nin söylediği gibi insan da; “Gölgenin gölgesi” midir ?

Biz yaşadığımız bu dünyada uyurken rüya gördüğümüzü sanırken, acaba bu dünyada, başka bir alemde gördüğümüz bir rüyanın içinde mi yaşıyoruz ? Bu rüya kimin rüyası ? Yaradan’ın mı? Yoksa bizim mi ? ya da başka bir varlığın mı ?

Bu sorulara kesin ve net cevap vermek bizi aşıyor. Din kitaplarının, Ariflerin, Pirlerin ve bilgelerin bu sorulara çeşitli cevapları olmuştur. Siz hangi hikayeyi ya da cevabı kabul ederseniz edin, inanırsanız inanın, asıl önemli olan düştüğümüz bu düşten uyanmak. İster başkasının düşünde yaşayalım ister bu dünyaya düşmüş olalım, yapmamız gereken, uyanmak ve doğrulmak. Bunun için de kendimizi bilmeli, içimizde taşıdığımız ışığı fark etmeli ve buna uygun bir hayat yaşamalıyız.

İçimizde taşıdığımız da Yaradan’ın bir parçasıdır, bunun adı da Aşk’tır. Aşk’ın içimizden bu dünyaya yansıması da Sevgidir. Yaratılan her varlığın içinde Aşk’tan bir dirhem, bir damla vardır. Bu da bir sözle, müzikle, resimle, dansla, her türlü davranışla yani aslında her nefesle dışarıya akar. Her yaratılan varlığın hamuru aslında toprak ve su kadar da budur. Toprak suyla karıştırılmış ve Aşk od’unda pişirilmiştir. “Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” derken bunu kastetmiştir Yunus Emre. Her yaratılan, Yaradan’dan ötürüdür ve aynı Ateş’in od’udur.

Genetik olarak da benzerliğimiz bunun kanıtıdır zaten. Her insanın genetik yapısının neredeyse tıpatıp aynı olması, hatta kendinizi çok farklı gördüğünüz bir ağacın bile insan ile genetik benzerliğinin %25 olması bunun bilimsel göstergesidir.  Geri kalan %75’i de, ağaçlar sayesinde nefes alıyor olmamız mazur gösterecektir herhalde. Zira ağaçlar bizim nefes kardeşimizdir ve onlar olmasa bizler bu dünyada nefes alamayız.

Düşerek geldiğimiz bu dünyada gördüğümüz bu sonsuz düşte, düştüğümüz zamanlarda bizi kaldıracak olan da işte bu Aşk’ın gücüdür. Aslında tüm bu düşlerin ve düşüşlerin amacı bize Aşk’ı anlatmak ve ancak tüm yaratılanlara duyulacak karşılıksız sevgi ve hoşgörü ile “düştüğümüz” bu çukurdan çıkılabileceğini hatırlatmaktır. Kim bilir insanoğlu bildiğini unutmuş ve belki de hatırlamak ve tekrar insan olmak için bu dünyaya “atılmıştır”. Ne kadar hızlı hatırlayacağımız, ne kadar çabuk hatırladıklarımızı hizmete çevirerek bu düştüğümüz çukurdan çıkacağımız da tamamen bize bağlı. Bu Aşk’a ne kadar sıkı sarıldığımız ve aldığımız her nefesin hakkını, sevgiyle ne şekilde verdiğimize bağlı…

Nereden düştüğümüzü ya da bu düşte neden dünyada olduğumuzu bilmiyoruz. Ancak düştüğümüz ya da düşümüzde gördüğümüz yer dünya kadar güzel bir yer ise ve burada olmak bir düşüş ise, cennet denilen ya da “düştüğümüz” bu yerin nasıl bir yer olduğunu gerçekten merak ediyorum.  Bunlar tabi ki fiziki benzetmeler, asıl olan ruhani varlık ve manevi kavramlar. Ruhun cenneti ve cehennemi neresi olabilir ki ?

Belki sizi bu deneyime biraz da olsa götürebilirim dostlar. Şimdi en sevdiğiniz insanlarla geçirdiğiniz en mutlu anınızı düşünün ve bunun sonsuz zamanda süreceğini hayal edin; işte bu Cennet. Tam tersini düşündüğünüzde de cehennemi anlayabilirsiniz.

Bu Düş ve “Düş”üş belki Yaradan’ın, belki benim ve belki de sizin. Gerçek olan ruhani alem ve belki de bu dünya da onun gölgesi. Bunlar sırdır, ama önemi yok zira Aşk ve yaradılışa yansıması olan koşulsuz sevgiyle yaşandığı sürece, sizin tek hakikatınız Aşk ve bunun tezahürü olan ebedi cennet olacaktır.

Aşk ile kalın. Eyvallah.

Yunus Emre Berk

Yunus Emre, 1976'nın karlı bir Ocak sabahında, İstanbul’da doğdu. Çocukluk yıllarında başladığı “niye” sorularına, daha sonra “neden” i eklemiş, evrende özüne doğru çıktığı bu seyahatte kendi kitabını okumaya, hep dinlemeye ve izlemeye niyet etmiştir. Geçimini hukuk danışmanlığı yaparak sağlamaktadır -çok şükür- asıl işi ise “3H” dir: Haddini Bilmek - Hizmetini Bulmak - Hakkını Vermek. Kendini keşif ve hizmet yolculuğunda Mevlevi, Sufi, Şaman ve Budist Hocalar ile çalışmış, UCLA’den Mindfulness/Meditasyon eğitimleri almış ve çok sayıda inzivaya katılmıştır. Çok değer verdiği ustasının inisiyasyonuyla Reiki Master’ı da olmuştur. Tüm bunların ötesinde ise halen ve aslen, Rab sisteminde öğrenmeye ve eğitimine devam etmektedir. Adını taşımaktan gurur duyduğu Yunus Emre gibi; her yaratılanı Yaratan’dan ötürü sever ve Olmak için ölmeden önce ölmeye çalışmaktadır.