Berk Yüksel ile Son Romanı “Musa’nın Sırrı – Ana Tanrıça’nın Yolunda” Hakkında Konuştuk…
“Geldiği yeri unutmayan ruhların,
Karanlığa hapsolmayan ışıkların hikâyesi…” diyerek başlıyor sürükleyici roman…
Tarih, dinler, Mısır, felsefe adeta ilmek ilmek dokunarak okuyucuya romanın heyecanında diyaloglar içerisinde ustaca veriliyor…
Çevremden birçok kişinin konuşmaya başladığı bu romanın yazarı konuğumuz. Derki’nin en eski yazarlarından da olan Berk Yüksel ile yeni kitabını detaylıca konuştuk…
Öncelikle başınız sağ olsun, kitabı yakın bir zamanda kaybettiğiniz annenize ithaf ediyorsunuz…
Çok teşekkür ederim. Evet, eserlerimi en önce okuttuklarımdan biri annemdi. Yazım hayatına geçmemde de onun emekleri büyüktür. “Gücün yettiğince yaz, hep yaz” derdi. Kitabımda da dediğim gibi o, bende yaşıyor ve hiçbir şey ama hiçbir şey ölmez, ölemez! Enerjinin kendini devam ettirme gibi bir doğası var; bir gün bir şekilde zamansızlıkta ve mekânsızlıkta buluşacağımıza yürekten inanıyorum.
Bu roman okundukça tekrar tekrar okunup altının çizilmesi gerekli olan eserlerden… İlk okuduğumda dikkat etmediğim birçok nokta tekrar üzerinden gidince anlam kazandı. Sanki hem roman hem felsefe kitabı gibi bir havası var, size bu yönde yorumlar geldi mi?
Evet, benzer yorumlar geldi. Ne mutlu bana… Hedefim de tam olarak buydu. Hem keyifle okunacak bir hikayeyi paylaşmak hem de kıymetli metinlerle zenginleştirmek.
Dili çok akıcı, bir çırpıda okunabiliyor, örneğin ben bir akşamda keyifle bitirebildim. Bunu nasıl sağladınız?
Sade bir dille aktarmak istedim açıkçası. Herkesin okuyup kolayca anlayabileceği lakin konulara vakıf kişilerin detaylarda farklı çıkarımlara ulaşabileceği bir formül kurmaya çalıştım. Roman beş kitaplık bir serinin ilki ve bir romandan daha fazlası. Aydınlığa taraf bir yol çizilecek uzun vadede…
Bir önemli husus da dinler tarihini yeniden yazmasa da; tek tanrılı inanç sistemlerinin bilinmeyen noktalarını aktarması romanın. Birçok şeyi ilk defa bu romanda okudum, bunun için özel bir okumanız oldu mu?
Yıllardır çok keyif alarak araştırmalar yaptım. Evet, epey konuya ait eser okudum. Hedef burada tek tanrılı dinler tarihini yazmak değil aslında, okuyucuyu sorgulamaya itmek. Düşündürmek, kendi ile yüzleştirmek ve kendi yolculuğuna belki çıkarabilmek. Musa, cesaret ile kendi yoluna çıkan bir “kahraman” niceleri günümüzde bile sadece düşünüp eyleme geçemezken… “Toplumun baskısı” sözde nedeni ile niceleri kendiliklerini inkar ederken; “insan gibi insan” kitleler ile birlikte yürümeyi değil gerektiğinde onlara karşı yürümeyi de göze alabilendir…
Bu roman bir seri belirttiğiniz üzere. Beş kitaplık bir seri olacak dediniz, macera sonraki kitaplarda nerelerde devam edecek? Ben açıkçası bir sonraki kitabı merakla bekliyorum, sizden ricam hızla yazmanız…
İkinci kitapta ortaçağ Avrupa’sında olacağız. Martin Luther, Gül-Haç Ezoterik Cemiyeti, Nostradamus, Leonardo Da Vinci gibi bir çok karakter ile birlikte aydınlığın karanlığa yani birin iki ucunda diğerini boğanına karşı kahramanların nefes alışlarına şahit olacağız. Yaklaşık birer yıl ara ile çıkacak kitaplar.
