“Meyve veren ağaç taşlanır”. Taş geldiğinde zihnime düşen ilk bu atasözü oldu. Bilinçsiz koşullanmalarımızdan biriydi ve belki de bu koşullanma ile insan-ı kamil potansiyelimizi ortaya koymuyor ve meyve vermekten çekiniyor olabileceğimizi düşündüm.
Kemalat, yani insanın içsel olgunluğu önyargılardan tamamen arınmış olmakla birlikte, acizlik düşünceleri geldiğinde onları yönetebilme becerisidir. Acizliğe sebep olan ihtiyacını, kaynağın özüne bağlanarak kullanabilme yeteneğidir olgunluk, olmuşluk. İhtiyaç duyduğu enerjiye saldırgan doğasını devreye sokmadan, taşlamadan, tırmalamadan, zihinlere nifak tohumları ekmeden tefekkürle ulaşabiliyor olandır Insan-ı Kamil.
Senelerdir yüzlerce öğrencimizle başka hiçbir şey, hiçbir taklit, hiçbir tekrar, hiçbir kopya olmaksızın sadece “olgun insan” “kendini bilen” öz doğadaki “sezgi ve tefekkür ile bilme yolunun ” hatırlanması için çalıştık. Kimseyi iyilestirmeye çalışmadık çünkü kimseyi hasta kabul etmedik. Kendimizi iyileştirmek gibi bir derdimizde olmadı. Çünkü hastalık düşüncesine hiç yer vermedik. Tek derdimiz hatırlamaktı. Yeniden hatırlamak ve hatırladığımızı hatırlatmak. Bizimle yolu kesişen, bahçemize uğrayan ve meyvelerimizden tadan ve tadımızdan razı olan, olmayan her parçamızı kutladık, kutsadık ve uğurladık. Destekle övünmeyeceğimiz gibi köstekle de yerinmedik. Çünkü biz köstek gibi görünenin kaynağını biliriz. Çünkü biz ne gelirse ve nasıl gelirse yalnızca Hak’tan geldiğini biliriz. Çünkü biz Hak Aşığıyız. Aşıklarla kavuşuruz.
İçinde bulunduğumuz coğrafyanın çok güçlü aşk mirası taşıdığını biliriz. Nice erenler, ozanlar ve kadim kültürler bu topraklar üzerinde Aşk’ın kokusunu, sesini, izlerini bırakmıştır kolayca ulaşabilelim diye. Aşk, birbirimiz üzerinden kendimize kendimiz üzerinden birbirimize dalga dalga yayılan ve içeriyi ve dışarıyı bir eden, bölerek ayrıştıran zihni yüksek konsantrasyon ile toparlayan, Bir’leştiren çok güçlü bir simyadır. Bizim daha fazla öğrenmeye, daha fazla bilmeye değil yalnızca aşk ile yeniden birleşmeye ihtiyacımız var. Zaten yeteri kadar bölündük ve bilginin peşinde koşan zihnin tuzakları ile ayrıştık, geçmişin gölgesinden kopamadık, özgün ve saf doğamızın ifadesi yerine taklitte, taklitçilikte ısrar ettik. Güncellenmeye izin vermedik. Zihin türlü manipulasyonlarla geçmişin zincirlerinden kopup an’a gelemedi ve ne kadar geçmişe gidersek o kadar alim saydık kendimizi. İlim ile yüceliği ilişkilendirip, aşk ile varacağımız mucizeleri gözden kaçırdık.
İslam tasavvufu kendi öz doğama en yakın hissettiğim yoldur, Tantra insan zihninin içine uyandığı bu yeni çağa uyumlanmasının ve güncellenmesinin anahtarlarını sunar. Aşk gerçekliğine cinsel gerçekliği eklemekten kaçınmaz.
Cinsellik, cinsiyeti de içine alan varoluşun en basit, en vazgeçilmez ifadesidir.
Cinsiyet algısının yarattığı gerilim ile Bir’lik deneyiminden kopmuş ve savrulmuş ruhlar ise bizim sorumlu hissettiğimiz alandır.
Zihinlerimizdeki cinsiyet koşullanması ile büyük mesafelere sebep olan algıyı değiştirip yeniden Bir’liği deneyimlemek ise adanmış olduğumuz yoldur.
Bu bizim hakikatimizdir. Kendinden şüphe eden yaşamdan şüphe eder. Biz yaşamdan şüphe etmeyiz ve işte bu sebeple biz Şaman olmadık, Şaman doğduk.
Vesvese gelir, karşısında susmak ve demlenmek hikmet getirir.
Aşk ve Dua ile..