Şaşkınım… Evet şaşırıyorum. Neden?
Çok basit.
Hani biz bütünlük bilincinde, farkında ve koşulsuzluk içindeki gelişimlerimizde bir arpa daha ilerlemiştik?
Eeeee o zaman “bahar geliyor yaşasın” diyerek diğer mevsimlere yaptığımız ayrımcılık niye?
Hala koşullarımız ve şartlarımız bizi tırmalıyor galiba 🙂
Benim son dönemlerde çok fazla dikkatimi çeken bir durumun farklı bir tezahürü de mevsimlere uygulanıyor bu ara….
Kimi görsem sanki Amerika’yı yeniden keşfetmiş gibi “ YAŞASIN BAHAR GELİYOR!” çiçek, böcek, hava, koku filan diyip duruyor. Ne oluyoruz yahu? Durun bir bakalım, An’lardan, her AN’ın kıymetinden bu kadar dem vururken bu olacak iş midir? Bu ayrımcılık koşul ve şart gütme değil midir?
Tamam, anarşist ben devreye girdi ve susturamıyorum onu ama içimde çevresel etkilenmeden oluşan bu kaosumu sizlerle paylaşmazsam olmazdı ki!
Sevgili okuyucu, şimdi hadi biraz düşünelim, beynimiz de fırtınalar yaratalım. Ama önce sen benim düşündüklerimi oku sonra bana doğrusun, yanlışsın filan diye mesaj yaz ki bu konu ben de kaos olmaktan çıksın ve bakış açım biraz daha genişlesin.
Ben verdiğim eğitimlerde çok sık bir örnek veririm; “Ormana, çiçeğe, okyanussa bakınca yaradılışın gücüne ve güzelliğine hayranlık ve şükran duyar mısınız?” diye sorarım. Bir anda bir sürü örnek anlatılmaya başlar. Herkes kendi şükranlarını nerelerde yoğun hissettiklerini anlatır. Sonra şu soruyu sorarım. “Yılan gördünüz mü? Ya bir akrep, ya da fare?” genelde cevap; “Iyyyk. Aman ben yılan sevmem.”, “Akrepten korkarım.”, “Fare pis bir hayvan ve fobim var” gibi ya da eşdeğer cevaplar gelir. Arkasından şunu sorarım; “ E onları kim yarattı?”.
Hani siz yaratanın, yarattığı her şeyi seviyordunuz? Ağaç, kuş, deniz iyi de börtü böcek yarattı diye ögk kaka mı? Nerde kaldı koşulsuz sevgi, şükran?
İşte mevsim seçmek de buna benziyor. Hadi baharı sevelim ama kış uffff biraz daha sıcak olsaydı mı?
Yok öyle yağma. Seveceksen yaradılışın güzelliğini, sevgisini ve amacını her yerde ve her şeyde görebilmeli bütünlük bilinci içinde dualiteye kapılmadan kabullenebilmeliyiz.
Bazen egomuz öyle bir arşa çıkıyor ki, objektivitemiz yerlerde sürünürken sübjektivitemiz sadece kendi eksenimizin ihtiyaçlarının dışındaki her şeye körleşiyor. Nasıl mı? Hadi canım dürüst ol. Sadece sen okuyorsun kimseye söylemeyeceğim itiraf et. Olmuyor mu? Binlerce örnek veririm utanırsın ama 🙂 Mesela hafta sonu plan yaptın açık alan faaliyetinde bulunacaksın. Hava muhalefeti engeline takıldın. “ Ulan olacak iş mi şimdi? Bir sürü organizasyon yaptık bir sürü adamı harekete geçirdik? Nerden çıktı bu fırtına yağmur ne gerek vardı?” Demedin mi hiç? Dedin biliyorum. Bazılarını ben bile duydum hatta ben de sana katıldım 🙂
Eee o yağmura, senin çok sevdiğin ormanın, toprağın, denizin hatta çok sevdiğin sebze ve meyvelerin ihtiyacı var.
