Da Vinci Şifresi’nden uyarlanan aynı adlı film 19 Mayıs’ta dünyayla aynı anda Türkiye’de de vizyona giriyor. Film için “Vatikan’ın 11 Eylül’ü demek” pek de yanlış olmaz çünkü bugün bir milyarı aşkın insanı yöneten Katolik Kilisesi’nin merkezi Vatikan’ın romandan ciddi ciddi rahatsız olduğu ortada. Kitabın ulaştığı sınır tanımaz popülarite, Vatikan’ı ürküten en önemli etken.

Dan Brown’a servet ve şöhret kazandıran “Da Vinci Şifresi”ni çürütmek için sayısız kitap yazıldı. Kitapta Katoliklerin bir peygamber olarak değil; “Tanrı’nın Oğlu” olarak kabul ettikleri İsa Peygamber konusunda hayli önemli tezler var. Aslında bu tezler yeni değil. Bugüne kadar bu konuda birçok iddia ileri sürülmüş ve kitaplar yazılmış ancak hiçbiri Dan Brown’ın popülaritesine ulaşmadığı için, kimseyi de ürkütmemiş. Ancak şimdi durum hayli farklı.

 

Bilmeyen kaldı mı bilmiyoruz ama yine de kitabın ve dolayısıyla da filmin konusunu kısaca hatırlatmakta yarar var…

Harvard Üniversitesi simgebilim profesörü Robert Langdon (Tom Hanks) Paris’te iş gezisindeyken, gece yarısı, Louvre’un yaşlı müdürünün ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve yetenekli Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu (Audrey Tautou) cesedin etrafındaki izleri takip ederek bu garip esrar perdesini araladıkça, ipuçlarının onları Da Vinci’nin tablosuna götürdüğünü keşfeder. Büyük usta bu sırrı herkesin görebileceği bir yere, ünlü eseri Mona Lisa’nın içine gizlemiştir. Langdon bu garip bağlantıyı açığa çıkarınca tehlike artar. Cinayete kurban giden müze müdürü, Sir Isaac Newton, Botticelli, Victor Hugo, Da Vinci ve aralarında diğer ünlülerin de bulunduğu gizli bir kuruluş olan Sion Tarikatı’nın bir üyesidir. Langdon, aydınlatmaya çalıştıkları bu tehlikeli sırrın yüz yıllardır tarihin derinliklerinde gizlendiğinden şüphelenir. Böylece Paris ve Londra sokaklarında amansız bir kovalamaca başlar. Langdon ve Neveu, kendilerini, atacakları her adımı önceden bilen esrarengiz ve aynı zamanda zeki bir adamla karşı karşıya bulur. Bundan sonra kahramanlar heyecanlı bir polisiye maceranın içinde yol alırken, bir yandan da çok gizli bilgilere ulaşacaklardır. Bu gizli bilgiler arasında sadece Tapınak Şövalyeleri’nin bildiği Kutsal Kase’nin gerçek anlamı da vardır.

Tanrıça Kültü

Leonardo Da Vinci şüphesiz romanın ana kahramanı. Kitabın kurgusuna konu olan tarihsel bilgiler yüzyılların gerisinde kalsa da sanat tarihçileri başta olmak üzere konunun uzmanlarına hiç de yabancı değil. Bu “komplo”nun söylentileri uzun yıllardır sayısız dillerde kulaktan kulağa fısıldanıyor. Özellikle de sanat dünyasında… “Komplonun dramatik yanı Leonardo Da Vinci’nin şifreler ve esrarlı sembolizmle benzenmiş tablolarında fazlasıyla belirgin olmasıdır” diyor Dan Brown. “Sanat tarihçileri, Da Vinci tablolarının yüzeysel görünümlerinin altında çok daha derinlere inen birtakım anlamlar olduğu fikrinde birleşiyorlar. Birçok bilim adamı da ustanın eserlerini, bu çok güçlü gizemlerin ipuçlarını ele vermek amacıyla yaptığını iddia ediyor.”

