Japonya’daki depremin hemen ardından düzenlenen bir basın toplantısında, ABD başkanı Obama “kültür, dil veya din açısından bütün farklılıklarımıza rağmen nihayetinde, insanlık birdir” demişti. Yüzyıl once California, Hindistan ve İtalya’daki depremler de benzer üzüntü paylaşımına ve ortaklaşa yardımlara yol açmıştı ancak “birlik” o zamanlar genelgeçer sözcük dağarcığımızın bir parçası değildi henüz –bilincimizin de. Son yüzyıl içinde, farkındalıktaki bu önemli değişim evrimin gücünü ve vaat ettiklerini işaret ediyor. Bir buçuk asır once, evrimden söz edilmezdi; Darwin’in çalışması sayesinde popüler tartışma alanına taşındığı andan itibaren bizler de giderek her şeyin evrimleştiğini anlamaya başladık: yaşamın, toplumların, kültürlerin, uygarlıkların, bilim ve teknolojinin ve bilincin ta kendisinin.
İnsanlığı “Uyandırma” Çağrısı
Toplu evrimimizde önemli bir kavşakta durmaktayız. Yirmi birinci yüzyıl toplumumuz hızlı bir değişimden geçmekte; insanlar bu belirsizlik günlerinde yön bulabilmek için yol gösterici işlev görecek etik ve ahlaki değerlerden oluşan daha sağlam bir zemin aramaktalar. Bizi hala şaşırtmakta olan derin sorulara yanıt istemekteyiz: Evrimi güdüleyen ve altta yatan daha derin bir amaç mı var? Dönüşüm rastgele mi oluşmakta? Ve eğer bir amaç varsa, evrim bizi neye doğru götürmekte?
İnsanlık bir bölünmüş bilinç bunalımı ile karşı karşıya. Önemli bir hamle için adeta yalvaran bir dönemden geçme mücadelesindeyken, bu bunalımın bizi alt etmesine izin mi vereceğiz, yoksa şu an sürmekte olan dönüşümümüzün bir toplu uyum ve gezegensel sürdürülebilirlik halinde doğmasına ebelik mi edeceğiz?
Kolektif hikayemiz ayağımıza ağırlık yapıyor; evrimsel değişimin akışına direniyor. Bu yüzyıla beraberimizde taşıdığımız ve düalite, ayrıklık ve sınırlar varsayımları üzerine inşa edilmiş olan yirminci yüzyıl öncesine ait hikayemiz anlamının ve gücünün ve dahası, gelecek için taşıdığı umudun büyük kısmını yitirdi. Kalıcı bir çözüm önermeksizin ardı ardına krizlerle yüzleşmekte. Bir zamanlar iyi anlaşılmış olan, topluca arzulanan ve yararlı bir amaca doğru sürekli ilerle ilkesi artık eksik.
Evrimleşme hikayemizde umudu yenileyecek, yaratılışın harikulade sürecine yeni bir anlam aşılayacak ve bilincimizi sezgisel açıdan güvendiğimizi bir vizyona birleştirecek yeni bir bölüme ihtiyacımız var. Kendini yenilemeye devam eden bir hikayeye ihtiyacımız var. Şu anki hikayemiz bazılarının sandığının aksine Maya Takviminin sonuna denk gelen 21 Aralık 2012’de aniden kesilmeyecek. Mayalar döngülere inanmaktaydılar; bir takvim döngüsünün sonunda, sıfır yılıyla bir diğeri başlar. Bizim hikayemizin kaderi de bir bölümden diğerine, tıpkı doğal döngülerin birinden diğerine devam edişi gibi devam edip evrilmektir.
Evrimleşen Bir Hikayenin İlkeleri
Bir yakınlaşma dönemi içinde yaşıyoruz. Toplumun bazı yönleri dağılıp çözülmekteyken diğer yönleri daha anlamlı bir şekilde bir araya gelmekte. Savaş ve çevresel yıkım gibi kaotik koşulların parçaları olduğu düşünülen dramlar giderek daha büyük dönüşümsel bir sürecin –her ne kadar zor olsa da- kolektif tarihimizde tekrar tekrar sergilenen ve nihayetinde uygarlığımızın ilerlemesine yol açan unsurlar olarak görülmeye başlandı.
