Kış gündönümü, çoğumuzun en son orta öğrenimdeki coğrafya derslerinde karşılaştığı, kuzey yarımkürede en uzun gecenin yaşandığı gündür. Bu geceden sonra gündüzler tekrar uzamaya başlar ve 21 martta geçe-gündüz eşitliği yaşanıncaya dek bu uzama devam eder. Bu durumun astronomik açıklaması `eksen eğikliği’ne bağlıdır, ancak ekinoks ve solstisler yanı gündönümleri ve gece-gündüz eşitlikleri eski çağlardan beri insanlarca takip edilmiş ve bu günlere özel anlamlar yüklenmiştir. Bu gece, çeşitli toplumlarca pek çok isimle anılmıştır, bunların içinde en çok bilinenlerinden biri olan `yüle`, Farrar’ların aktardığına göre nordik kökenli bir sözcük olan `Iul`dan gelir ve `çark` demektir. Amerika, Asya ve Avrupa’dan Afrika’ya değin neredeyse tüm kültürlerde bu geçişleri belirlemek için tapınak ve yapılar inşa edilmiş, bu dönemler çeşitli şenliklerle kutlanmıştır. (Stonehenge ve Newgrange bunlardan bazılarıdir.) Göksel ve mevsimsel değişiklere bu derece önem atfedilmesi ekim ve hasat zamanları için önemli olsa da bunun tarım toplumlarından da önceye dayanan bir geleneği izlediği de kabul edilmektedir.
Pagan toplumlar mevsimsel döngülere büyük önem vermiş ve bu doğrultuda düşünsel ve pratik açıklamalarını sembollerle ifade etmişlerdir. Mitlerden folklorik uygulamalara ve kültürel olgulara kadar pek çok alanda bu sembollerin izlerini sürmek bugün de mümkündür. Dolayısıyla, bu bağlantıları incelerken daima sembolik anlatımın ardında yatana vurgu yapıldığı ve burada insanlığın kollektif bilinçdışına dair yoğun imgeler olduğu unutulmamalıdır. Örneğin pagan mitlerin bir çoğunda hasat zamanında ölen ve kış gündönümünde yeniden dirilen tanrı formu işlenmiştir. Yaratılışın `eril` yönü, bu anlamıyla hem doğanın döngüsü içinde sonbaharda ölerek yılın en uzun gecesinde -yeraltındaki yolculuğunu tamamlayarak- yeniden doğan verimlilik kültü tanrısını, hem de mevsimsel geçişle güneş tanrısının yeniden doğumunu temsil eder. Bu döngü ilkbaharın gelişiyle (ekinoks) tanrının tanrıçayla beraber doğayı canlandırışı ve yaz gündönümünde de gücünün doruğuna ulaşarak hasada kadar kurban edilişi metaforuyla tekrarlanır. Bu bağlamda, kış gündönümü ışığın geri dönüşüdür, zira ölen tanrı tanrıçanın rehberliğinde yeraltından çıkarak yeniden doğar (rahimden yeniden doğuş). Kutlanan şenliklerde büyük ateşler yakılır ve külleri bereket getirmesi için toprağa serpilirdi. Burada tanrının `son-lover` da denen rolüne değinmek gerekir. Tanrıça yaşamın kaynağı olarak ilkseldir, tanrıysa hem ondan doğan oğul, hem de onunla birleşerek yaşamı devam ettiren sevgilidir. `Kutsal çocuk` çoğu mitte görülen önemli bir kavramdır ve çocuğun bir mağara veya kulübede doğması gibi anlatılar yine sembolik olarak tanrıçanın yaşam veren ve yaşamın ona donduğu kaynağını betimler. Bu bakımdan `kutsal çocuk`, aynı zamanda majikal bir nitelik taşır zira kutsal eril ve dişilin birleşiminden `varlığa` gelmiştir. Wicca geleneğinde doğan kutsal çocuğa `child of promise` denmesinin nedeni de budur. Ölen ve tanrıça tarafından yeniden canlandırılan tanrı miti; İsis-Osırış, İstar-Tammuzi, Aphrodite-Adonis, Mithraş ve Dionysos ritlerinde de sıklıkla tekrarlanır. Yahudi Hanukkah bayramı ve Hıristiyanlığın İsa’nın doğumunu kutladığı Noel de aynı sembolizmin devamı olarak ele alınabilir. İsa’nın doğduğu Beytüllahim kenti Adonis ve Tammuzi kültlerinin merkezi olduğu yerlerden biridir. (Kilise babalarından Jerome da bu bağlantıya çeker.) -Cam ağacı o dönemde de kutsal sayılan ve tanrının olup yeniden dirilisini açıklayan sembollerden biriydi- Meryem’in Beytüllahim’de İsa’yı doğurması bu açıdan tanrıçanın kış gündönümünde tanrıyı doğurması mitinin tekrarlanışıdır. (Yapılan şenlikler de genelde bu tarihin üç gün öncesinden başlayıp üç gün sonrasına dek sürer, üç sayısına yapılan vurgu da anlamlıdır.) James Frazer’a göre Beytüllahım yeni Bethlehem, beit+lehem yanı `ekmek evi` anlamına gelir kiburada yine kurban edilen hasat tanrısına geçiş yapıldığını görmekteyiz.
Kış ve yaz gündönümü, tanrının sevgili ve oğul olarak iki şekilde betimlenmesi açısından ele alındığında ilginçtir. `Kutsal çocuk`, yaz gündönümünde gücünün zirvesinde `kutsal kral` olmuşken `gölgesi` de yine hasada giden zaman diliminde ona karşı gelen kardeş veya oğul olarak karşımıza çıkar, hem ışığın geri getirilisi ve doğanın canlanışı hem de ölerek ışığın yitirilmesi ve yeraltına iniş. Tanrıça da hem yaşam veren hem de yaşamda olum/ölümde yaşam aspektiyle yeraltında ruhlara rehberlik eden yol gösterici ve kaynaktır. Bu durum, kuşkusuz arketipal açıdan da önemlidir ve ayrıntılı olarak incelenmesi bireyin dönüşümü açısından gereklidir.
Son olarak, tüm bu açıklamalar astrolojik açıdan da zodyak sembolleriyle uyum içindedir -özellikle gündönümü ve ekinokslardaki burç değişimleri ve bunların mitlerde tekrarlanan sembollerle koşutluğu açısından- Bu yıl 21 aralıkta Venüs’ün yay’da Mars’ın da Akrep’te olması, 20 Aralık’ta Merkür’ün gerilemeden çıkmasıyla beraber düşünüldüğünde oldukça ilginç bir zaman oluşturabilir, 26 aralıkta yaşanacak dolunayı da unutmamak gerek. Elbette ki bu gibi durumlar ciddi pratik ve teorik bilgi gerektirir.