Da Vinci Şifresi”nin temelinde duran kurguda Tanrıça kültü de hak ettiği payı alıyor. Roman, birçok kültürde kadınların spiritüel güçlerinin nasıl ve hangi nedenlerden dolayı ortadan kaldırıldığını da irdeliyor. Kitabın bazı bölümlerinde Opus Dei’nin eylemleri de yer alıyor. Yazar bu durumu şöyle açıklıyor: “Opus Dei hakkında dengeli ve adil bir tanımlama yapmak için çok çalıştım. Buna rağmen belki çizdiğim tablodan alınanlar olmuştur. Opus Dei, birçok insanın yaşamında pozitif güç olabilir ama Opus Dei ile yakın ilişkisi olanların bir kısmının da yaşamlarını derinden etkileyen olumsuz deneyimleri olmuştur. Bu konu hakkında yazılmış düzinelerce kitaptan yararlandım ve eski ya da yeni birçok üyesiyle konuştum.”

Evet, çok tartışılan kitabın filminin de büyük bir ilgi göreceği kesin. Biz de Türkiye’den uzmanlarla Da Vinci Şifresi’nin gizemini konuştuk.

“Arkasından siyasi hareketler çıkacak”
Aytunç Altındal

“Gül ve Haç Kardeşliği”, “Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri”, “Üç İsa” gibi kitaplarıyla tanınan, araştırmacı yazar Aytunç Altındal, “Da Vinci Şifresi”nin komplo teorilerini anlattı. Altındal’a göre Dan Brown, 1980’lerden itibaren Katolik Kilisesi’ne karşı yürütülen yıkım dalgasının kilometre taşlarından biri.

Dan Brown bir roman yazdı ve bütün dünyada popüler oldu? Sizce bu romanın bu zamanda ortaya çıkışı tesadüf mü?

Elbette değil. 80’lerden beri Katolik Kilisesi’ne karşı yürütülen bir mücadele var. Komünizmin çökmesinden sonra bu, daha da hızlandı. İsa’nın evli olduğu, Sara adında bir kızı olduğuna dair bilgiler çok eski. ‘Yoksul Tanrı’ adlı kitabımda, İsa’nın yaşamadığını, Tianalı Apolonius diye bir adamın hayatının İsa’nın hayatı diye İncil’e monte edildiğini söyledim. Bununla ilgili 2005 yılında İtalya’da bir dava açıldı. Luigi Cascioli davası. Şimdi dava AHİM’de, Mayıs’ta duruşması var. Ben de davaya delil sunuyorum. İsa diye birisi var ama İncil’de anlatılan İsa yok. “Tanrı’nın oğluyum, dirildim” dediği de yok aslında. Bu savaşı agnostik gruplar Katolik kilisesine karşı yıllardır veriyorlar. “Da Vinci Şifresi” sayesinde, Gül ve Haç Teşkilatı’nın getirdiği bilgiler çerçevesinde, şimdi bu tezler daha açık söylenmeye başlandı.

Kitabı bile Vatikan’ı bu kadar rahatsız etmişken, filmi gösterime girince ne olacak sizce?

Daha da ateşlenecek. Kilise “Katolikseniz filme gitmeyin” diyor. Ama Protestanlar gidecek! Bunun arkasından siyasi hareketler çıkacak.

Kutsal Kase metaforunun, Tanrıça kültüyle bağlantısı var. Bu anlamda kitap, kilisenin arka plana attığı “kadın” ya da “dişil” imgeye bir değer atfediyor, bunun sonuçlarını tartışırsak neler söylersiniz?