Giderek yükselen seviyelerde kişisel ve küresel dönüşüme yol açmak amacıyla tasarlanmış evrimsel sürecin kalbinde birliğimize dair büyüyen bir farkındalık olabilir. Bu değişim ve büyüme sürecini yöneten ve dünyanın bilgelik geleneklerince paylaşılan; ve zamanın başlangıcından bu yana açığa çıkmakta olup evrimimizin gidişatını gelecek binyıllar boyunca da yönlendirmeye devam edecek olan yedi temel ilke saptadım. Bu süreç, düalite bilincine sahip (birbirine karşı savaşan) çoğul toplumların birlik bilincine sahip (eşitliğin, adaletin ve merhametin hakim olduğu) bir küresel topluma doğru ilerleyişini içermektedir.
“İlke” kavramını gerçekliğin yapısındaki doğal bir eylemi veya düzeni açıklayan bir temel uknum anlamında kullanarak, evrimleşme hikayemize yön verdiğine inandığım ilkeleri sıralayayım:
1. Bilinç, dinamik bir süreçle harekete geçirilmiş bir potansiyelliktir. Gerçekliği anlamaya dair içkin bir dürtüyle doğarız ve yaşamın gizemlerini anlamlandırma arzumuz aracılığıyla bu dürtü açığa çıkar. Bilinç potansiyelimizin bütünü; kendi yaşam derslerimizi bütünleştirirken bilim ve din denilen ikiz bilgi sistemlerini bağımsızca inceledikçe gerçekleşir.
2. Değişim, evrim için kaçınılmaz ve gereklidir. Hem mikro ve hem de makro seviyede, yosunlardan hava sistemlerine dek doğadaki her şey sürekli değişimdir. Değişim olmaksızın hiçbir evrim olamaz. Bu sıradışı biçimde hızlı değişim ve evrensel reform döneminde yönümüzü bulmak için uygarlığın evrimi için de bir değişim etkeni haline gelecek olan bir bilinç dönüşümüne ihtiyacımız vardır.
3. Aşamalı büyüme, yaşamın yapısındadır. Büyüme hızı, bütün yaşam biçimlerinin kendi potansiyellerine doğru evrimleşmesini sağlar. Tarihçiler, mistikler ve gelişim teorisyenleri bireysel ve kolektif seviyelerdeki büyümenin yaratıcı, dinamik, evrensel bir güç tarafından idare edildiğini ve aşamalı ve düzenli bir ilerleyiş içinde meydana gelmek üzere tasarlandığını kabul etmektedirler.
4. Dönüşüm, karşıt güçlerin bilinçli muhalefeti aracılığıyla meydana çıkar. Bireysel ve kolektif açıdan yaşamın içkin diyalektiğine yalnızca sınırlarımızın sınanmasıyla değil ayrıca, bilinmeyen alemlerle yüzleşmek üzere bu sınırların ötesine doğru itilerek de katılmaktayızdır. Değişimin evrim için gerekli oluşu gibi, dönüşüm de gereklidir. Yaşamın sınavları ve belalarının amacı vardır; onlar, büyük ilerleyişin sebepleridir. Muhalefet, dönüşümün katalizörüdür ve evrendeki denge yasasının korunması için elzemdir.
5. Bilinç, sonsuz bir süreklilik boyunca genişler. Bilinç, yaratılmış her şeye hakimdir; bütün varlıkları birbirine bağlayan karşılıklı bağlılığın tam merkezindedir. Kendimize, birbirimize ve evrene dair bilincimiz –ruhsal gelişimimiz- zaman içinde giderek evrimleşmekte ve karmaşıklığını artırmaktadır. Bunun kanıtı, giderek daha çok küresel düşünebilen ve kendilerini dünya vatandaşı olarak tanımlayanların giderek artan sayısında görülebilir.