Kitabınızı okumadan önce bir kitap eleştirmeninden şu satırları okumuştum: “… Bu kitap aslında bir öğreti ve felsefe kitabı olarak görüldüğünde gerçek değerini kazanabilir bence. Sofi’nin Dünyası kitabını birçoğunuz okumuşsunuzdur. Belli bir kurgu vardır olaylar silsilesi vardır ama asıl amaç farklıdır orda. Felsefeye giriş dersinin kurgusal verilişidir aslında. Felsefe tarihi, belli düşünürler ve düşünce tarzları vs vs… İşte Musa’nın Sırrı da bir “tek tanrılı dine geçiş 101” dersi gibi.” Ben de bu görüşe katılıyorum, roman ile tek tanrılı inanç sistemlerinin ezber bilgilerinin yıkılmasını mı amaçladınız?
Verilen bilgiler ve diyaloglar biraz kahramanların ve karakterlerin önüne geçmiş durumda aslında. Bu kadar olsun diye bir hedefim yoktu. Ancak gelen tepkiler çoğunlukla olumlu oldu. Ben de gelen eleştirilerden faydalanarak serinin devamında karakterleri biraz daha detaylandırıp ön plana çıkarmaya karar verdim. Anlatılan hikaye isi dünyanın en eski hikayesi; kısaca: “Kahramanın Yolculuğu”.
Asıl mesleğiniz nedir, yazım hayatına ne zaman başladınız? Halen düzenli olarak yazdığınız mecralar var mıdır?
Bu soruya muhatap olmamak için artık sadece ama sadece yazarım. Yazarlık dışında hiçbir ek gelirim yok. Yaklaşık olarak 15 yıl önce yazmaya başladım. Düzenli olarak bir çok mecrada yazıyorum. Felsefe Taşı Dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini üç buçuk yıldır sürdürüyorum. http://www.felsefetasi.org . Şalom Gazetesi ve ABC Gazetesi yazarlarındanım. Bütün Dünya, İktisat ve Toplum, Arkadaş Ankara Kültür ve Sanat Etkinlikleri Dergisi, Çağdaş Türk Dili Dergisinde yazılar yazıyorum. Milliyet’te 6.000.000’un üzerinde okunma sayısı ile Türkiye’nin en çok okunan blog yazarlarındanım. “RadyoM” internet radyosunda Pazar hariç her gün “Felsefe Taşı” isimli programı hazırlayıp sunuyorum.
Ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi Derki E-dergisinde, The Wise Dergisinde, Apelasyon E-Dergisinde ve farklı internet platformlarında yazılar yazıp editoryal görevler üstleniyorum.
Peki, bu kadar yoğun çaba sizi yormuyor mu? Zira bir yandan düzenli olarak romanlarınızı da yazıyorsunuz…
Dünyada ve bölgemizde taassup giderek yükselişte… Akıl ve bilimden uzaklaşılmakta, sertlik ve kaba kuvvet güç kazanmakta. Hepimiz bunu görüyor, yaşıyoruz. Bu bir çaba gerektiriyor. “Ana Tanrıça’nın Yolunda” işte bu yüzden tam da serinin kalbi aslında. Kadının şefkati, sezgisi, sol yanımız unutuldu. Tamamlanma yolunda bir sütunu görmezden gelen insan erilin şiddet ve güç arzusunda boğulmaya mahkum olacaktır. “Hep fazlası, daha da fazlası” sarmalında kuvveti güzelliğe kullanmayan yönetimler, “Benim olsun olamıyorsa, benim gibi olsan o da olamıyorsan toprağın olsun” diyerek hegemonik baskı kurmaktalar. Güç için işte tam da bu yüzden “gücün her iki tarafının da potansiyelinin bizde olduğunu idrak ederek bizde olsun” demeliyiz…
Siz sanki güncele de dokunan bir roman yazmışsınız, bir çok çıkarım adeta bizlere ayna tutuyor romanınızda. Bu sizde hiç endişe doğurmuyor mu?
Kaç kere ölebilir bir insan! Kaç kere? Size sormak isterim… Ben bir kere ölmek istiyorum. Yaşanılan ortama göre “kendi gibi” olamayıp “herkes gibi” olacağıma; kendime oto sansür yaparak yaşarken öleceğime, her devrin adamı olacağıma, yanar döner olacağıma, etiket-paye-makam ve maddi kazanç için ruhumu satacağıma yani her gün bin kere öleceğime… Arkamda iyi doğru ve güzele yönelik bir arpa boyu yürüyebilmiş bir isim bırakarak bir kere ölmeyi tercih ederim.
Aydınlık ve karanlığın savaşı sürüyor. Peki, tahmininiz ileride hangisi zaferi kazanacaktır?