Kutsal Kase denilen şey, “Sofia” yani hikmet metaforu. Katolik Kilisesi’nin ortadan kaldırılmasını, yapılandırılmasını, farklılaştırılmasını isteyen gruplar, dişil prensibi yerleştirmeye çalışıyorlar. Masonlar örneğin, kadından nefret ediyorlar ama onlar da bunu istiyorlar. Dişil prensip dünyaya yalnızca “ratio” yani rasyonellikle değil, bir de “wisdom” yani bilgelikle bakabilmeyi kapsıyor. Yahudilikte Tanrı Yahve vardır ama bir de onun Şekina diye bir yüzü vardır. Yahve yargıç bir Tanrı; asıyor, kesiyor, yıkıyor ama Şekina, merhameti, sevecenliği anlatarak, dişil özellikleri ortaya koyuyor. Eril dişiye kimlik verir, onu anneleştirir. Dişi prensip de eril prensibe kişilik verir. Bir erkeğin kişilik sahibi olabilmesi için dişi prensibe ihtiyacı vardır. Bu son 150 yıldır işlenen bir tema. Kozmik olana ulaşma teması. Dinlerin bir pozitif tarafı vardır; insanoğlunu doğaya mahkum olmaktan kurtarmaya çalışır. Doğa ne diyor; doğacaksın, büyüyeceksin, dölleyeceksin ya da dölleneceksin ve öleceksin. Dört ihtimal topu topu… Cennetten kovulmak denilen şey metaforik olarak aslında bu, yani tabiat denilen hapishaneye düşmek… İsa, Musa, Muhammed insanın doğada mahkum olduğu bu dörtlüden Allah’ın katına ulaşarak, en azından ruhen çıkabileceğini söyler. Önemli olan kozmik olanla birleşebilmektir. Pagan dönemin filozofları ve Eflatun tarafından öngörülmüş olan bir sistem var; insanları bilgeleşmiş kişiler yönetsin deniyor. Buna meritokraksi diyoruz. Erdeme dayalı yönetim tarzı yani. Bu aslında 2000 yıllık bir ideal.


“Kutsal Kase pagandır”
Erhan Altunay

gizemci.org ve hermetics.org gibi internet sitelerinde gizemcilik ve paganizm üzerine yazılar yazan, nükleer enerji mühendisliği mezunu derKi yazarı Erhan Altunay’ı radyocu olarak da tanıyoruz. Yaşam Radyo ve NTV Radyo’da müzik programları hazırlayan Altunay paganizm üzerine bir de kitap hazırlıyor. “Da Vinci Şifresi” üzerine yazılar kaleme alan Altunay mitoloji ve ortaçağ konusunda engin birikimlere sahip. Kendisi, “Da Vinci Şifresi”nin günün birinde tıpkı Eric Von Daniken’in kitabı “Tanrıların Arabaları” gibi unutulacağı fikrinde.

Sizce Da Vinci Şifresi bir fenomen mi?

Dan Brown çok iyi bir romancı ve kurgusu güzel bir roman yazmış. İddia edilen savlar Dan Brown’ın kendi araştırmaları sonucu bulduğu şeyler değil. Aslında bu savlar Ortaçağ’dan beri ileri sürülüyor. İsa’nın kanı, Maria Magdalena ve Kutsal Kase hep bilinirdi. Kutsal Kase’nin İsa’nın sülalesi olabileceği Ortaçağ’ın sonlarında çıkmış bir efsanedir. Hiçbir gerçeğe dayanmıyor çünkü bir kutsal kaseden ilk bahseden de 1135-1190 yılları arasında yaşayan, Fransız yazar Chrétien de Troyes’dur. “Perceval ya da Roman du Graal” adlı eserinde bahseder. Burada kase, kutsal değildir. Ancak bundan sonra bununla ilgili efsaneler türemeye başlar. Hatta bu kabın İsa’nın kanının konduğu kap olduğu da Robert de Boron tarafından yazılmıştır. Buna bağlı birçok efsane de ortaya çıkmıştır. En popülerleri, İsa ve Maria Magdalena’nın çocukların olduğudur. Bir varsayıma göre bunlar İngiltere’ye, bir diğerine göre ise Fransa’ya gitmiştir. Kutsal Kase ilk olarak Kelt efsanelerinde geçer ve aslında pagan efsanesidir. Ölümsüzlük iksirinin yapıldığı kazandır aslında. Pagan dönemlerde böyle bir kazan arayışı vardır. Kazan psikolojik olarak insanın içindeki dişilik midir; bu tartışılır. Ortaçağ’da rahipler eski Kelt düşüncesini yok edemedikleri için Hıristiyanlığı onun üzerine kuruyorlar. Mesela 1 Şubat en önemli Kelt tanrıçası Brigit’in kutsal günü, o kutsal günü yok edemedikleri için o günü Saint Brigitte günü yapıyorlar. Hıristiyanlığın dini takvimi uydurmadır, pagan efsanelerini Hıristiyanlaştırmışlardır ve bu mitos herkesin hoşuna gider. Aynı şekilde günlerin uzamasıyla bağlantılı Sol Invictus ya da Mithra günü olan 25 Aralık da Noel olarak Hıristiyanlığa girmiştir.