6. Bilinç, birliğe doğru ilerler. Yaşamlarımız içinde yol alırken pek çok görüş açısı keşfeder, pek çok kimliği deneyimler ve sonsuz sayıda karşıt çiftleri ile yüzleşiriz. Bir noktada, bunların hepsinin yapısında var olan birliğe, saklı bütünselliğe bir bakış bile atabiliriz. Bu, şans eseri değildir. Evrim bizleri, bu gizemin daha karmaşık biçimde anlaşılışına ve özsel birliğimizin daha kapsamlı biçimde takdir edilip kabullenilişine doğru götürmektedir.
7. Gerçeklik, bir birleşik bütündür ve açığa çıkışı süreklidir. Sonsuzluğun ufkunda, çokluk yanılsamasının ardındaki bütün perdeler aşıldığında geride kalan şey Bir’dir. Ancak birliğin gözlerinden bakıldığında gerçeklik değişimsiz ancak evrimleşen halde görünür. Görülmeyen ama her daim mevcut olan ve giderek ve döngüsel biçimde açığa çıkan ruhsal güçler hep olmuş oldukları gibi halen işlemekte ve evrimi daha yüksek yakınlaşma seviyelerine iterek insanlığın rüştünü ispat etmesinin işaretini vermektedir.
Bir yenilenme ve rejenerasyon hikayesinin motifleri ve arşetipleri, bu yedi ilkenin içine yerleşmiş haldedir. Özümüzde kimler olduğumuza ve nereye gitmekte olduğumuza dair bize çok şey anlatırlar. Hem doğrusal hem de döngüsel olduğu kadar bireysel ve de kolektif olan bir evrimsel temelde işlemektedirler.
Doğum Yapmakta Olan Dünya
Dönüşümün doğasına ilişkin olan dördüncü ilke önemlidir çünkü karşıtlar ve düalite bilinci dünyasından (ilk üç ilke) çıkıp birlik ve teklik bilinci alemine (son üç ilke) uzanan köprüyü oluşturur. Dönüşüm, evrimsel doğum-ölüm-yeniden doğum sürecinde elzemdir; onsuz, doğumdan yeniden doğuma geçemeyiz.
Maya Takviminin sonu, bir döngünün sembolik ölümünü ve başka bir döngüye yeniden doğuşunu temsil eder. Jung’un seksen yıl kadar önce belirttiği gibi “Bana öyle geliyor ki yeni bir ruhsal çağın eşiğindeyiz…Psişik yaşamda önemli olan şey daima bilincin ufkunun altındadır ve modern insanın ruhsal sorunundan söz ettiğimizde, güçlükle görülebilen” başlangıçları karanlık gecede olan “şeylerle uğraşmaktayızdır.” Sahici dönüşümün doğum süreci genellikle uzun ve zordur; ve yeni bir küresel bilincin ortaya çıkışı artık kendi doğal döngüsüne girmiştir. Ervin Laszlo’ya göre, tanıklık ettiğimiz ve deneyimlediğimiz sürecin nihai sonucu “birbirimizle ve kozmosla bağlantılarımızı tanıyan bir bilinç… bir bağlantılılık ve bellek bilinci… ait olma ve nihayetinde birlik duygusunu aktarabilen… insanlar arasında dayanışmanın ve doğa ile empatinin kaynağı” olacaktır.
Deepak Chopra, Laszlo’nun Worldshift 2012 (Dünya Değişimi 2012) adlı kitabının önsözünde “ Çoktandır iki dünyada yaşamaktayız” der, “Bir dünya, geçmişten gelen iç devinimle tıpkı denizde sürüklenen çok büyük bir yolcu gemisi gibi ileriye doğru hareket ederken, diğer dünya ilk kez ormana giren bir çocuk gibi bilinmeyene adım atmaktadır.” Asıl önemli değişim bilinçte meydana gelir, başka bir yerde değil.
