Malum 14 Şubat Dünya Sevgililer Günü. Ne yazık bu yıl da yalnız kutlayacağım bu keyifli günü… Dilerim sizler sevgilinizle mutlu saatler yaşarsınız. Küçük sürprizlerle birbirinizi sevindirip, doya doya sevişeceğiniz bir geceyle bitirirsiniz o günü. 🙂
Bu ay konumuz aşk ve erotizm. Daha önce gerçekten cinsel tacize uğramış ve bunun etkilerinden kurtulması yıllar almış bir insan olarak Sevgili Hasan’dan bu alanı bana vermesini istedim. Sağolsun, hiç itiraz etmedi verdi. Bugün 31/01/2005. Yazıları en az altı gün önce teslim etmemiz gerekiyordu. Ne yazık ki, içimde bir şeylerin direnciyle uğraşmak zorundaydım. Yazıya kaç kez başladım ve birkaç satırdan sonra kapatıp, bilgisayar oyunları oynamaya başladım.
Daha 4 ya da 5 yaşındayken cinsel tacize uğramış bir insanın bu konuda yazı yazması gerçekten zor oluyormuş. Meğer o kadar da temizleyememişim yaşadığımın bıraktığı izleri
Daha küçücük bir çocukken uğradığım bu “haksızlık” üzerinde çok düşündüm. Çok çeşitli terapiler aldım. Yine de kafamda uçuşan yüzlerce soru/yanıt ve unsur var bu konuda. Keşke hepsini toparlayabilseydim… ne yazık ki bunu yapamıyorum. Sanırım yapabilsem, bu bir dergi yazısından çok bir deneme kitabı olur. .
Aşağıdaki görüşler, edindiğim pek çok bilgiden sonra kendimce oluşturduğum bir sentezden başka bir şey değil. Yazdıklarımı acımasız, kaba veya sevimsiz bulabilirsiniz. Kabul edip kendinize dönüp bakabilirsiziniz. Tamamen reddedip beni suçlayabilirsiniz. Kapım ve gönlüm hepinize açık. Yine de doğrudan karşı gelecek olanlara “yazıyı birkaç gün sonra yeniden okuyun ve üzerinde biraz daha düşünün, benimle ve görüşlerimle ilgili infazı ondan sonraya bırakın” demek istiyorum.
Anlaşılan o ki, cinsel tacizin tarihi insanlık tarihi kadar eski. Özellikle semavi dinlerin getirdiği evlilik dışı cinsel birleşme yasakları, tıpkı tüm diğer yasaklar gibi yan etkilerini de birlikte getirmişler. Bir zamanlar aşk oyunu gibi kullanılan bazı teknikler, yasakların başlamasından sonra “taciz” adını almışlar gibi.
Bekaretin kadın için en önemli temizlik, saflık belirtisi olduğu toplumlar türemiş pıtrak gibi. Şamanizm’in, Paganizm’in etkisindeyken kutsal sayılan cinsel birleşme anı, semavi dinlerin etkisiyle büyük, hatta yetmemiş en büyük günaha dönüştürülmüş birdenbire.
Doğayla içiçe yaşayan eski insanlar, var olmanın asıl tohumunu taşıyan bu birleşme anını, uzun, önemli ve yaşananı kutsayıcı bir ayinle birlikte hayata geçirmişler. Birbirini beğenen, birlikte olmaya karar veren erkek ve dişi bu arzularını ortaya koyucu bazı davranış biçimleri içine girmişler. Bugünkü bakış açımıza göre “cinsel taciz” adını verebileceğimiz kurlar, birer sevgi oyunu olarak kabul edilmiş yıllarca. Her birleşmede yeniden, aynı keyif ve istekle yinelemişler bu ayinimsi oyunları.