Pagan derken…

Pagan derken Hırıstiyanlık öncesini kastediyoruz. Hıristiyanlık Roma İmparatorluğu’nda resmi din olduğu zaman, şehir halkı Hıristiyanlaşırken, köylerde eski din devam etti. Paganus zaten Latince’de köylü demek. Bu nedenle bugün dahi pagan sözcüğü Batı dillerinde aşağılama olarak kullanılır. Hıristiyan Batı, eski pagan törenlerini hep kanlı kurban törenleri, şeytan ayinleri gibi gördü. Brown’da da bu hal var ama tamamen gerçeğe aykırı paganizm değil bu. Asıl Hıristiyanlığın kendisi pagan bayramları üzerinde kilisenin kutsal takvimini inşa ettiği için pagandır. Ayrıca Hıristiyanlık içinde Tanrıça vardır. Ana yönüyle Meryem, fahişe yönüyle Mecdelli Meryem, yani Maria Magdalena, ruhani yönüyle ise Sofia. Ayasofya’ya adını veren ve bilgelik anlamına gelen Sofia.

Dan Brown ortaya ne koydu peki ?

Dan Brown’ın bütün yaptığı eldeki bilgileri yeniden düzenlemek. Kitapta yazılanları herkes biliyordu ama kimse inanmıyordu. Dan Brown gerçekmiş gibi yazdı ve sonunda Kilise’nin tepkisini çekti. Tapınak Şövalyeleri’nin bildiği ve “sır” olarak sakladığı bilgiyi açığa çıkardı. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu dogmasından öte, kilisenin bir resmi din tarihi var. Paganizm ile savaşamayan kilisenin paganizmi içine almak için uydurduğu tarih. Bu konuların tartışılması, domino taşları gibi, bunların hepsinin yıkılması demek. Dan Brown Kilise karşıtlarının ve Masonların ilgisini çekti, gereğinden fazla ilgi çekmeye başlayınca da Vatikan bunu durdurmaya karar verdi. Bu genel olarak Vatikan’ı yıkmaya yönelik bir komplo mu! Olabilir!

Komplo ise sizce komplonun altında kim olabilir?

Opus Dei’nin mesela kendini gösterebilme fırsatı oldu. Kiliseye karşı dillendirilmeyen tepkiler “Da Vinci Şifresi”nin etrafında toplandı. Bu belki de yazarın maksadını bile aşıyor. Mahir Kaynak, “Bu kitabı yazdırma gereği duyanlar, dünya üzerinde çatışan güçler, savaş aracı olarak dini seçtiler. Dini seçtiklerine göre halkı bu savaşa inandırmak ve bunun arkasında toplamak gerekiyordu. O yüzden de bu kitap furyası ortaya çıktı” diyor. Gerçekten de son dönemde Hıristiyanlığı sorgulayan çok kitap çıktı. Evanjelizm ile ilişkilendirilebilir mi? Olanaksız değil. Bush’un tanrısı hepimizinkinden farklı zaten.

Neden Kutsal Kase efsanesinin üzerinde duruluyor?

Bu çok doğal çünkü Kutsal Kase Hıristiyanlığın pagan kültüründen aldığı bir motif ve dolayısıyla onun yumuşak karınlarından biri. Pagan kültüründeki kazan İsa’nın kanının konduğu kap olarak Ortaçağ’da yeniden doğuyor. Ama bunun özellikle işlenmesindeki önem, “İsa evli miydi? Çocukları var mıydı?” gibi soruların sorulup Kilise’nin resmi tarihine karşı kafaların bulandırılması. Eğer amaç gerçekten bu ise Hıristiyanlığa karşı güvenin sarsılması da gündeme gelecektir. Evanjelistlerin beklediği gibi Hıristiyanlık, Yahudiliğin bir kolu gibi de ortaya çıkabilecektir. Ama beklemedikleri bir sonuç da bu savların İslam’ın Hıristiyanlık hakkındaki görüşlerini desteklemesi. Hıristiyan tarihin temel savlarını yıkarak ondan sonra gelen dinin de temelini çürütmek isteyenlerin göremedikleri bu. Yani bu savaşın bir galibi de İslam olacak. Ancak Hıristiyanlıktaki pagan motiflerin ortaya konması soru işaretlerini çoğaltır.