Bizler hangisini beslersek, o kazanır. İnsanlığın tercihi önemli bu noktada. Düştüğü çamuru iyice bataklığa çevirip herkese çamurundan mı sürecek yoksa içindeki özü keşf ederek yükselişe mi geçecek… Bu dünyanın, kainatın en eski savaşı; en karanlık anda dahi kaybedilmeyecek tek şey ise umudun kendisi…
Genel olarak Ana Tanrıça vurgusu romanın birçok yerinde karşımıza çıkıyor, bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
Ana Tanrıça bir simge. Geçmiş inanç yapılarını incelemek gerek. Nasıl bir duruş olduğunu, evrene ve insana nasıl bakış olduğunu aslında okuyucunun kendi süzgecinden geçirmesini istiyorum. Kaybettiğimiz yönümüz o, bir diğerine bakış açımız… Kozmik okyanusta şu an kaybettiğimiz hazinemiz, eksiğimiz…
Musa sanki bir sembol gibi kullanılmış izlenimi edindim romandan. Neyi, kimi sembolize ediyor?
Kahramanın Yolculuğunu… Kolaya kaçmayan, bir ideal uğruna, yaşamını ortaya koyan, değişme direnen dünyayı iyi, doğru ve güzel yönünde değiştirmek için çabalayan bir örnek kahraman. Geniş kitleler onların yapmak istediklerini maalesef anlayamazlar hatta onlardan sonra yapılmak istenenler kısmen bozulabilir de. Lakin Gılgamış neyse, Musa da o’dur; Don Kişot ne ise İsa da o’dur; Zerdüşt ne ise Pisagor da o’dur; Hermes ne ise Hypatia da o’dur. Yapılanlar farklı olsa da hedefler farklı olsa da amaç daha iyi daha doğru ve daha güzele ulaşmaktır…
Beni çok etkileyen bir yer ise en sonda gizemli bir çantadan çıkan metinde yazılı olanlardı: “Aklın sana hakikati öğretemediyse, inancın seni koruyamaz. Başkasının aklıyla düşünme… Aklın kaynağı aklı küçümser mi hiç!” Bu aslında günümüzde de çok şeyin maalesef değişmediğini göstermekte değil mi?
Evet, aklın önderliğinden vazgeçen tüm toplumlar zaman içerisinde çöküşe geçmişlerdir. Zamanının çok ötesinde bir lider olan Atamız gerekli olanı söylemiş; hedefi göstermiştir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok denildiği gibi.
Yazdıklarınızdan ve önceki kitaplarınızdan farklı bir inanç yapınız olduğunu düşünüyorum. Mahsuru yoksa evrene bakış açınızı anlatmak ister misiniz?
Kainatı bir “Bütün” olarak düşünüyorum, içinde her şeyin yer aldığı… Hiyerarşik bir yaratım mekanizması olduğunu düşünüyorum. Yukarı da elinde değnek bir cezalandırıcı ya da parsel parsel cennet sunan bir mükafatlandırıcı olduğunu düşünmüyorum. Bütünsel bir Tanrı inancına sahibim. Onun bendeki izi ise vicdanım… Ruhun ölümsüzlüğüne de inanıyorum. Farklılığın, farkındalığın ise asla yakılıp yıkılıp kül olunmadığını düşünüyorum bu kolaycılık olur aksi halde… Ego öldürülmez yolda rektifiye edilir, saflaştırılır. Başlangıçsız ve sonsuz bir yolculuk bu… Anlık bir duraktayız… Her adımın ise kayıt edildiği bir yolculuk bu. Amaç da çıkılan nokta ile bir araya gelmek; gelince tekrar çemberin dış halkasına yolculuk belki devam edecek lakin sonsuzluk işaretinin o merkezinden geçen an bile paha biçilmez bir görüş kazandıracaktır yolcuya… Devinim, dönüşüm evrenin yasası sürer gider…
Ve… “Işığa kavuşman için, karanlığa meydan okuman gerekir.” Platon diyerek de bitmesini istemediğimiz roman sona eriyor. Neyse ki devamı olacak, müjdeyi aldık. Yazım hayatınızda size başarılar diliyorum ve kitabın devamını merakla bekliyorum Berk Bey.
Çok teşekkür ederim ilginize ve dünyanın en kıymetli şeyi olan ayırdığınız vaktinize.
Ben teşekkür ediyorum, siz vakit ayırdığınız için.