Fütürist Barbara Marx Hubbard da bilinçli evrimimizin şu anını tarif ederken bu doğum benzetmesini kullanır. Gezegensel bir doğuma yol açacak olan büyük bir değişimin tam ortasındayız, der. Karşı karşıya olduğumuz krizler, bu süreç için elzemdir. Bunlar, ruhsal gelişimimizi hızlandıran evrimsel makinistlerdir.
Bilinç Sürekliliğini İçinde Yol Alırken
Jung’un en çok ihtiyaç duyduğumuz yeteneklerin, içgüdülerin ve önceden biçimlenmiş örüntülerin kalıtımımız tarafından bizlere sağlandığı arşetipler kavramı, bilinci bizler büyür ve gelişirken içinde yol aldığımız bir sürekliliğe yerleştirir. Jung’un verdiği adla bu “fikirlerin miras alınmış imkanları” yalnızca “ruhun sahici unsuru”nu veya “bütün insan doğasının yönelmeye can attığı ruhsal amacı” temsil etmekle kalmayıp bilincin evriminde içkin birliğimizin başlangıçtaki durumu gibi görülebilecek olan ilk adımı da temsil eder. Bu arşetip, bizleri tanrısal doğamıza potansiyel olarak bağlamaktadır.
Karşıtlar dünyası içinde yaşayıp bölünmüş bilinci –edinilmiş düalite bilincimizi- üstlendikçe süreklilik boyunca her bir meydan okumayla karşılaşırız. Son adım ise bizi, gerçekliğin birleşik bir bütün olduğunu tanıyıp kabullendiğimizde birlik bilincine geri getirir. Bu, amaçlanan birliği yeniden edinme durumumuz olacaktır.
Bireysel evrim yolculuğunun kolektif seviyedekiyle koşutlukları vardır. Genetik yapımızın parçası olan bu miras alınmış imkanlar, kabile ve yerli kültürlerin neden türdeşlikte birlik veya aynılıkta birlik ilkesine dayandığını açıklamaya yardım eder. Birlik, onları tanımlayan ve destekleyen nitelik ve değerlerin ta kendilerini temelinde kurulur: karşılıklılık, işbirliği, denge ve karşılıklı bağlantılı oluş. Öyleyse, bir oluş veya birlik kolektif bilinç evriminin, bilinç sürekliliği boyunca hareketimizin ilk aşamasıdır.
Kültürler ve toplumlar göç ederken daha karmaşık hale gelirken ve evrimin doğal gidişatı içinde birbirleriyle çatışmayı deneyimlerken bu birlik bilinci ciddi biçimde sınandı ve sonucunda bir değişim meydana geldi. İç birlik ve kişinin kendi grubuna sadakatinin yerini, farklı ve çoğu kez yabancı görüş ve değerler taşıdığı ortaya çıkan yeni ve daha büyük bir grupla uzlaşma ihtiyacı aldı. Kolonileştirmenin parçalayıcı güçleri, bunun bariz bir örneğidir.
Bu mecburi kaos ve çatışma geçiş döneminden, kolektif bilincimizin ikinci aşaması olan düalite veya istenmeyen, karşılıklı olmayan çoğulculuk ortaya çıktı; farklı kültürler etkileşti, farklılıkları keşfetti ama yine de bir arada yaşamak zorundaydılar. Bu ikinci aşamanın özelliği ayrıklık ve uyuşmazlıktır; uzun bir baskılamanın, önyargının ve çeşitli kültürler ve etnik gruplar arasında çatışmaların uzun tarihine yol açtı ki bu gerilimler halen her kıtada kendilerini göstermektedir.
