İnsanlık dünyada varolduğundan beri sürekli sorulan ama bir türlü de net yanıt bulunamamış bir sorudur: “Ben kimim?”. Verilen türlü türlü yanıtlardan, türlü türlü açılımlar oluşmuş, düşünce ve inanç sistemleri ortaya çıkmıştır. 21. yüzyılda ise artık yeni bir tür düşünce ve inanç sistemi olarak “maalesef” yeniçağ akımları yaygınlaşıyor. “Maalesef” diyorum çünkü bu öğretilerin özü, kişinin kendini tanımasının gerekliliği ve ruhsal özgürlük söylemleri üzerine kurulu olmasına rağmen; uygulamada mevcut sistemlerin biçim değiştirerek ve bir nev’i dönüşümle tekrar ortaya sunulması biçiminde yaşanıyor (tabii ki işin özünü yaşamına aktarmayı başaran kişiler de mevcut, ama onlar azınlıkta kalıyor). Kişiler “biz dini aştık ve bırakıyoruz” çığlıkları ata ata; “Tanrı”nın yerine “yüksekbenlik” ya da “öz”ü, “şeytan”ın yerine “ego”yu, “dinsel ibadetler”ın yerine “meditasyon”u koyup, bir güzel kaldıkları yerden yollarına mutlu mesut devam ediyorlar ve bir yandan da esasında değişenin sadece cep telefonunun dış kapağı olduğunu fark etmiyorlar.

Neyse bu nokta daha başka bir yazı konusu olsun çünkü uzar da gider. Benim esas değinmek istediğim nokta, yeni çağ akımlarıyla haşır neşir arkadaşlarımıza sorulan “ben kimim?” sorusu ve yanıtları üzerinden yola çıkarak, esasında kendi yanıtımı sesli düşünüp sizlerle paylaşmak. Yeniçağın yanıtları üzerinden gitmek istedim, çünkü ben de uzun yıllar onları kendi yanıtım olarak düşünmüştüm…

1995’ten kalan bir ajandam var ve ben bu ajandayı kendi biriktireceğim yazılar için ayırmışım, ama not alma gibi bir huyum olmadığı için de bomboş bırakmışım ve bir köşeye koymuşum. Sonra tesadüfen elime geçti bu ajanda ve kapağını açıp girişe o dönem yazdığım yazıyı gördüm: “Ben’i Yaratan ve Ben Olan Yüce Ben’e”. Ba ba baaaa derler adama hani. Kimisi de “vay beeee çocuğun bilince bak o zaman ki” diye de lkış tutabilir. Açıkça şunu söyleyeyim ki o cümleyi yazarken, ne yazdığımdan haberim bile yoktu. Sadece sürekli olarak spiritüel bilgilerin içinde neredeyse 24 saat geçirmem nedeniyle, o kültürden etkilenmiştim ve haliyle de böyle şeyler karalıyordum sağa sola. Lafa bak “Ben’i Yaratan ve Ben Olan Yüce Ben’e”. Ulan onca sene geçti, bu yazdıklarının enerjisini kaç kere hissettin diye soruyorum kendime. Zaten hissetmeme de imkan yok esasında belki de, çünkü cümle kuruluşunda var bir sakatlık; “Ben ve O” ayrımı var her ne kadar sanki bütünmüş gibi düşünülse de. Sadede gelecek olursak bu satırlar benim için sadece yüzümü gülümseten nahif birer anıdan ibaret. Çünkü ne anladım, ne de hissettim bu kelimeleri.

Keza bunca sene içinde birçok insanla tanıştım çeşitli yanıtlar veren “sen kimsin?” sorusuna. En absürdleri de kendilerinden geçmiş halde hülyalı hülyalı bakıp “Ben O’yum. Ben Yüce Yaradanın Işığıyım. Ben Bir’im…” deyip birbirlerine sarılan tiplerdir. Çünkü aynı tipleri ertesi gün psikiyatrlarından aldıkları Prozac paketleriyle de görmüşümdür veya daha da beteri birbirlerini çekiştirirlerken. Bu nedenle bana hep sahte gelmiştir böyle tavırlar. Direk refleks tepki; hani spiritüelsin ya, hani kitaplar bize “O” olduğumuzu söylüyorlar ya, hani bir de böyle başlıklı bir kitap da var ya…;
– Sen Kimsin?
– Ben O’yum
-Peki O kim?
(önce bir tıss, sonra anında) -Yaradan, yaratıcı, ışık, Tanrı.

Yapma yahu, acaba sen gerçekten ne dediğinin farkında olmayan biri olabilir misin? Ben karşımda etiyle, butuyla bir insan görüyorum, pek de Tanrı’ya benzetemiyorum hani? (Bu noktada şunu belirtmeliyim ki kesinlikle bu söylenen yanıtların anlamları son derece derin ve manalı ve esasında çok da güzel yanıtlar içeriyor. Amma velakin kopyala yapıştır yöntemiyle yaşayan bir insanda ise atın sırtına konmuş kelebek gibi duruyor kimse kusura bakmasın. Çünkü ortada sadece kelimeler var, ama enerjileri yok).