Diyelim ki, sen bir hafta sonu eğleneceksin diye pazarlık hakkın olsun. Hava güzel olacak ama karşılığında o günkü yağmurdan nasibini alacak bir şeyi kaybedeceksin? Neyi feda edersin? Diyelim ki elma olmasın bu yıl! Zaten çok yemediğin bir şey! Bu yıl 2 kilo eksik elma yemiş olsan ne olur? Peki sonuçlarına bir bakalım mı? Bireysel tüketim ve gereklilik konusuna değinmeyeceğim bile, ama sektörsel bir darbe olmayacak mı? Elma yetiştiriciliğinden geçimini temin eden birçok insan gelir kaynaklarından olacak. Elmadan üretim yapan bir çok sektörde ekonomik bir dar boğaz oluşmayacak mı? Ve bu ekonomimize yansımayacak mı? Ve sonuç sana geri dönmeyecek mi? Sen yıllık 2 kilo elma yemekten fedakarlık ettiğini düşünürken evrensel zincirde inanılmaz bir karma oluşturmuş olmayacak mısın? Ama olsun o hafta sonu çok eğlendin değil mi?
İşin şakası bir yana, kabul ediyorum biraz egzajare ettim ama neden sonuç ilişkisinde bile koşuculuğumuz bazen egomuzun bize bir oyunu olabiliyor.
Konudan detaylarla uzaklaştım sanıyorsan yanılırsın okurcuğum. Ben hala konuya geri bağlanma yolumu kaybetmedim 🙂
Ne diyorduk? Bahara seviniyoruz. Evet ben de seviniyorum ama diğerlerine sevindiğim kadar.
Ben mevsimleri dört ana elemente benzetirim ve bence Sonbahar TOPRAK’tır. Sanırım renklerinden olsa gerek ve bilirim kendini nadasa çekiyor biraz bakım gerekiyor ona o zaman bende böyle yapmaya çalışırım topraklanırım. Toprak gibi bereketim çoğalsın diye kendimi dengelemeye çalışırım. O günler de ben gene mutlu ve şükran dolu olurum.
Kış, ahhh o güzel kış severim diğerleri gibi. Bence KIŞ element olarak SU’dur. Karlar, yağmurlar. Gene her şeyin rengi değişir. Gökyüzünün grisini de severim, karın yağması ile oluşan dinginlik ve sükuneti de. Soğuk diriltir beni sanki aydınlanırım her şey açık ve ayan olur. O sert dediğimiz rüzgarların bilirim tohumları taşıdığını ve evrende her şeyin olduğu gibi onlarında görevleri olduğunu ve gene şükrederim. Hiç aklımı trafikle, lahana gibi giyinmekle bozmam. Zihnim oyunlar oynasa da içinde yaradılışın ve bütünün mucizelerini taşıyan bu döneme de diğerleri kadar hayranlık duyarım.
Ve YAZ gelir ATEŞ elementidir o da. Renkleri bile ateş gibi yakıcıdır. Sıcaklığı beraberinde hafifliği de getirir. Denizi, kumsalı, tatildeki çocukları, başka başka meyve ve sebze tatlarını taşır hayatıma. İçim ısınır gevşerim bir parça bereketlenmiş ruhumun hasatlarını olgunlaştırır toplar dostlarımla paylaşırım. Ateşe de ihtiyacım var pişmek ve olmak için onu da severim diğer mevsimler gibi.
Ve İLKBAHAR. HAVA’dır o. Yumuşak bir geçiştir olgunluğa. Erişkinlik öncesi bebeklik ve çocukluktur. İnsan çocukluğundaki gibi umarsız ve haylaz olmak ister. Artık filizlerini verir toprak beslendi suyla doya doya ruhumdaki çocuk başlar şımarmaya. Aldığım her nefesle bu element besler beni tüm hücrelerime kadar. Bütünün bir parçası olduğumu hissettirir bana.
İşte, bahara seviniyorum coşku ile ama gelen her gün her saat aynı coşku içimdeyse ben koşulsuz sevginin içinde olmam mı? Neden ayrıştırayım ki? Neden daha fazla anlamlar yükleyeyim ki? Zaten o coşku benim içimde ve sadece sınırlı ve koşullu anlarda değil her an da benimle olmalı. 🙂