Aynı zamanda, giderek daha ve daha da büyük birlik seviyeleri toplumsal düzeyde yavaş yavaş kurulmaktaydı. Bu, kişilerarası etkileşimin basit seviyelerinden başlayıp daha karmaşık toplumsal ve komünal seviyelere doğru bir işbirliği gelişimi olarak açıklanabilir. Bahai inancına ait yazılarda bu, “Ailenin, kabilenin, şehir devletin ve ulusun birliği girişimleri art arda yapıldı ve tam olarak kuruldu. Dünya birliği ise yorgun insanlığın yönelmeye can attığı hedeftir.”
İnsanlığın kolektif evriminin bu temel örüntüsü bizi başladığımız yere getiren üçüncü aşama ile tamamlanır: bir oluş veya birlik bilinci ama en büyük ölçekte. Örüntünün bütünü, birlikten sonra düalite, düaliteden sonra birlik şeklinde veya içkin birlikten sonra maksatlı ayrıklık ve onu izleyen amaçlanmış birlik şeklinde tarif edilebilir.
Birlik Oluşu Yeniden Sahiplenmek
Aynılıkta birlik dönemini izleyen düalite ve mecburi çoğulculuk aşamalarının ardından şimdi, özelliği farklılıkta birlik veya çeşitlilikte birlik olan üçüncü aşamaya girmekteyiz. Bu ise bütün insanlığın birliğini gerektirmektedir; on dokuzuncu yüzyılda Bahai inancını kuran Bahauallah bunu “bütün uluslar, ırklar, inançlar ve sınıflar yakından ve kalıcı olarak birleşir” diyerek anlatır.
“Çeşitlilikte birlik” yalnızca bir slogan veya coşku cümlesi değildir. İnsanlığın kendisi ve yaratılışın tamamı ile bir olduğu ilkesini açıklamanın bir yoludur. Hem her etnik gruptan her bir bireysel karaktere dek insanlık ailesi içinde ve hem de doğal dünyadaki bütün doğal ve özgün çeşitlilik biçimlerini onurlandırıp bağrına basar. Kültürel, kişisel ve doğal alemlerdeki çeşitlilik, insanlığın esenliği açısından insanın gen havuzu alemindeki kadar elzem ve hayatidir.
Giderek daha çok sayıda birey insanlığın özdeki birliğini anladıkça ve buna göre yaşamaya başladıkça, kolektif kültürel ve ruhsal gelişimimiz, olgunlaşmanın bir sonraki aşamasına doğru ilerleyecektir. Daha çok sayıda insan küresel bilinci benimseyip kendilerini dünya vatandaşı olarak tanımladıkça ve bu durum kişilerarası olandan başlayıp toplumsal, kültürel, ekonomik ve ekolojik eylemin çeşitli alanlarına yansıdıkça insanlığın birliği ilkesinin, tıpkı zamanında yurttaşlığın kabul edilişi gibi, günümüzde kabul edilir hale gelme potansiyeli vardır.
Küresel ahlakın kabulünün yanısıra küresel bilincin uyanışı ancak günümüzün merkezi ilkesine, yani insanlığın birliğine eşzamanlı olarak bağlanarak ve böyle anlaşılarak başarıya ulaşabilir. Bu ilke, ortak anlayış olarak onaylandığında ise insanlığı işleyen birlik, uyum ve bir oluş ilişkileri halinde örgütlemek üzere her şey yerli yerine oturmuş olacaktır ki bunlar dünya barışının ve refahının kilit taşlarıdır. Ervin Laszlo’nun belirttiği gibi, o zaman “her şey incelikli ama etkili biçimde diğer her şey ile uyumlanır ve bazı açılardan tek ve bir olacak şekilde hareket eder. Bu, dünyanın dinleri ve ruhsal gelenekleri tarafından binlerce yıldan beri bilinmektedir. Dinler ve ruhsallık için anahtar sözcükler sevgi ve birlik idi; bilimciler için ise artık bağlantı ve tutarlıktır. Son tahlilde, aynı anlama gelirler.”
IONS Nisan 2011 9. Sayı’daki makaleyi çeviren: Yasemin Tokatlı