Bir de çeşitli spiritüel kimliklerin dönem dönem modaları çıkar ki herkes koşa koşa edinir. Bir kanal bilgisinde herhangi bir tanesi geçmeye görsün, etraf bunlardan doluverir. 2000’e giriş dönemlerinde moda “ışık işçileri” idi. Etraf şantiye gibi ışık işçilerinden geçilmiyordu. Sonra İndigolar çıktı ve bir anda her 3 kişiden 2’si İndigo olduklarını keşfetti. Arada Shaumbra belirdi ki halen modası süren bir kimliktir. Son dönemde ise Kristal veletler moda. Size ben şimdiden söyleyeyim, çok yakında kanal bilgilerinden Yakut çocuklar ve Elmas çocuklar bilgilerini de alacağız ve taş serisini tamamlayacağız. 🙂 Etrafımız yakutlarla, elmaslarla dolacak. Daha 2 sene önce “ben İndigoymuşum, hem de ilk gelenlerden” diye zıp zıp zıplayan 40 yaşında bir teyzenin, “Ayten Hanım’ın içgörüleri çok kuvvetli, bana baktı. Ben esasında elmasmışım” dediğini göreceğiz. Daha sonra da kanatlı at Pegasus’la sembollenen insan enerjileri gelecek ki umarım o zamana kadar aklımızı başımıza devşirmiş ve bunların, biz kimlik yapıp kartvizitlerimize takalım diye değil, çeşitli bilgileri aktarabilmek amacıyla anlatımı kolaylaştırmak adına kullanılan semboller anlamış oluruz.

Arkadaşlar, bizler bu dünyada yaşayan insanlarınız öncelikle. Ben Hasan Çeliktaş’ım mesela ve bunca şeyi okumama, çeşitli kimlikler edinip kopyala yapıştırla satmama, “Ben O’yum” diye gek gek gezinmeme, “Tanrı’yız” gibi iddialı tartışmalara girmeme vs.’ye rağmen şu ana kadar hissettiğim tek “gerçek” duygu bu: Ben Hasan Çeliktaş’ım. Ne bir ışık işçisiyim, ne bir ışık savaşçısı, ne bir indigo, ne bir kristal, ne zümrüt ya da yakut, ne elmas, ne shaumbra, ne ışığın efendisi, ne tanrı, ne de O. Ben Hasan Çeliktaş’ım ve hissettiğim ve yaşamaya çalıştığım tek gerçek bu.

Bu, bu söylenen yanıtların yanlış olduğu ya da onları reddettiğim anlamına gelmesin sakın. Özümüzde gerçekten değerli ve yüce varlıklarız (gerçi evrende hangi varlık değil ki?), fakat bu dünyaya geldiysek eğer, bu dünyayı yaşamalıyız. Maalesef biz yaşadığımız hayattan ve dünyadan memnun olmadığımız için bu kimlikleri bir kaçış olarak kullanıyor ve kafamızı gömecek kumlar olarak görüyoruz. Dünyamızı ve kendimizi değiştirmeyi başaramadığımız için hemen kimliklerimizi değiştiriyoruz ve bir de bakıyorsunuz etraf “melek” ya da “ışık işçisi” vb. olmaya çalışan bir sürü İNSANla dolmuş. İNSANı özellikle büyük yazdım. Çünkü bu dünyada isek elimizdeki en büyük gerçek budur!!! Ha yücelerin yücesiyizdir, O’yuzdur, bu’yuzdur vs. Zaten o halleri öldükten sonra yaşayacağız sonsuza değin (eğer söylenenler doğru ise tabii). Ama sen kalk taa oralardan dünyaya gel dünyayı deneyimlemek için ve sonra da tüm ömrünü “yüceleşmeye” ada. “Ulan zaten ölünce kavuşacan tüm geride bıraktıklarına, madem o kadar meraklısıydın da bunların neden kalktın geldin bu gezegene?” diye sormazlar mı adama? (Sordular bile)

“Ben O’yum” çok güçlü bir yanıttır kesinlikle, her ne kadar “Ben Ben’im” kadar olmasa bile. Ama o ya da bu yanıtı hissedebilmenin yolu, bu cümleleri sağa sola kopyalayıp yapıştırmak, çeşitli mail grupların atılan maillerin sonuna “BEN’İM” yazmaktan falan geçmez. Bu yanıtlara ulaşabilmenin yolu, varolan gerçeği kabullenmek ve yaşamaktan geçer. Gerçek OLmak budur işte… Ve kendi hesabıma elimde olan gerçek şu:

“Ben dünya gezegeninde yaşayan bir insan, Hasan Çeliktaş’ım”.

Peki sizin gerçeğiniz ne? 😉

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...