1980’lerde Amerika’da bir televizyon reklamı uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir etki bıraktı. Bir kaset firmasına ait bu reklamda, jaz şarkıcısı Ella Fitzgerald’ın sesinin kristal bir kadehi nasıl parçalara ayırdığı görüntüleniyordu. Reklamı takip eden dönemde kaset satışlarında artış olduğu bir gerçek, ama reklamın asıl etkisinin aynı şeyi denemeye istekli kişilerin kadeh satışlarını patlatmaları olduğunu söyleyebiliriz.

Rezonans” adıyla bilinen bu olay, kadehin “özgül frekansı” ile aynı frekansı veren bir güç kaynağının kadehin titreşmesini sağlaması esasına dayanır. Diğer bir deyişle, kadehe bir cisimle vurduğunuzda çıkan “kadehin öz sesi”nin aynısı dışarıdan kadehe “bağırıldığında”, kadehin “heyecanla titremesine” neden olur. Bu frekanstaki ses kaynağı yeterince güçlü ise, kadeh bu heyecana dayanamaz ve parçalanır.

Aynı olay, tarihte Angers Köprüsü vakasında da karşımıza çıkıyor. Bildiğiniz gibi, askerlerin uygun adım yürüme adetleri vardır. 16 Nisan 1850 tarihinde, 478 Fransız askeri Angers Köprüsü’nü uygun adımla geçerken başlarına geleceklerden habersizdiler. Yüzlerce askerin ayaklarını var güçleriyle yere vurdukları ritim, talihsiz bir rastlantıyla, üzerinden geçmekte oldukları köprünün özgül frekansına denk geldi. Oluşan rezonans nedeniyle köprü büyük bir sarsıntıyla yıkıldı. Bu tarihten sonra askeri birlikler köprü geçerken uygun adım yürümeyi bırakıp düz yürüyüşe geçme adeti kazandılar. Şartlar gerektirdiğinde askeri kuralların bile esnetilebildiğini görmek güzel…

Ayın dünyanın çevresinde dönüp durmasına rağmen dünyadan görülen yüzünün hiç değişmemesi de aslında şaşırtıcı bir uyumdan kaynaklanır. Buradaki mekanizma dünyadaki denizlerde gözlemlenen “gel-git” olayının aynısının ayın toprak kütlesi üzerindeki etkisidir. Dünya üzerindeki denizler ayın ve güneşin çekimlerine kapılarak hareket ederler. Ay da, dünyanın çekiminden etkilenir ve toprak kütlesi dünyaya en yakın tarafı yükselip diğer tarafları alçalacak şekilde deforme olur. Bu “toprak gel-giti” elbette ki denizlerdeki kadar rahat gözlemlenebilecek boyutlarda değildir, ama ayın oluştuğu zamanlardan bu güne kadar kendi ekseni çevresindeki dönme hareketini iç sürtünmeyle frenleyerek dünyaya hep aynı tarafı dönük olacak şekilde yavaşlatmayı başarmıştır. Ay dünyaya hep aynı yüzünü gösterdiği için artık gel-git olmamaktadır ve böylece ayın dönüş hızı dünya ile en uyumlu hızda sabitlenmiştir.

Bu “aynı ritme uymanın dayanılmaz cazibesi” insan hayatında da önemli yere sahip. En ilginç öreneklerden biri, aynı ortamda bir süre birarada yaşayan kadınların malum dönemlerinin eşzamanlı olmaya başlamasıdır. Uzun süre aynı ortamı paylaşan insanların tarz olarak (ve hatta fiziksel ve fizyolojik olarak) birbirlerine benzediklerini görürüz. Uzun süredir birlikte olan çiftler ya da arkadaşlar aynı anda aynı adımları atarak uyum içinde yürürler, aynı anda aynı cümleye başlarlar, aynı anda akıllarından aynı şeyler geçer. Kısacası, “üzüm üzüme baka baka kararır”.

İnsanlar arasındaki uyum, düşünce ve davranışların benzeşmesidir. Genellikle birlikte geçirilen uzunca bir süre sonucu tarafların birbirini farkında olduklarından çok daha iyi tanımaları ve yakınlık hissetmeleriyle ortaya çıksa da, çok daha kısa sürede kişilerin birbirleriyle benzerliklerin fark edilmesiyle de oluşabilir. İster yıllara dayanan bir yakınlık olsun, ister çok hızlı bir yakınlaşma, uyum içindeki insanlar eş sesle titreşir, aynı hızda döner ve birbirlerinden kolayca etkilenir.

Dışarıdan bakıldığında sadece davranışların benzerliğinden ibaret gibi görünse de, uyum insanların ‘özde’ de benzer olduklarını ima eder. Ancak dünyayı benzer şekilde algılayan ve yorumlayan insanlar benzer şekilde düşünür ve davranır. Dolayısıyla davranışların benzerliği, kişiliklerin benzerliğinin göstergesidir.

Genellikle benzer kökenlere sahip insanlar daha iyi anlaşırlar. Ortak bir sosyokültürel geçmişe sahip olmak, hayatı benzer şekilde algılama ve yorumlama olasılığını artırır. Bu nedenle bizimle aynı okulda okumuş, aynı semtte yaşamış, aynı yerlere takılmış, aynı ilgi alanlarına sahip kişilere karşı yakınlık hissederiz.

Yıllardır yakından tanıdığımız kişilerle nasıl eşzamanlı düşünmeye ve davranmaya başlıyorsak, eşzamanlı düşündüğümüz ve davrandığımız kişilerle de onları yıllardır tanıyormuş gibi kolayca yakınlaşırız.

