Annem zengin olmam için dua ederdi, babamsa ‘insan’ olmam için… Zengini bilirsiniz işte, hani şu züğürdün çenesini yoran. Peki ama insan nedir, kime denir? Nasıl tanınıp bilinir? Erdemleri, faziletleri nelerdir?
Bir ansiklopediyi açıp bakarsanız şöyle bir şeyler yazar: İnsan (Homo Sapiens) beyin kapasitesi konuşma ve tasarımlama yeteneğiyle diğer insanımsı varlıklardan ayrılan modern insan. Günümüzden en az 200.000 yıl önce (en az 1 milyon yıl diyenlerde vardır) ortaya çıktığı sanılmaktadır. Avcı toplayıcılıktan, tarım ve hayvancılığa kadar, ilkel ve basit aletlerin kullanımından, sanat eserleri ve medeniyetler yaratmaya kadar gidebilen dünyanın en akıllı yaratığı!. Bazıları kendiliğinden çok uzun yıllar içinde evrimleştiğini, bazıları da prototipini tanrının yaratıp yeryüzüne gönderdiğini savunur…
Son zamanlarda uzaydan geldiğini savunanlar olduğu gibi evrim ve yaradılış teorisini sentezleyerek “ akıllı tasarım”la ortaya çıktığını savunanlar da var… Bu tanımlamanın “insan” dediğimiz zaman bazı değerleri yeterince açıklayamadığı ortada. Bu noktada tasavvuf ehlinin zikrettiği “insan-ı kamil” tanımı anlam eksikliğini gidermeye başlıyor…
Bana göre insan, dünya üzerindeki tüm yaratılmışların özünü içinde barındırıyor. Genel olarak baktığımızda dünyadaki tüm varlıklardan çok daha bağımsız, çok daha özgür ve yetenekli olduğunu söyleyebiliyoruz!. Bu da onu adeta bir tanrı konumuna yükseltiyor. En vahşi hayvandan bile daha vahşi olabildiği gibi, en şefkatli varlık olabiliyor. Onu en sefil durumda görebildiğimiz gibi en asil durumda da görebiliyoruz. Bir bakıyoruz hemcinslerini öldürmeye doyamayan aşağılık bir kan emici, bir bakıyoruz cenneti dünyada tesis etmeye çalışmakta. Günümüzde bile insanın kadınlar başta olmak üzere çocuklara ve zayıflara (hayvanlara ve doğaya karşı olanları geçiyorum) yaptıklarını gördükçe bazen insan olduğumuz için utanç duyuyoruz. İnsan maddeye bağlı kalıp esir(bağımlı) olabildiği gibi, sınırsız özgür ve yaratıcı da olabilir. Görebildiklerimizin bir sonu, sınırı yok. Ne kadar hayal edebilirsek mutlaka daha ötesi var!. Bunları yapan da aynı insan.
Peki öyleyse insan olmak nasıl bir şeydir, iyi midir yoksa kötü mü?! Aslında ne iyidir ne de kötü. İnsan sadece insandır. İnsanın bir tarafı hayvani özellikler taşıyorsa da diğer bir tarafı tanrısal değerler taşıyor. Spektrumun genişliği çeşitliliği sağlıyor. Bir ayağı ile maddeye, bir ayağı ile maneviyata dayanıyor. Bu tanım insanı tarif etme ihtiyacıma daha iyi karşılık veriyor. Kutsal kitaplarda bahsi geçen “..ve tanrı çamurdan (dünyadaki elementler ve su) yarattığı insana kendi nefesinden üfledi” sözü bunu anlatıyor olabilir.
Peki nasıl bir insan olmalı? Bu da bizim irademize bırakılmış görünüyor. Terazinin bir ucunda en ilkel ihtiyaçları ve ham şekliyle homo sapiens, diğer aksi uçta ise “insan-ı kamil olmak” var. Her iki uçta da yaşayan insanlar var. Benim derdim işte bu 2. YOLda OLmak. Ancak spektrumun merkez noktasını görüş alanımdan kaçırmamaya çalışarak. Böyle olması gerektiğini düşünmemin sebebi ise her şeyden önce taşıyla toprağıyla bu dünyada yaşıyor olmamız. O halde bunu göz ardı etmeden yolculuğunu ve gelişimini sürdürmeli insan. Hep adeta uçarak ayaklarımız yere basmadan yaşamak gerekseydi bulutların ötesinden gelip de bu dünyayı deneyimlemeye hiç gerek kalmazdı diye düşünüyorum. Madem ki buradayız o halde dünyanın farkına ve tadına vararak yaşamalıdır insan. Kısaca yaşamın hakkını vermelidir.
Bu düşüncem zaman zaman garip görünmeme engel olmuyor. İnsanların acılarından, zaaflarından, korku ve komplekslerinden büyük maddi ve manevi kazançlar elde etmeye çalışmayarak çevremdeki çoğu kişiyi şaşırtıyorum. İşin kötüsü bunun nedenlerini kendimden başkasına izah etmekte zorlanıyor ve onlara hak vermek zorunda kalıyorum!.
Her biri en az 200 milyar yıldızdan oluşan, gittikçe genişleyen evrenimizdeki 100 milyardan fazla galaksi içinde en küçüklerinden biri olan ve 1 milyar ışık yılı çapındaki Samanyolu galaksimizin kıyısındaki güneş sistemimizin küçük bir gezegeninde, yaklaşık 1 milyon yıldır varolan ve şu anda yaşayan 7 milyar insandan biri olarak sağ salim yaşayıp gidiyoruz her birimiz. Bir yandan kariyer, şan-şöhret, güzellik ve güç, geçim derdi, alt kimlik- üst kimlik sorunsalı vs. gibi günlük kısır çekişmeler, ego kavgaları sürüp giderken, bir yandan bunlara takılıp kalmadan seçtiğimiz yolda yürüyüp gitmeye çalışmak en doğrusu. Yola çıkış noktamız, her neresi olursa olsun, esas önemli olan nerede olduğumuz ve nereye gittiğimizdir. Gerçek kimlik budur, tanrısallığımızı kuşanmış insan olmaktır.
Öyle insanlarla karşılaşıyorum ki, olgun ve mütevazi duruşları nedeniyle, yalana alışmış gözlerce hiç fark edilmeden yaşayıp gidiyorlar. Tıpkı Mevlana’nın
“Nice insanlar gördüm üzerlerinde elbise yok,
Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok” dediği gibi…”
Babam “insan” (yani adam) olmamı isterdi. Annemse, zengin ve de saygın olmam için başhekim!. Ben başinsan olmaya çabalamaya karar verdimJ. Ancak bu uzun ve sıkıntılı yolun daha henüz başlarında olduğumu biliyorum!