Her iki taraf da bu oyunlara katılıp keyif aldıkça, birbirlerini daha çok arzular hale gelmişler. Sonunda enerjilerini paylaşmaya gerçekten karar verdiklerinde, bu işin aynı zamanda zevkli de olabilmesini sağlamak adına, bu oyunları gerçekten cinsel yönden tahrik edici seviyede uygulamışlar. Soyunup birbirlerinin çıplak bedenlerini ilk gördüklerinde, ne kadar heyecanlanırlarsa heyecanlansınlar, zevki arttırmak adına hiç acele etmemişler. Birbirlerine hoş kokulu yağlar sürüp, yumuşak masajlar yapmışlar. Tahrik etme unsurunu kullanırken, her iki tarafın da rızası ile olmuş tüm “tacizler”.
Bizim modern dünyada taciz adını verdiğimiz pek çok davranışı, kapılarını kapattığımız yatak odamızda partnerimizle fantezi adı altında paylaşmamız gibi. Göz süzmeler, birbirinin poposunu ellemeler, partnerin çıplak bedenine, bacaklarına, cinsel organına hafifçe yaklaşmalar ve adına aşk oyunu değiniz her ne varsa, her şey, dışarıda ve karşı tarafın rızası olmadan yapılınca “taciz “adını alıyor bildiğiniz gibi. Yatak odasında olunca buna “mutluluk oyunu” demekse pek bir moda haline geldi son yıllarda.
Son zamanlarda evli çiftlerde bile eşlerden birinin rızası olmazsa, “cinsel taciz” ve hatta “tecavüz” söz konusu edilebiliyor. Erkek egemen toplumlarda, genellikle kadının taciz edildiği zannı yaratmak için özel çaba gösteriliyor. Bir taraf kurban sayılıyor, diğer taraf acımasız, zalim. Alttan alta, yumuşak yumuşak, kadının değersiz, erkeğinse “değersize değer verecek kadar değersiz” olduğu vurgulanıyor aslında.
Kurban rolü oynayan kadın, mahkemede soru soran hakime belirgin bir utanç duygusu içinde neler olduğunu anlatırken, zavallı acınası kurban rolünü iyi başarabildiğinde, acımasız zalim saldırganın ceza almasını sağlıyor. İçten içe bir gurur, bir zafer duygusu yaşıyor. Erkekse, toplum kurbanı aciz ve çaresiz rolünü üstlenip, alan razı veren razı bu oyunda rolünü başarmanın onuruyla cezaevini boyluyor.
Düşünsenize henüz DNA sarmallarının testi yapılamazken, adam kadına tecavüz etmiş, ederken de kondom kullanmış. Kadının bedeninde neden olduğunu kanıtlayamadığı darp izleri var. Adamın ona yaptıklarını anlatırken her şeye rağmen baş eğmeyeceğini, utanç duymayacağını, asıl utanması gerekenlerin bunu yapan ve bu duruma göz yumanlar olduğunu düşündüğünü belirten adeta tüm erkekleri ve tabii o erkekleri yetiştiren anneleri suçlayan bir eda içinde suçlama getiriyor herkese. Toplumun itibarı ile oynuyor. O erkeğin nezdinde tüm erkekleri ve o erkekleri yetiştiren tüm anneleri zanlı durumuna sokuyor. İşte bu da oyunun diğer yanı. Aynı kadın da aslında aynı zamanda anne. Öyle olduğunu biliyor. Yine de “ben senden daha iyi anneydim” demeye getiriyor. “Benim çocuğum öyle davranmaz” demek istercesine yaklaşıyor olaya. Başı dik alnı açık.
İşte, kadının kurban rolünü iyi yapamadığı, kendine yeterince acındıramadığı böylesi durumlarda ise, genellikle erkek olan hakim “dişi köpek kuyruğunu sallamazsa erkek köpek arkadan gelmez” öğretisinin bir uzantısıyla, neredeyse kadını suçlayıp, kanıt istiyor. Her ikisi de güç peşinde ama anlayan yok…
Oysa “cinsellik karşı tarafla bütünleşerek tamamlanmak demektir” diyor kadim öğretiler. Yasaklamıyor, destekliyor bu anlamda birlikteliği ve enerji paylaşımını.