Sonuç olarak Dan Brown’un kitabının popüler olması neyi değiştirir?

Bir şey değişmez. Eric Von Daniken’in “Tanrıların Arabaları” kitabı da büyük gürültü koparmıştı ama sonra unutuldu. Daniken’in ne kadar etkisi olduysa bunun da öyle bir etkisi olacak. Marx’ın bile din konusunda fazla bir etkisi olmadı. Hiç kimse dini tarihi değiştiremedi çünkü inanç söz konusu. Bu kitabın dünya tarihine tek bir etkisi olmuştur; Dan Brown’u zengin etmiştir. Kiliseye inananlar yine inanmaya devam edecek. Mesela Fransa’da çok tepki olmadı çünkü onlar Ortaçağ edebiyatında bunu okuyorlar zaten. Müslüman kültüre göre zaten Vatikan Hıristiyan kültürünü çarpıtmıştır, asıl İncil bu değildir. Benim gibi bir Pagan’a sorarsanız, Hıristiyanlık pagan dininin gelişmiş halidir. “Ölüdeniz Yazmaları” bulundu. Bu yazmalar Hıristiyanlığın ortaya çıkışından önce yazıldığı halde, Pavlos’un anlattığı Hıristiyanlıkla çok büyük benzerlikler taşımaktaydı. Essenilerin varlığı ve İsa’nın o öğretiyi başka yerden aldığı ortaya çıktı. “Ölüdeniz Yazmaları” gerçekten İsa’nın öğretisinin ya da Pavlus’un ağzından aktarılan öğretisinin diyelim, İsa’dan önce var olduğunu gösteriyor ama kaç kişiyi etkiledi bu? Okuyanların aklına soru işaretleri geldi ama düşünmeye korktular. Bu da öyle olacak.


“Aradıktan sonra her sayıyı bir yerde bulabiliriz”
Prof. Dr. Haluk Oral

Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü Başkanı Prof. Dr. Haluk Oral, “Da Vinci Şifresi”ni şifreleme açısından değerlendirdi. Oral’a göre kitap. herhangi bir matematik bölümü öğrencisinin çözebileceği kolaylıkta şifrelenmiş. Oral kitapta geçen Fibonacci Dizisi ve Altın Oran’ı yorumladı.

Kitapta Fibonacci dizisi var. Google’a girerseniz binlerce şey bulursunuz. Mimaride de görülen bir dizidir, Leonardo Da Vinci de kullanmıştır. Dan Brown öyle bir ailede doğuyor ki, çok şanslı! Ailesinde sanat tarihçisi de var, matematikçi de. “Da Vinci Şifresi”nin içinde biraz Altın Oran’dan ve biraz da Fibonacci dizisinden söz edilmiş. Fibonacci dizisi 1 ile başlar ve daha sonraki her sayı kendisinden önce gelen iki sayının toplamı olarak bulunur. 1, 1+1=2, 1+2=3, 2+3=5, 3+5=8

Bu sayı dizisi Tavşan Problemi’nin de yanıtıdır. Soru şöyle: Tavşanlar bir aylıkken yetişkin bir tavşan oluyor ve her ay bir yavru doğuruyor. Bir yavru tavşanla başlarsanız “n” ay sonra kaç tavşanınız olur? Fibonacci dizisi 1,1, 3,5, 8, 13, 21, 34, 55, 89 şeklinde devam eder. Altın oran da bu dizinin peş peşe gelen iki teriminden büyük olanın küçük olana bölümüyle yaklaşık değeri bulunan bir sayıdır. Ne kadar büyük terimler kullanırsanız Altın Oran’a o kadar yaklaşırsanız. Tabiatta bu oran çok yerde gözükür. Bir grup insanın eline bir kağıt kalem veriyorlar ve bir dikdörtgen çizin diyorlar. İnsanların dikdörtgen olarak çizdiği ne çok ince, çok uzun bir şey ne de kareye yakın bir şey çiziyorlar ve çizilenin kenar oranlarına baktığınızda altın oran yakın bir şey çıkıyor. Bir dikdörtgeni altın oranla böle böle gittiğinizde bir spiral çıkıyor ortaya ve bu spiral de tabiatta pek çok yerde görünüyor, örneğin deniz kabuklarında, ayçiçeklerinin ortasında. Doğada olan bir şey ve prensip olarak güzeldir. Kitabın en güzel tarafı da insanlara bir parça olsun matematiği sevdirmesi.

