Kimi zaman bir konu hakkında çok konuşan ya da konuyu çok derin anlamlarıyla ele alan arkadaşımıza “tamam tamam, felsefe yapma” deriz.. Geriye dönüp, hayatımızdaki bu an’ları tam bir farkındalıkla düşündüğümüzde, aslında böyle anlarda çoğu zaman, can sıkıntısından ya da konuyu daha fazla konuşmak istemediğimiz için böyle söylemlerde bulunduğumuzu farkedebiliriz.
Bu söylem felsefeyi değil ama o anki ruh halimizi tanımlar. Peki öyleyse “felsefe”nin en doğru tanımı nedir?

Felsefe denince akla hep sıkıcı, sıkıntılı, derin ve ağır anlamlar, konuşmalar gelir… Bu yüzden birçok kişi merak etmesine rağmen, felsefe ile ilgili öğrenilenler “yüzeysel” bilgilerden öteye gidemez. Evet, felsefenin yüzeysel olmadığı doğrudur belki, ama kasvetli, sıkıcı ya da ağır olması gerekmez.. Çünkü insana bahşedilmiş olan mantığın, düşünme gücünün, algının, mukayese yeteneğinin ve en önemlisi ifade şeklinin mükemmel uyumudur felsefe…

Felsefe, Yunanca’da “bilgelik sevgisi” anlamına gelir.

Ancak tarih boyunca bilgeliğin ne olduğunun tartışıldığı göz önüne alınırsa, bu tanım bizi pek uzağa götürmemektedir.

Felsefe, evreni bir bütün olarak kavramak için yapılan bir denemedir. Felsefe, mantıksal insan düşüncesinin günümüze dek gelişiminin öyküsüdür. Sadece kuramların alt alta dizilip onların açılımının yapıldığı kronolojik bir anlatım değildir. Bu kuramların üretildiği zaman ya da dönem ve o dönemin şartları, o dönemdeki politik, ahlaki, toplumsal ve dinsel etmenler hatta bilim de felsefeye dahil olarak bakılır. Ayrıca o kuramı ortaya süren düşünürün yaşamı, anlayışı hatta kişilik yapısı da felsefeye dahildir.

Tabii ki bütün bu etmenleri “son detayına kadar” bilmek için felsefe alanında eğitim almış olmamız ya da kaydadeğer bir zamanı bu konuyu öğrenerek geçirmiş olmak gerekir..Ama dedik ya, amacımız didaktik olmaktan çok bilgilendirici olmak..

Felsefe tanımını “mantıksal insan düşüncesinin gelişimi ve dizgesi” olarak alırsak, felsefe konusunda dünyayı incelediğimizde, bu tanıma uygun olarak en kaydadeğer faaliyetlerin Yunanlılarda süregeldiğini görürüz. Mitolojik kökenli tarihlerini felsefe ile perçinleyen Yunanlılar felsefe tarihinde haklı yerlerini almayı hak etmişlerdir. Biraz da bu nedenle, felsefe tarihçileri kitaplarında Yunan Felsefesi ile başlayan “batı ülkelerini kapsayan” felsefeyi ve bu felsefenin gelişimini anlatırlar.

Peki doğudaki milletler bütün bu süreçte ne yapmıştır?

Evrensel felsefe tarihi tüm insanların felsefelerini içermelidir ancak bütün insanların bir düşünce dizgesi oluşturduklarını söylemek olanaklı değildir. Bazı toplumlar mitolojik dönemin üzerine çıkamamışlardır. Bu toplumlarda “ender olarak” bu sistemli dizgeye rastlarız ve dolayısı ile felsefe tarihine geniş bir katkıları yoktur.

Örneğin Hinliler ve Çinlilerin kuramları daha çok mitolojik ve törebilimsel öğretilerden oluşur. Bariz bir düşünce dizgesi yoktur ve bu toplumlarda ifadeler daha çok şiirselliğe ve din inancına paraleldir.

Son olarak Felsefe ile ilgili Bernard Russell’ ın bir tanımını alalım:

” Felsefe, bilimle teoloji arasında kalan ve her iki taraftan saldırıya uğrayan bir ‘hiçkimsenin ülkesi’ dir. “