2011 yılına girerken, her yönden sıkıştıran bir cendere içerisinde, insanlığın bir değişim sürecine doğru sürüklenircesine ilerlediğini görüyoruz..
İnsanlık ailesi olarak, tarih boyunca, çok uzun yıllar içinde yaşadığımız krizleri, çatışmaları ve yol ayrımlarını hızlandırılmış bir film şeridinde deneyimleyerek tesirden tesire savruluyoruz.
Çoğunluğun hissettiği bir şey midir; yoksa ben çok güçlü hissettiğim için mi, “çoğunluk da böyle hissediyor” vehmine kapılıyorum, bilmiyorum.
Ekonomik, politik, inançsal ve ideolojik; her alanda giderek hızlanan tecrübelerle bir evrim spiralinin üstlerine doğru vakumlanıyoruz sanki..
İşitiyor, görüyor ve anlıyoruz ki, yönünü belirlemiş bir değişim rüzgarı , bütün imkanları kullanarak, sarsılması, sallanması, etkilenmesi gereken tüm dejenere olmuş alanlara süratle ulaşarak gereğini yerine getiriyor, getirecek..
Kendini yenilemek zorunda olan dünyadaki bütün ölü realiteler, hem kişisel alanlarımızda hem toplumsal alanlarda, şapkalarını alıp gidecek olmanın telaşı içinde boynumuzu sıkıyorlar..
Kişisel ve toplumsal kıyamların (uyanışlar) şaşkın muzdaripleri olarak, “panik ataklılar” kuyruğunu çoğaltıyoruz; aciller, psikiyatrlar kapısında.
Farkına giderek daha fazla vardığımız bu ölü realitelerden beslenenler şapkalarına ne kadar sarılsa da, değişim rüzgarı şapkaları uçuracak, perçem kucağa düşecek ve kel gözükmeye başlayacak gibi gözüküyor.
Bu değişim süreci sonunda geçiş nereye, nasıl geçilecek, kim gidecek, kim kalacak hususlarında rivayetler muhtelif..
Ama, yeni bir devrenin eşiğinde, çok hızlı bir değişim periyodunda olduğumuz rivayetten öte bir gerçeklik gibi gözüküyor.
Kargaşa ve karmaşayı resmeden bu manzara karşısında, soyut bir resmi izlerken ki algılamalarımla benzeş duygular uyanıyor içimde.
“Ne anlatılmaya çalışılıyor, benim yakaladığım ne?”” diye sorarak.
Ressamın çizerken ki algılamalarına ve yansıtmak istediğine bire bir ulaşamasam da, resmin seyredene verdiği ipuçlarını yakalayarak bir gerçekliğe uzanıyorum, kendimce..
Maddenin, ruhun , hayatın maksat ve anlamını ifade edebilen bilgiyi bulmak isteyen ve de bulabilecek tek yeryüzü canlısı insan olduğuna göre..
Bu yetkinliği heba etmemiz çok yazık olacağına göre..
“Ben soyut resimden anlamam!” kolaycılığına kaçmadan, hali hazırda seyretmeye devam ettiğimiz bu karmaşa tablosu karşısında duygu ve zihin dünyamızda meydana gelen kıpırtıları, yeşeren anlayışları yabana atmamamız lazım.
“Radikal bir değişikliğe tüm dünya insanlığının ihtiyacı var” diye düşünenlerden isek, köklü bir dünya değişikliğinin doğum sancılarını çeken cefakar Dünya Ananın çığlıklarına kulak kabartarak ebeye su ısıtmamız lazım..
Ruhçuluk anlayışına göre insanlık sarsıntı dönemini yaşıyor..
Şaşkınlık şaha kalkmış; ne yol belli ne istikamet saatlerindeyiz adeta.
Uzun zamandan beri kargaşa ve karmaşayı resmeden bu manzaranın arkasında, “Büyük Sıçrayış”a son hızla hazırlanmakta olan dünyanın telaşlı eylemleri ve ondan doğan etkiler kendisini göstermeye devam ediyor, edecek..
Aydınlığın doğmasına en yakın dakikaların en karanlık olması gibi..
“Dünyanın idaresinin cahiller takımından alınıp hakikat sahiplerine teslim edileceği günlere acı tatlı bir ilerleyişle , ama hızla yaklaşıyorsunuz “ diyor öte yandan, ruhsal üstadlar.
“Bilgiden ve inançtan yana ölü olanları gömmeye hazır olun, yoksa ayakta kalmanız zor olur” diyerek sesleniyorlar insana.
Zaten biz de kuvvetle sezmiyor muyduk bazı şeyleri?
Bütün insanlığı altında birleştirebilecek olan tamamlayıcı bir bilginin eksikliğini..
Bu bilginin eksikliğinden beslenen, insanlığa tebellüş güç obezi kenelerin bir gün emdiklerinden çatlayacak hale geleceğini..
Bizi “hakikat bilgisine” götürecek bir arayış çabasını yüzyıllardan beri göstermedi mi türümüz?
Eğer böyle bir bilgiye ulaşabilseydik, bu bakır çağına düşer miydi insanlık?
Bizler anlasak da anlamasak da, bilsek de bilmesek de, çok büyük ve iç içe geçmiş sistemlerden oluşan bir bütünun unsurlarıyız.
Tüm sistemlerin çalışması ise denge ve değişim ilkeleri üzerine kurulu..
Ve zamanı geldiğinde değişimin önünde hiçbir şey duramıyor..
Şimdilerde terazi değişim ilkesinden yana ağır basmaya başlamış gözüküyor..
Bu değiştirici etkilerin, bu savuran tesirlerin, insanlığı belli bir kıvama getirinceye kadar yoğurmaya devam etmesi kaçınılmaz değişim sürecinin bir gereği olarak karşımıza çıkıyor.
Bizi içten içe, kozmik ergenlikten kozmik yetişkinliğe doğru mayalandıran, kabartan bir hamur teknesinde yoğruluyoruz.
Böyle bir gelişim, değişim sıçramasını hepimizin aynı anda ve aynı derecede yapmasını beklemek safdillik olur; ancak, yeniden doğuş aşamasının yaklaşmakta olduğunu algılamaya, sezmeye başlamış olanlardan daha fazla sorumluluk, daha fazla gayret, daha fazla idrak ve vazife talep ediyor yaşadığımız dönem.
Kendi yarattığımız kavramsal illüzyonların bir parçası olsa da, 2011 yılının hepimiz için anlayışlarımızın derinleştiği, sezgilerin güçlenip dikkate değer bulunduğu, gerçek anlamda şuurlu ve vicdani değerlerin öne çıktığı bir şafak sökme yılı olmasını dilerim..