Louvre Müzesi’ndeki 666 piramidi de bir tesadüf bence. Pek çok yerde ararsanız bulabilirsiniz. Mesela ebced hesabında altı, Arapça’daki “vav” harfine karşılık gelir. İngilizce’deki “vav” harfinin karşılığı “w”, www de 666 oluyor yani internet de şeytan işi diyebilirsiniz ve aradıktan sonra her sayıyı bir yerde bulabilirsiniz.


Da Vinci Şifresi; Bir Hollywood çıkartması

Dünyada satış rekorları kıran kitabın filminin de gişe olar

Ron Howard’ın yönetmesini istediler. Howard “Kitabı Brian’dan duydum. Karım Cherly’den duydum ve sonunda bana geldi” diyor.

Dan Brown, Robert Langdon’u Harrison Ford olarak düşünmüş hep ne var ki yönetmen, filmin potansiyel seyirci kapasitesini artırmak için “herkesin adamı” Tom Hanks’i istemiş. “Bu büyük bir hikaye. Bu hikayenin bir parçası olmaktan onur duyarım dedi” diye anlatıyor Tom Hanks’in tepkisini.

Gelelim film üzerinde yapılan tartışmaya… Kıyametin koptuğu nokta, Dan Brown’un kitapta “yazılanların hepsi gerçektir” ibaresini koyması. Vatikan’ın çığırından çıkaran şey de bu aslında. Elbette kitabın spot altına aldığı bir başka şey de var; Opus Dei. Az bilinen bu Katolik mezhebinin perdedeki karakterleri pek de iç açıcı görünmüyordu. Silas adlı katil keşiş (Paul Bettany) ve iki taraflı oynayan piskopos (Alfred Molina). Opus Dei sözcüsü Newsweek’e verdiği röportajda bu konuyla ilgili olarak şöyle diyecekti: “Kimse kendisini karikatürleştirilmiş bir halde seyretmek istemez. Sony Pictures’ın dini ve etnik grupları portrelerken gösterdiği özeni burada da göstermesini bekliyoruz.”

Paul Bettany’e gelince… Bütün bunların niye bu kadar gürültü kopardığını anlamıyor! Kitaba bir kurmaca metin olarak yaklaştığını söylüyor ve “Kitabı okumuştum. Kitapçıya gittim ve kitabı roman bölümünden aldım, bilimsel kitaplar bölümünden değil” diyor.

Paul Bettany böyle düşüne dursun, herkes aynı fikirde değil. Amerika’daki Katolik toplulukların Sony Pictures’tan, filmde filmin tamamıyla kurmaca olduğunu belirten bir ifade kullanmalarını istedikleri biliniyor.

Ya filmi protesto edenlerse…

Ron Howard, protestocuların abartıldığı görüşünde. Lincoln’de filmi çekerken 200 kişilik bir grubun geldiğini, ancak grubun 198’inin Tom Hanks’ın imzasını istediğini söylüyor. “Bu kişilerin içinde kendini rahibe olarak tanıtan bir kadın da vardı. Daha sonra öğrendik ki rahibe kılığında gezmeyi seven bir Amerikalıymış” diyor.

Yine de Howard’ın az da olsa bir endişesi var zira diplomatik bir dille konuşmayı tercih ediyor.

“Kitap satışları insanların bu konudan büyülendiklerini gösteriyor. Neden sinemaseverler daha muhafazakâr olsun ki? Aşırı muhafazakârlar zaten filme gitmezler” diyor.

