Ben çok çalıştım, çok öğrendim, çok hatırladım ama
“O bir tek ve en çok beni sevsin”.
Ben ne acılar yaşadım ve yaşattım, hepsinden binlerce farkındalıkla çıktım ama
“O beni olduğum gibi sevsin”.
Ben ne ihanetler ettim, haddimi aştım, nefsime yenik düştüm ama
“O bir tek beni istesin”.
Ben “ben” sandığım her şeye öyle sıkı tutundum, öyle bırakamadım ki
“O hepsinden özgürleşmiş olsun”.
Ben “aşk” adı altında öyle sevemedim, öyle sevemedim ki
“O bana deliler gibi aşık olsun”.
Ben kendime öyle tokatlar attım, öyle acımasız muamele ettim ki
“O bana gözü gibi baksın”.
Ben layık olduğum değeri kendime o kadar veremedim ki
“O bana her şeyden daha çok değer versin”.
Ben kendime söylediğim sayısız yalana o kadar inandım ki
“O yalansız olsun, dürüst olsun, özü gibi olsun”.
Ben kalbimi naçizane ihtiyaçlarıma o kadar açamadım ki
“O benim farkına bile varamadığım ihtiyaçlarıma anında yanıt versin”.
Ben yaptığım seçimlerle yaşam deneyimimi o kadar kısıtladım ki
“O çok kaliteli seçimler yapsın ve hep beni seçsin”.
Ben korkularımı bilgi ile öyle güzel paketledim ki
“O benim yerime de cesur olsun, korkmasın, kaçmasın”.
Ben kendimi o kadar yalnız bıraktım, o kadar kucaklamadım ki
“O bana sımsıkı sarılsın, hep beni korusun kollasın”.
Ben özümü, varlığımı, ışığımı o kadar görmezden geldim ki
“Onun gözleri benden başkasını görmesin”.
…
Ve bu liste böylece uzar gider…
Biraz daha farkındalıklı yaşamaya çalışanlar ile öylesine yaşayanlar arasındaki flört sırasında süregiden gerilim, sanıyorum ki farkındalıklı olanlar gerçekten aydınlandığında –kendi yapamadıklarını partner adaylarından beklemeye ihtiyaçları kalmadığında — veya öylesine yaşayanlar sadece kendilerini düşünerek yaşamayı bıraktıklarında –diğeriyle birliği deneyimlemenin daha tatmin edici olduğunun farkına vardıklarında– sona erecek. İşte o zaman hepimiz koşulsuz sevgi sınavından geçmiş olacağız.
Kabul edemediğin yanlarını bir başkasında deneyimlemeye artık ihtiyacın yok. Şuanda o yanlarına bakabilmek için ihtiyacın olan cesaret ve hoşgörüyü içinde uyandırabilirsen ilişkilerinde de bu ikiliği sürdürmene gerek kalmayacak. Hatta belki de onlar da kendilerini bu ikiliğin diğer yüzünü temsil etmeye devam etmek zorunda hissetmeyecekler ve belki de birliğe doğru hareket edecekler.
Neden olmasın?
Farkında olsak da olmasak da hepimiz kaynağa geri dönme, ilahi olanı deneyimleme güdüsüyle yaşamıyor muyuz?
Peki biz bir diğer insanın kusursuz samimiyetini talep ederken önce kendimize karşı ne kadar samimiyiz?
Her yerde özüne dokunmamış, yüzeysel “koşulsuz sevgi”, “ilahi Aşk” bildirimleri yapıyor, yerli yersiz “Aşk olsun” ifadesini kullanıyor, sosyal medyada Mevlana sözleri paylaşıyorken görmeye bile yanaşmadığımız yanlarımızı kabul etmeye ne kadar hazırız?
Seni hayal kırıklığına uğratan o adama kalbinde tertemiz bir yer vermeye ne kadar hazırsın?
Ne kadar o çirkin, yanlış, ucuz diye adlandırdığın sıfatları derin bir nefesle içine çekmeye hazırsın?
Bu gezegende süregiden tüm vahşeti, ikiyüzlülüğü, haksızlıkları ve kayıpları kucaklamaya ne kadar hazırsın?
O inkar ettiğin var ya, işte sen O’sun. Sen o benliğinin farkına varıp onu bırakana kadar, üzgünüm ama sen o zalimsin, ikiyüzlüsün, açgözlüsün, kaybolmuşsun…
Yolda olduğunu sansan da kaybolmuşsun. Unutma ki şeytan seni en büyük zaaflarınla kandırır. Bu zaaf ilahi Aşk’ın bir yansıması olsa da gerçek değişmez, kanmışsındır.
Şimdi lütfen bırak; her şeyle beraber ilahi Aşk’ın yansımalarında kaybolmalarını da bırak. Gerektiği zaman o seni zaten en doğru şekliyle –belki de şekilsiz– bulacak. Sen yeter ki hazır ol. Sen yeter ki samimi ol. Önce kendine. Aşk ve iman samimiyetini takip edecek. Umulur ki vuslata ulaşasın. Kendinden kendine…