Uyum içinde olduğumuz kişilere karşı savunmaya geçme ihtiyacı hissetmeyiz. Onlara kolayca inanır ve güveniriz. Onların bizi iyi tanıdığına ve kolayca anlayacağına inanırız. Bizimle uyum içinde olan kişiler için elimizden gelenin en iyisini yapmak isteriz. Sahip olduklarımızı onlarla paylaşmaktan çekinmeyiz. Başımız sıkıştığında onlara güvenebileceğimizi biliriz.

Tüm bu yakınlık ve güven, bizimle benzer olan diğerleriyle bir araya gelerek daha büyük bir bütün oluşturma güdüsünden kaynaklanıyor: Farklı olanlara karşı, benzer olanların dayanışması… Aynı türden hayvanların avcılara karşı güçlü olmak için sürü halinde dolaşması gibi. Tek hücrelilerden beri süregelen temel bir güdü bu; aynı süperorganizmanın birer parçası olmanın karşı konulmaz çekiciliği

Kökenleri çok derinlerde olduğundan, son derece güçlü etkileri olan ve farkındalığımızın dışında gelişen bir sosyal etkileşimdir uyum. Öyle ki, bu gücün farkında olan satış ve politika kurtlarının elinde sinsi bir koza dönüşür, kontrolü onların ellerine teslim ediveririz huşu içinde. İyi ellerde ise, harika takımlar oluşturmaktan psikolojik yardımı mümkün kılmaya kadar pek çok alanda mucizeler yaratır.

En basit anlatımla, bireyler arası etkileşimin kalitesi tamamen bireylerin aralarındaki uyuma bağlıdır.

Öğrencileriyle uyumu yakalayamayan bir öğretmen bilgilerini onlara aktaramaz, müşterisiyle uyumu yakalayamayan bir pazarlamacı ürününün cazip görünmesini sağlayamaz, çalışanlarıyla uyumu yakalayamayan bir yönetici direktiflerinin uygulanmasını sağlayamaz, hastasıyla uyumu yakalayamayan bir doktor başarılı bir tedavi uygulayamaz. Uyumun olmadığı yerde, başarılı bir etkileşim olamaz.

Öte yandan, bazı insanlar iletişime geçtikleri kişilerle kolayca uyum sağlamayı bilirler. Kimi bunu nasıl başardığının farkında bile değildir, doğallıkla yapar bunu. Kimi ise işi şansa bırakmaz, karşısındaki kişiyle bilinçli şekilde uyum sağlar, adım adım, öğrenen herkesin yapabileceği gibi.

Aynı ortamı paylaştıkça, önce küçük davranış parçalarıyla uyum sağlanır, sonra düşünce yapısıyla, ve son olarak da hayatı algılayış şekliyle. Her adım bir öncekinin üzerine oturur, her adımda daha derin bir uyum sağlanır. Böylece, iki kişi arasında temiz bir iletişim hattı açılmış olur; savunma kalkanlarının indiği, art niyetlerin ve yanlış anlamaların gölgesinden arınmış bir etkileşim ortamı sağlanmış olur. Bu noktadan sonra, ‘ben’ ve ‘sen’ yerini ‘biz’e bırakır. İki tarafın da kazançlı olduğu alışverişler vardır.

İnsanlarla uyum sağlama becerisini geliştirmek isteyen birinin takip edebileceği üç temel yaklaşım vardır.

Birincisi, en doğal haliyle insanlara iyi niyetle, ön yargısız olarak, onların varoluş şekillerini sorgulamadan kabul ederek yaklaşmaktır. Samimi bir yaklaşımdır, ama ne yaptığınızı tam olarak bilmediğinizden her zaman işe yarayacağını garanti edemezsiniz. Çoğu zaman karşınızdaki kişiyi doğru şekilde kavradığınızdan emin olamazsınız.

İkincisi, analitik yaklaşımdır; karşıdaki kişinin davranışlarını ve düşünme şekillerini taklit etme konusunda uzmanlaşmaya dayanır ve çok sayıda basit egzersize odaklanmayı gerektirir. Bu yönü ile daha garantili olmasına karşın, zahmetlidir ve kararlılık ister. Tam bir ustalıkla uygulanmadığı sürece doğal bir görünümden yoksundur.

Üçüncü yaklaşım, ilk iki yaklaşımın bir tür bileşimi gibidir. Uyum için gereken analitik adımları bilinçli olarak öğrendikten sonra, karşınızdaki kişiyle harika bir uyum sağlamaya niyet ederek, sezgisel olarak gerekenleri yapmaya başlarsınız. Gerekli adımları bilirsiniz, ama herhangi bir teknik uygulamaya çabalamazsınız. Böylece dikkatinizi asıl olması gereken yerde, karşınızdaki kişinin üzerinde tutabilirsiniz.

Uyum, sosyal etkileşimlerinde etkili olmak isteyen herkesin geliştirmesi gereken bir beceri. Tüm iletişim tekniklerinden önce gelir, sosyal anlamda hitabet yeteneğinden daha önemli bir araçtır ve ister özel hayatta, ister iş dünyasında, başarı ve mutluluğa giden yoldaki en güçlü yardımcımızdır. Bu beceriyi geliştirme yolunda hangi yaklaşımı seçerseniz seçin, etkili olacağına tam olarak inanmakla başlamalısınız; çünkü aslında her birimiz başkalarıyla uyum sağlamamızı mümkün kılacak özelliklere sahip olarak dünyaya geldik. Sadece bu özelliklerimizi kullanmayı öğrenmemiz gerek.