Kavafis’in muhteşem şiiri “Barbarları Beklerken…” varoluşunu, vehmettiği düşmana bağlamış ruh hali içindeki bir topluluğu anlatır. Topluluk tüm düzenini barbarların gelişine hazırlamıştır, ama aslında ne gelen vardır ne de giden. Ben de bu yazımda, ruhumun “barbarları” bekleyişini anlatmak istiyorum sizlere, çünkü tüm ömrümü “barbarların” gelişine göre düzenledim, ama maalesef fena halde yanıldım…

“Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?
Bugün barbarlar geliyormuş buraya
Neden hiç kıpırtı yok senatoda?
Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün…”

Benim “barbarlar”ımın geleceği beklenen bir kavimle ilgisi yoktu elbette, benim “barbarlar”ım, “hayatın sillesi”, “hayatın darbesi”, “köpek gibi muhtaç olma”, “sürünme”… adlarını taşıyorlardı, temelinde de gelecekte yaşayabileceğim muhtemel felaketlerden korkma olduğunu anlamışsınızdır. Bu korkumun bunca farklı adla çeşitlenmesinin sebebinin de aile büyüklerim olduğunu tahmin edebilirsiniz. Zaten ülkemiz sınırları içinde gelecek korkusuyla yetişmemiş TC vatandaşı sayısı kaç tanedir merak ediyorum. Aslında aileleri de suçlayamıyorum pek, çünkü kimsenin kötü bir niyetle çocuklarına bu korkuyu aşılayabileceklerine inanmıyorum; herkes çocuğunun iyiliğini istiyor özünde, amma velakin psikolojiden ve pedagojiden anlayan aile sayısı kaçtır acaba? Benim babam da beni hayata karşı hazırlamak ve uyarmak istiyordu aslında, ama bunu yaparken o kadar olumsuz örnekler verdi ve negatif enerjisini o kadar hissettirdi ki sonucunda hayata hazır, güçlü bir oğlu değil; sürekli bir yerlerden başına bir şeyler gelecek de sokaklara düşüp sürünecek endişesi yaşayan ve hayattan korkan bir oğlu oldu. Buna annemin de sürekli başımıza bir şeyler geleceğine dair korkuları ve bu korkularını enjeksiyonu eklenince, benim sürekli savunma halindeki hafif paranoyak ruh halimin temelleri atılmış oldu.

“…Ellerinde neden böyle altın,
Gümüş kakmalı asalar var?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
Onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.
Ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
Neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar?
Çünkü barbarlar geliyormuş bugün…”

Tabii ki ailelerimizin bizlere verdiği çok güzel özellikler de var, bunların da farkındayım ve minnettarım, fakat bu korku hali galiba bırakabilecekleri en olumsuz miras bizlere. Bir kere insanı müthiş yetersiz, güçsüz, değersiz hissettiren bir süreç bu. Bana hep sorarlar: “Sen istesen neler neler yaparsın, neden geride duruyorsun?”. Korkuyorum ulan! Korkuyorum işte. Kendimin bugüne kadar yaptıklarına ne değer verdim de yapacaklarımı düşüneyim. Evet, gerçi yaptıklarıma bakılınca, korkan bir insana göre çok şey yaptım, ama belki kat kat iyisini yapabilirdim. Fakat önümde hep bu barbarlar vardı, hep tetikteydim, hep güvensizdim, hep değersizdim…

“…Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
Neden herkes dalgın dönüyor evine?
Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
Barbarlar diye kimseler yokmuş artık.
Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.“

Belki de sürekli savunma halinde olmak, sürekli korkmak toplumumuzun dünyada yaşayabilmek için ürettiği bir çözümdü ve nesillerden nesillere aktarıldı ve biz de bu sürece dahil olduk. Tüm dünyamızı korku ve korktuğumuzdan savunma üzerine kurduk, çocuklarımızı böyle yetiştirdik ve hiçbir alternatif geliştirmedik. Birbirinden korkan insanlardan dolu bir gezegen dolusu insan var elimizde şimdi. Korktuklarından sürekli (madden ve manen) silahlanan insanlar topluluğu… Bende de her türlü zırh ve kalkanı mevcut, hem de en babalarından…

“…Don Kişot gibi sokağa gümüş renkli zırhla çıktım.
Kaş çattım, dalga geçtim olmadı,
Kilolarca zırh taşımama rağmen,
Eve döndüğümde kabuk bağlamaya yüz tutmuş,
Bir hançer yarası bulduğum göğsümde.”
(Kaynağını bilmediğim bir şiirden alıntı)

Ne kadar kilolarca zırh taşısam da üzerimde, zırhlarımı çıkardığım anda hep görüyorum o hançer yarasını ve biliyorum ki ben kızımı asla “barbarlar” ile korkutmayacağım. Evet, ona hayatta karşılaşacağı zorlukları anlatacağım, ama aynı zamanda ona, o zorlukların üstesinden gelebileceği gücün kendisinde olduğunu, o güce güvenirse dünyada hiçbir şeyden korkmasına gerek olmadığını, hayatın korkulacak bir süreç değil, keyifle yaşanacak bir süreç olduğunu da öğreteceğim. “Hayatın sillesi, darbesi” gibi gelebilecek gerçek bir darbeden daha da korkutucu olan kavramların, tamamen kişilerin hayatı algılamasıyla ilgili olduğunu, kendisi elini uzatırsa hayatın da ona elini uzatacağını ve karşılaşabileceği zorlukları da sadece ona dostu olan “hayat”ın ona hatırlatmaları şeklinde görmesi gerektiğini söyleyeceğim. Bunları yapmak için de elbette öncelikle kendimi mümkün olduğunca “temizlemem” gerekiyor ki ruhsal genetik mirasımı ona da aktarmayayım ve küçücük bir insanı korku ve olumsuzluklarla dolu enerjimle boğup korkutmayayım. Çünkü artık “korku”nun değil, “güven”in; “cehalet”in değil, “bilgi”nin; “barbarlar”ın değil, “insan”ın çağı.

(Sevgili Hocam Bülent Özkam’a ithafen…)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...