Bugünlerde nereyi açsam küresel ısınmadan bahsediyor. Önümüzde bizi bekleyen bir büyük tehlike… Her yandan nasıl önlemler alabileceğimizle ilgili mailler geliyor ve oluşabilecek korkunç tablolar, felaket haberleri şeklinde, sanki biraz da zevk duyularak, dört bir yana dağıtılıyor.
Bir avuç insan da oturmuşuz, spiritüel bilgilerden, çekim yasasından falan bahsedip duruyoruz. Kulağa komik geliyor aslında böyle düşününce.
Şimdi burada durum nedir?
Bir yanda hayatın gerçekleri (!), diğer yanda elle tutulmayan, gözle görülmeyen birtakım bilgiler yumağı.
Ama benim çevreme baktıkça gözlemlediğim tek şey, yaratılan panik duygusundan başka bir şey değil…
“Küresel ısınma geliyor”… paniikkkk!
“Göktaşı dünyaya çarpacak”… paniikkkk!
“Her an büyük bir deprem olabilir”… panikkkk!
Hatta geçenlerde bir Japon kaynaklı animasyon film geçti elime internette. Dünyanın nasıl batacağını hiç üşenmeden oturup animasyonlarla film haline getirmişler ve bunu da internette dağıtabildikleri kadar dağıtıyorlar. Aman ne güzel… Güzel de, burada Japonların animasyon konularında ne kadar geliştiklerine değil dünyanın nasıl batacağına odaklanıyor tabiî ki insanlar. Çünkü içlerindeki korku tohumları sürekli olarak hemcinsleri tarafından beslenerek büyüyor.
E çekim yasası vardı hani! Ne oldu spiritüel olduğunu söyleyip bu bilgileri ağızlarında sakız edenlere? “Onlar da bu tuzaklara düşüyor mu acaba?” diye arada merak etmiyor değilim hani…
İnsanların içine doldur korkuyu, besle korkulu düşünceleri her geçen gün, yazılı, görsel basını da kullanarak… Bir gün bu korkuları sadistçe bir zevkle ve hiç düşünmeden besleyen insanlar, kendi sonlarını da hazırladıklarını anlayacak zaman bile bulamadan kendi yarattıkları felaketlerden birinin içinde can verip gidecekler korkarım. En büyük düşman kendimiz değil miyiz bu durumda? Göktaşına, depreme, küresel ısınmaya gerek yok ki bu dünyanın batması için!
Bu yazıyı neden yazdım biliyor musunuz? Bugün bir arkadaşım bana sordu “sen bir anne olarak küresel ısınma konusunda ne düşünüyorsun? Benim çocuğum aklıma geldikçe delirecek gibi oluyorum.”
Hayır! Ben delirecek gibi falan olmuyorum açıkçası. Kocaman bir dünyanın içinde tek başıma da kalsam, hemcinsim insanların bütün ısrarlarına rağmen bu konularda korku üretmemeye devam edeceğim. Size de tavsiye ederim naçizane…
Ölümün çaresi de belki bulunur (bu bana göre hiç de imkânsız değil) ama zaten bir gün öleceğiz hepimiz ve ben bu korkuları üreterek hayatımı ertelerken sabah kapıdan çıkıp bir arabanın da altında kalabilirim öyle değil mi?
O zaman yapacağım tek şey, kendi üzerime düşen sorumlulukları yerine getirerek ama korku üretmeden ve bu korkumu çocuğuma ya da çevremdekilere aşılamadan, yaşanabilecek her günün tadını almaktan başka bir şey değil.
Yüz maymun hikâyesini bilmeyenleriniz vardır belki. Hatırladığım kadarı ile aktarmaya çalışayım: Bir gün maymunun biri su kenarına çamura bulanmış bir Hindistan cevizini alır ve daha önce hiç bir maymunun yapmadığı bir şeyi yapar. Hindistan cevizini suda yıkar ve ondan sonra kırıp yer. Bunu gören bazı dikkatli maymunlar da gün geçtikçe onu taklit etmeye başlarlar. Bu davranış biçimi yüz maymun tarafından kesintisiz uygulanmaya başladığında bütün maymunların aynı şeyi yaptığı görülür.
Ben de şimdi diyorum ki, benim gibi yüz insan çıksa, gerçek anlamda korku üretmeden, bu tuzaklara düşmeden yaşamlarını sürdürmeyi başarabilseler, belki de yüz maymun hikâyesinde olduğu gibi kolektif bilince yeni bir kod girilir ve mucizeler gerçekleşir, kim bilebilir?
Bu durumda, 99 kişiye daha ihtiyacım var. İlgilenenlerin şahsıma müracaatları rica olunur. Tüm başvurular aleni tutulacaktır!