Ron Howard her ne kadar böylesine rahat konuşsa da belli ki az da olsa 125 milyon dolarlık filmi konusunda hassas. O da Paul Bettany gibi bunun bir kurmaca olduğunu, kitapta iddia edilen tezlerin senelerdir bilindiğini söylüyor.

Gelelim filmin kadın oyuncusu Audrey Tautou’ya. Ron Howard “Bu rolde oynayacak birçok Amerikalı oyuncu olmasına rağmen bir Fransız ile çalışmak istedik. 30 oyuncu ile görüştük. Ancak Tautou ile Tom Hanks bir arada çok iyiydi. Audrey’de gizemli ve büyüleyen bir şey var” diyor.

 

Kitabı tatilde okumuş

Audrey Tautou kitabı, filmi yapılacağını bilmeden okuduğunu söylüyor ve ekliyor “Sanıyorum milyonlarca insan bu kitabı tatile giderken yanına aldı ve okudu. Ben de iki haftalığına Meksika’ya gittiğimde iki günde kitabı okudum.” Kitaptaki Sophie’nin kendisinden biraz farklı olduğunu söyleyen Tautou, aralarında yaş farkı olduğunu da kabul ediyor.

Öte yandan Jean Reno, Dan Brown’un kitabı yazarken onu düşünmesinden çok memnun ancak kitabı okurken bunu anlamadığını ancak çekerken fark ettiğini söylüyor.

Bakalım çok tartışma yaratacağı ve gişe hasılatı kıracağı şimdiden belli olan filmin seyri nasıl olacak!

(Total Film’den derlenmiştir)

 

 

KİM KİMDİR?

Robert Langdon (Tom Hanks)
Harvard’lı simgebilim profesörü. Louvre Müzesi’nde işlenen şifreli bir cinayeti çözmek için görevlendirilir.

Sophie Neveu (Audrey Tautou)
Zeki, seksi kriptoloji uzmanı. Louvre Müzesi’nde öldürülen Kurator Jacques Sauniere’in torunu.

Silas (Paul Bettany)
Opus Dei mezhebinin Tanrı’ya giden yolunda kayıp bir ruh. Fazlasıyla güçlü, öldürmekten çekinmeyen bir albino keşiş.

Sir Leigh Teabing (Sir Ian McKellen)
Kutsal Kase uzmanı. Sophie ile söyleşirken, The Holly Blood ve The Holly Grail adlı kitabı karıştırıyor.

Bezu Fache (Jean Reno)
Takma adı Bull (Boğa) olan Fransız Adli Polisi komiseri. İnatçı ve fazlasıyla zeki. Hem Robert Langdon’dan şüpheleniyor hem ona yardım ediyor.

Film hakkında kısa kısa

  • Julie Delpy, Kate Beckinsale, Sophie Marceau, Virginie Ledoyen, Judith Godrèche ve Linda Hardy Sophie rolü için düşünülen oyuncular arasındaydı.
  • Lincoln Katedrali’nin saati gösteren çanı II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez film çekimi sırasında 15-19 Ağustos 2005 tarihleri arasında sessiz kaldı.
  • Ron Howard’ın Robert Langdon için ilk düşündüğü kişi Bill Paxton’du ancak Paxton’un zamanı uymadı. Daha sonra Russell Crowe, Ralph Fiennes, Hugh Jackman, George Clooney ve Tom Hanks ile görüştü. Son ana kadar Russel Crowe favoriydi ama sonunda hem Howard hem de yapımcı Brian Grazer Tom Hanks’de karar kıldı.
  • Çekim sırasında orijinal Mona Lisa tablosuna spot ışığı verilemeyeceği için onun yerine taklidi kullanıldı.
  • Yazar Dan Brown ana karakteri Robert Langdon’ı yakın arkadaşı, topografya uzmanı John Langdon’dan esinlenerek yarattı. John Langdon Brown ile 2Melekler ve Şeytanlar”ın logosu için çalıştı.
  • Dan Brown Sir Leigh Teabing adlı karakterini “Holy Blood, Holy Grail” adlı kitabın yazarları Richard Leigh ve Michael Baigent’ten esinlerek üretti. Teabing ise Baigent’in amagram yazılışı.


(İlk Yayın: Akşam Gazetesi Brunch eki)