Taocu sevişme, Kama Sutra, Tantra gibi kadim öğretilere baktığımızda, tek tanrılı dinlerin yasaklarından uzakta yaşayan bu insanların, cinselliği bir günah değil, enerjiyi paylaşarak dengeleme unsuru olarak kabul ettiklerini görüyoruz. Bu insanların, bu eylemi olabildiğince keyifli hale getirmek için özel çaba gösterdiklerini görüyoruz hala. Tarih boyunca alenen ve gizlice yaşanmış olan, Uzakdoğu’da hala yaşanmakta olan bütün bu yaşanan oyunlar, insanların genlerine işlemiş durumda. Ancak yasaklar var ve işi zora koşan biraz da bu yasaklarmış gibi duruyor.
Şimdi dindar bir Yahudi erkeği ele alalım. Adamın bırakın evlenmeden birisiyle birlikte olmasını, eşiyle bile istediği gibi sevişmesine izin verilmiyor. Mastürbasyon yaparken yakalanan genç erkekler babaları tarafından ağır cezalara çarptırılıyorlar. Adam evlenmemek gibi bir seçeneğe sahip değil. Aksi halde ciddi günahlara gebe. Düşünsenize gece rüyalanıp, sabah “kutsal” annesinin yıkayacağı lekeli ve ıslak bir külotla uyandığını. Kendi günahına razı olacak olmasına da, işin utanç kısmıyla nasıl başa çıkacak evlat?
Bir Katolik Rahibi’ni ele alın. Aynı dert onun da başında var. Evet rahip olmak bir seçim işi ve o da seçmeseydi diyebiliriz de, adam ne bilsin bu dürtünün yıllar geçtikçe çoğalıp büyüdüğünü, bastırılamaz hale geldiğini…ona bunu söylememişlerdi ki rahip okuluna ilk kayıt olduğunda. O zaman o daha 14 yaşındaydı, belki daha da genç. Babası çok önemli bir insan olamamıştı. Bari oğlu önemli biri olsun istiyordu. Hem Allah’a yakın olmalıydı oğul, hem de insanlardan saygı görmeliydi. Çocuk ne ister diye sormak gerekmezdi ki…
Adam büyüyüp kendi kararlarını verebilecek aşamaya geldiğindeyse, dışarıdaki yaşamı hiç bilmeyen bir insan olup çıkmıştı. Daha da kötüsü, ergenliğe attığı ilk adımdan bu yana ona dünyanın kötü bir yer, insanın ise bu kötü yerde yaşayan bir günahkar olduğu öğretilmişti. Adeta beyninin her hücresine kazınmıştı bu bilgi. Ara sıra “onları da Allah yarattı, neden o kadar kötü olsunlar ki” şeklinde sorular sorsa da yine de cesaret edemezdi bu soruyu yüksek sesle dile getirmeye. Çok defa cezalandırılmıştı Allah’a ve bilgisine karşı geldiği için. Bulunduğu yerde pek mutlu olmazdı genellikle, yine gücü yetmezdi dış dünyaya temelli adım atmaya.
İslam’da durum biraz daha değişik. Zina suçu sanki bu işi tek başına yapabilirmiş gibi kadına büyük yük yüklüyor. Recm edilme cezası kadına verilirken, erkek elini yıkıyor ve işte gitti pislik.
İyi güzel de, cinsellik tuhaf bir olgu. Sizin ona nasıl baktığınıza göre o da size bakmıyor ki… nasıl sindirim sisteminizi boşalıp, kanınızdaki besin maddeleri azaldığında karnınız acıkıyorsa, nasıl beden içi su miktarı azaldığında salgılanan hormonlar sizi su içmeye zorluyorsa, cinsellik de aynen öyle bir durum.
Kadınla erkek, birbirlerinin enerjisini tamamlayan iki unsur. Aslına bakarsanız aynı enerjinin iki kutbu da diyebiliriz. Her biri kendi içinde diğer tarafın tohumunu taşıyor. Bu tohumun yeşerip büyüyebilmesi, kişinin kendini bütün hissetmesini sağlıyor. Bunun için de mutlaka karşı cinsle birleşip enerji alış verişinde bulunmak gerekli. Kadın kendi içindeki bütünlük duygusunu yitirmeye başladığında bunu tamamlayacak bir erkeğe gereksinme duyuyor. Aynı biçimde erkek de, kendi içindeki bütünsellik duygusunu yitirmeye başladığında, bunu yeniden doldurup tamamlayacak bir kadına gereksinme duyuyor.
