Yaşamının önemli anlarında, içinde bir ses duyduğunu ve bu sesin kendisine ne yapması konusunda bilgi verdiğini söyler Sokrat, ve bu ses için “benim Daimon’um” der…
Kendisinin hiçbir şey bilmediğini, kendisinde yalnızca “başkalarının bildiklerini bilinç’e çıkarma yeteneği” olduğunu söyleyecek kadar alçakgönüllü olan Sokrat, yine de kendinden önceki tüm Yunan filozofların “Sokrat’tan öncekiler” diye anılmasına engel olamayacak ve erdem dolu yaşam öyküsü ile sadece felsefe değil, tüm insanlık tarihine geçecektir…

Gerçekten de Sokrat’tan sonraki Yunan felsefesinde, temelinde “Erdem nedir? Erdemliliğin nitelikleri nelerdir?” gibi sorunlar yatan ve bu sorulara yanıt arayan tüm okul ve akımlar, erdemli kişi idealine model olarak hep Sokrat’ı gösterirler. Erdemli insan, yaşamını aklı ile yöneten ve tüm karar ve davranışlarına aklı ile yön veren insandır. Bu ideali benzersiz biçimde Sokrat’ın gerçekleştirdiği kabul edilir.

Yaşamı hakkında elimizde bir çok bilgi olmasına yani kişiliği hakkında birçok bilgiye sahip olmamıza karşın, düşünce ve görüşüyle ilgili olarak kendisi bir satır bile yazmamıştır. Onun çevresindeki öğrencileri ile iletişimi diyaloglara dayanır. Sonradan “Sokratik diyaloglar” olarak adlandırılacak olan bu diyaloglarda Sokrat, karşısındakine sorular sorar, ve genellikle cevabı yine karşısındakinin vermesini sağlar. Sokrat’ ın öğrencilerinin çok farklı statü ve bilgideki kişilerden oluşması dikkat çekicidir. Sözgelimi, bir yanda yarı yabancı ve yarı köle olan Antisthenes, diğer yanda yüksek aristokrasiye ait bir Eflâtun…

Savaşlara katılan, bir asker olarak yararlılık gösteren Sokrat 70 yıllık yaşamının tamamını Atina’da geçirmiştir. Tam anlamıyla dindar bir insan olan Sokrat, yaşamının önemli anlarında içinde bir ses duyduğunu söyler. “Benim Daimon’um” dediği bu ses ona şu ya da bu şekilde davranması gerektiğini söyler. Sokrat, Tanrı’nın sesini kendi içinde duyduğunu söyler. Sokrat’a göre bu uyaran, alıkoyan, doğru yolu gösteren ses, Tanrı’nın sesidir ve kutsal bir sestir. Ona göre, Tanrı bize sadece dış araçlar, yani rahipler ve falcılar aracılığı ile değil, doğrudan kendi içimizden, kendi bilinçaltımızın sesi ile seslenebilir.

Nitekim, o dönemdeki baskıcı Atina hükümeti, bu sesi yeni bir Tanrı zannederek, Sokrat’ı “yeni tanrılar yaratmak” ve “gençliği bozmak” suçlarından cezaevine atar. Ölümünden birkaç gün önce ziyaretine gelerek kendisine cezaevinden kaçabileceğini, bunun için gerekli tüm ayarlamaları yaptığını söyleyen eski sadık öğrencisi Kriton’a kaçmayacağını, çünkü içindeki ses Daimon’un onu kaçmaması konusunda uyardığını söyleyecek ve bu düşüncesini şöyle savunacaktır:

“Tüm yaşamımı Atina’da sürdürdüm, isteseydim bu kenti bırakıp gidebilirdim. Atina’dan ayrılmam için hiçbir engel yoktu fakat bunu yapmadım. Yetmiş yıllık yaşamım boyunca Atina’nın yasalarının korumasına sığındım, bu yasaların tüm koruyuculuğundan yararlandım. Böyle davranmakla içimden gelen bir yükümlülük altına girdim. Bu yükümlülük, tüm yaşamımı bağladığım yasalara uymaktır. Şimdi bu yasaların hakkımda uygulayacakları (yasalar ister âdil olsun ister olmasın) bir kanuna uymazsam, içimden vermiş bulunduğum sözde durmamış olurum. Başka bir kente gitsem, o kentin insanları bana, haklı olarak, Atina’ nın yasaları bozduğum için, bu kez kendi yasalarına uymayacağımı söyleyecekler ve bana iyi gözle bakmayacaklardır.”

Sokratın önemsediği şey: insanın kendisine karşı dürüst olması, kendisiyle uyum içinde olmasıdır. Örneğin kendisine mutluluk ile ilgili sorulan bir soruya yanıt olarak Sokrat, bu soruya cevap verebilmek için önce insanın “kendi içine bakması gerektiğini”, bu soruyu öncelikle kendisine sorması gerektiğini söyler. Acaba gereksinimlerimiz tamamen giderilse, ya da yeterince güç sahibi olsak, gerçekten mutlu olur muyuz? Kendi içimize yeterince dikkatli bakarsak, tüm bu gereksinimler gerçekleşse bile yine de, pek çok düşkırıklığına tanık oluruz ve ancak kendi kendimizle uyum içindeyken gerçekten mutlu olduğumuzu görürüz. Kendisiyle uyum içinde olmayan bir insan hiçbir zaman, tam anlamıyla, mutlu olamaz.

Sokrat’ın mutluluk ile ilgili görüşü böyledir. Ancak o bunu bizzat yaşamı ile anlatmıştır. O daha çok bir eğitimcidir dersek, pek de yanılmış olmayız. Zaten Sokrat’ı bu denli etkin bir eğitici yapan şey, kendi inandıklarını, düşüncelerini ve görüşlerini bire bir kendi yaşamına uygulamış olmasıdır.

Sokratla ilgili söylenebilecek yüzlerce şey vardır. Kendisi yaşamı boyunca hiçbir eser yazmamıştır, dolayısıyla “onun görüşü” diyerek tam anlamıyla betimlenebilecek onlarca şey yoktur elimizde, bunların bir çoğu öğrencilerinin elinden çıkan ve az ya da çok yorum katılmış düşüncelerdir. Ancak Sokrat’a ait olduğundan kuşku duyulmayan yalnızca iki görüş vardır:

1- Bilgi erdemdir.
2- Hiç kimse bilerek kötülükte bulunmaz.

Birbirinden ayrılmayan bu iki görüşte Sokrat, burada erdem saydığı bilginin “insanın kendisini bilmesi” olduğunu anlatmak istemektedir. Erdem bilgi ise, erdemsizlik bilgi noksanlığından kaynaklanır ve hatayı doğurur. Hata ise her zaman bilmeyerek yapılır. Kötülük bir hatadan, bilgisizlikten doğar. Kötülük aynı zamanda kişinin mutluluğu yanlış yerde aramasından kaynaklanır. Kötülük yapmak, yani yanılmak, gerçek değerlerin yerine yalancı değerleri koymaktan kaynaklanır. Değerlerin sahtelerini görüp anlayan ve bunların yerine gerçek değerleri koyan insan, hiçbir zaman kötülük yapamaz. Bir başka biçimde söylersek: Gerçekten istenmesi gereken ile kaçınılması gerekeni, ya da korkulmayacak şeyle korkulması gereken şeyi birbirinden ayırt etmeyi “bilmek” gerekir.

Ebru Dengiz