Kadının bekaretinin hala çok önemli olduğu, namus denilen kavramın hala bacak aralarına girip çıkan et parçalarıyla ölçüldüğü toplumlar giderek azalıyor gördüğünüz gibi. Ancak “cinsel taciz” adı verilen güç oyunları hiç tükenmiyor. Bırakın günahla namusun birbirine karışıp, çözülemez bir düğüm olduğu ve bastırılan cinsel dürtülerin patlamaya hazır bir bomba haline geldiği toplumları, cinselliğin doya doya yaşandığının söylendiği nispeten açık görüşlü toplumlarda bile cinsellik hala bir tabu ve eskiden kur yapmak adına kullanılan bir çok oyun da taciz olarak adlandırılmaya devam ediyor.
Kadınlar kendi ezilmişliklerini tatmin etmek adına erkekleri suçluyorlar. ABD’de erkek hekimler jinekolog olmak istemiyorlarmış. Neden? Çünkü canı tazminat almak isteyen “namusu bütün” kadınlar, muayene olurken kaymış olan örtüyü doktorun kasten yere attığı ve kendisini böylece taciz ettiği iddiasıyla bilmem ne kadar tazminat alıyorlar, üstelik hekimin saygınlığını ve gururunu da yerle bir ediyorlar. Kim bilir belki de o erkeğin kişiliğinde kendisine sürekli olarak “aşağılık bir varlık” muamelesi yaptığını zannettiği tüm erkek dünyasından intikam alıyorlar kendilerince ve farkında bile olmadan.
Bir kadının cinsel dürtülerinin kabardığını anlamak o kadar kolay değil. Oysa erkeklerde durum farklı. Ereksiyon halindeki bir penis, herkesin kolayca ayrımsayabileceği bir organ. Belki de sırf bu yüzden erkekler kendilerini farklı görüyorlar. Pek çok kez “biz kadınlar gibi değiliz, onlar uzun zaman seks olmadan dayanabilirler, bir yapamayız, fiziksel yapımız buna uygun değil” dediklerini eminim siz de duymuşsunuzdur.
İster dinler, ister toplum baskıları, ister sosyal kimlikler yüzünden olsun, bastırılmış cinsellik daima tehlikelidir bence. Sonunda zihni ele geçirir ve kişiyi hiç de istemediği bir şeyleri yapmaya zorlar.
Çok yıllar önceydi Zeki Alasya ve Metin Akpınar ikilisi “Haneler” adlı bir oyun sahnelemekteydiler. Hastaneler, eczaneler gibi yerlerdeki olayları hicvediyorlardı. Sıra k.rhanelere geldiğinde, bir dizi kadın aktris pek çok olaydan sonra “demek ki biz lazımız” diye bir tümce kullanıyorlardı. Onlar olmazsa tüm erkeklerin kafayı yiyip kadınlara saldıracağı da hicvedilmiş ve sonunda o “kötü” kadınlar hep bir ağızdan “demek ki biz lazımız” diye bağırmışlardı.
Bakar mısınız olaydaki tuhaflığa… sanki cinsellik sadece erkeklerin tekelindeymiş gibi, onların kadınlara tecavüz etmemesi için, başka kadınlar kendilerini kurban edip sorunu baskılayacaklar. Baskıladıklarında yapılan işe yarasa yürek yanmaz. Bu konuda yine de biraz daha özgür olan erkekler, cinselliği para ile satın alabildikleri sürece, çok da fazla sorun yaşamadılar gibi görünse de, bilinen duyulan tecavüz olaylarının çoğunda mütecaviz olan taraf erkekler.
Devir değişti dostlar… artık kadınlar da erkekler gibi kendi cinsel kimlikleri ile tanışıyor ve bu arzularını bastırmak yerine tatmin etmek istiyorlar. Cinsel taciz hatta tecavüz sadece kadınların maruz kaldığı bir suç olmaktan çıkalı çok oldu. Bizim dar görüşlü toplumumuzda bile karşı örneklere rastlamak olası.
Olayı tüm ayrıntıları ile anımsamıyorum. Birkaç yıl önce gazete manşetlerine –yanlış anımsamıyorsam- 4 kadının birlik olup, genç bir delikanlıyı kaçırdığı ve tüm gücü tükenene dek ona tecavüz ettikleri haberi taşınmış, toplum hayretler içinde kalmıştı.
Niye şaşırdıklarını anlamak olası değil. Kadın da sapık olabilir, “ayranı kabarıp” başına vurduğunda ne yapacağını bilemez olabilir, kadın da güç elde etmek isteyebilir, kadın da kendini kanıtlamak isteyebilir…
Sorun şu ki, kadına o ölene dek de tecavüz etseniz, hatta mideniz kaldırıyorsa, öldükten sonra da yapsanız sorun yok. Oysa erkek dediğin birkaç birleşmeden sonra tükenir gider. Ereksiyonu bulamaz. Acaba bu yüzden mi kadın tecavüzcü olmak yerine, kışkırtıcı olup, adamın rızasıyla onunla birlikte olmayı yeğliyor? Yani o adam tek başına yetmezse, her hangi bir barda, her hangi bir başka yakışıklıya cinsel tacizde bulunup, eve götürebilir değil mi ya!
Bazı gazetelerin dergilerin veya internet sitelerinin ilan sayfalarında sıkça rastlanan yeni nesil ilanları görmezden gelmeyin bence. Bu ilanlarda “eş değiştirmek” isteyen “evli” çiftlerden tutun da erotik masaj yapan ve saati yüzlerce dolarlarla anılan atletik yapılı erkeklerin servislerine kadar neler var neler…
Oh ne güzel! Alan razı satan razı, bari bizler de tacizden ve tecavüzden kurtuluruz diyen –özellikle kadın- okurları duyar gibiyim. Yok arkadaşım yok, öyle kolay değil bu unsurdan kurtulmak.
Birincisi hiç öyle bir deneyim yaşamadığı halde “ben cinsel tacizden korkuyorum” diyenleriniz, önce bu düşünce kalıbınızın içine derinlemesine bakın. Durup dururken cinsel tacizden korkmanızın bir anlamı olabilir mi? Ya genlerinizde böyle bir bilgi taşıyorsunuzdur ya da aslında böyle bir fanteziniz vardır da dile getiremiyorsunuzdur.[1]
Bizim ülkemiz söz konusu olduğunda, kadınların büyük çoğunluğunun genlerinde bu bilgiyi taşıyor olması çok doğal. Yıllar boyunca önemli olan bekaret, erkeklerin başta aile içindeki genç kızlar olmak üzere, ulaşabildikleri her kişiyi taciz etmelerine ve bunu korkutarak, susturarak örtbas etmelerine neden oldu ne yazık ki. Biz bu gerçeği kabul etsek de o var, etmezsek de. Bu durumda cinsel tacizin ya da tecavüzün bizim ülkemizde tamamen ortadan kalkabilmesi için tüm toplumun genlerini değiştirmemiz ya da tedavi etmemiz gerekli olabilir.
Öte yandan bakıyorsunuz, dünyanın gelişmiş ve medeni olduğu söylenilen pek çok ülkesinde de aynı sorun var. Haydi bizimkiler genetik kodlardaki korkulardan oldu, oralarda ne oluyor?
Bana kalırsa bu çok daha karmaşık bir durum. Kimlik arayışı, güç arayışı, yaşamın başka alanlarındaki doyumsuzluğa gösterilen tepki cinsel tacizin asıl nedenlerini oluşturmuş nesiller boyu. Bu kadın için de böyle ve erkek için de böyle. Genlerle de aktarılıyor bu durum gelen nesillere.
İçinde aileden miras aldığı bastırılmış isyan, şiddet ve değersizlik duygusu olan kişi enerjisinin çekim gücüyle, çevresine bu konularda neredeyse kendisine tıpatıp benzeyen karşı cinsten birini çekiyor. O kişinin kendi değersizlik duygusunu körüklemek adına istediği kadar kötü davranmasına izin veriyor, sonra da oturup kendi haline acıyor. Oysa -belki de- kendi içine baksa, “ben neden böyle bir insanı yaşamıma çektim? Hangi alanda ona benzeyen yanlarım var” diyebilse hem kendisini hem de karşısındakini gerçekten görebilecek ve belki değişim yaratabilecek.
Kilolu insanlar çoğu zaman bir şeyin yerine yemek koydukları için şişmandırlar. Sözünü ettiğimiz bu “bir şey” hiç de azımsanmayacak ölçüde “seks” olur pek çok kez. Ya da korunma içgüdüsü vardır kişide. Küçükken çeşitli konularda tacize uğramış ve kullanılmıştır. Şimdi kendisiyle ilgili “zavallı ben” inancından kaynaklanan bozuk enerjisinin görülmesini, algılanmasını istemez. Bu enerjiyi kilolu bedeninin yağları arasına sıkıştırarak yeniden taciz edilmekten korunmak ister. Hele cinsel taciz varsa yaşamının bir alanında, ya da o öyle algıladıysa kendisine yönelik bir davranışı… kilolar da yetmeyince, yerine başka bağımlılıklar gelir, sigara, alkol, kumar bazen daha da ilerisi, uyuşturucular, tehlike ve benzeri pek çok şey.
Cinsel taciz, kendisini değersiz, yetersiz bulan bir insanın, kendisini değersiz yetersiz bulan ve bu durumu kendisine yansıtmaya –bilmeden de olsa- özel çaba gösteren bir başka insan tarafından uyarılması da olabilir bu bağlamda. Tecavüze uğradıysanız, durun, düşünün ve kendinize sorun “güçsüz kaldığım, yetersiz, değersiz hissettiğim zamanlarda başkalarının hangi alanlarına tacizde bulunuyorum?” diye.
Sakın ha utanmayın, asla örtbas etmeyin…
Kurban rolünü seçmek size veya ailenize ileride zalim rolünde bir üye yaratmaktan başka hiçbir şey sağlamaz. Hele hele aynı fert hem kurban hem de zalim rolü ile özdeşleşecek olursa, ödenecek bedel gerçekten sizin utanmanızdan çok daha ağır olacaktır.
Sevgili dostlar;
Cinsel ya da değil, her hangi bir tacizle karşılaştığınızda ya da olanı “taciz” gibi algıladığınız durumlarda, sonraki nesillere otomatik olarak aktaracağınız enerji blokajlarını asla unutmayın. Bu çok da arzu edilmeyen olay tam da sizin başınıza gelmişken, ailenizin yürekli ve bilge üyesi olmayı seçin. Bu durum “yokmuş” gibi davranmayın. Her ne olursa olsun, mutlaka psikolojik destek alın, elinizden geldiği aklınızın yettiği ölçüde, yolunuza çıkan her türlü yardımın size akmasına izin verin.
Hepinize gönlünüzce keyifli cinsel bir yaşam diliyorum. İçinizdeki cinsel dürtülerle barışın, çevrenizde mütecaviz kimse kalmasın.
[1] Ben sadece 4 bilemediniz 5 yaşındaydım yıllarca unuttuğum bu olayı yaşadığımda. Herhalde öyle bir fantezim yoktu o yaşlarda. Sonra pek çok çalışma yaptım ve önceden yaşamış aile bireylerinin durumuna göz attım elimden geldiğince. Annemin aile geçmişinde bir kadının, kendisi taciz edilmese de edilen birisinin durumuna şahit olmuş, korkutulduğu için kimseye bir şey söylememiş. Eminim başka deneylerde vardı ailemin geçmişinde ama ben bu kadarının bile genlerimde bu korkuyu taşımama yettiğini düşünüyorum.