Sonsuz:
“Saklı Tarihin İzinde…” turumuzun ilk etabını tamamladık ve birlikte çıktığımız bu tur hakkında Burak Eldem ve Cem Şen’le bir değerlendirme yapalım istedik. Öncelikle sevgili Burak Eldem’in Mısır ve turumuz hakkıdaki görüşlerini kısaca almak istiyorum.
Burak Eldem:
Tarihi beş bin yıldan eskiye dayanan hangi uygarlığın izini sürmek isteseniz, bu amaçla düzenleyeceğiniz gezinin her aşamasında büyüleyici, etkileyici, göz kamaştırıcı ayrıntılarla karşılaşır ve belleğinizde derin izlerle geriye dönersiniz. Eğer bu uygarlık Mısır gibi, eski olmanın yanı sıra, kültür, düşünce ve felsefe anlamında da uzun soluklu olmayı başarabilmiş, aynı zamanda da kendinden sonra gelen uygarlıkları büyük oranda etkilemiş bir kadim geleneğe sahipse, nasıl ve ne boyutta bir gezi düzenlerseniz düzenleyin, bilinciniz üzerindeki yoğun etkilerini hissederek dönersiniz geriye. Bu çok standart, klasik, rasgele paketlenmiş şu bildik “turist ürünü” turlardan biri olsa bile.
“Saklı Tarihin İzinde” gezi projesinin ilk etabını oluşturan Mısır gezisiyse, bütünüyle özel bir “yol haritasını” içeriyordu ve herhangi bir hazır “paket” içinde yer alamayacak, Mısır tarihinin ve kültürünün kilometre taşlarını oluşturan belirleyici önemdeki mekanları tek tek özenle seçerek, aylar öncesinden belirlemiştik. Bunun ardında yatan temel düşünce gayet açıktı tabii: Tercihleri daha farklı, beklentileri daha derin, kadim tarihe olan ilgisi de belirgin biçimde daha yoğun olan spesifik bir grupla birlikte, belli bir “konsept gezisi”nin ilk etabını adımlayacaktık; bu nedenle çıtayı mümkün olduğunca yukarıda tuttuk.
Mısır’a böyle bir proje uzantısında, titizlikle seçilmiş yoğun bir gezi planı ve bunun arka planındaki net bir konsept ile gidince, doğal olarak çok daha etkileyici ve kesintisiz bir tarih ve kültür yolculuğu çıkıyor ortaya. Kahire’ye ayak bastığımız ilk dakikalardan itibaren, bütün grupla birlikte aynı frekansı yakalamayı kolaylıkla başarmamızın ardında, böylesi bir “beklenti birliği” vardı bu nedenle. İlk durağımız olan Giza Platosu ve piramitlerden, yolculuğumuzun son aşamasını oluşturan Dendera’daki Hathor Tapınağı’na kadar, bu büyük kadim uygarlığın kilometre taşlarını aynı düşünce yoğunluğuyla adımladık. Mısır, zaten taşıyla toprağıyla ve o muhteşem Nil’iyle, ayağınızı ilk bastığınız andan itibaren sizi yavaş yavaş kucaklamaya başlayan, etkisinden kolay sıyrılınamayacak bir ülke. Bir de böylesi zengin ve köklü bir tarih-kültür sahnesinin üzerinde, oldukça özel ve bilinçli bir grupla gezme olanağı olunca, bizlerin de işi kolaylaştı ve çok keyifli bir hale geldi, hep birlikte tanık olduğumuz gibi. Her saatini, hatta her anını Mısır’ın o hepimizi kuşatan dokusuna uygun bir biçimde yoğun olarak ve gerçekten katılımın yüksek olduğu paylaşımlarla doldurduğumuz, unutulmaz bir on gün yaşattığımızı düşünüyorum Saklı Tarih yolcularına.
Sonsuz:
Peki biraz da Cem Şen’i dinleyelim. Cem, konsept olarak aslında Mısır’la pek uyuşan bir yapıda değildir, o Uzakdoğu’nun adamıdır malum. Ama çekeleye çekeleye getirdik tura ve bakalım o neler hissetmiş?
Cem Şen:
Hasan aslında bir yere kadar dediğin doğru ama tümüyle değil. Ben ağırlıklı olarak Uzakdoğu öğretileriyle ilgilensem de uzun bir süre Şamanizm ve benzeri öğretilerle de ilgilendim ve bugün yaklaşık 30 yılı geçen bir çabanın sonucunda aslında tüm öğretilerin temeli ve değişmez unsuru diyebileceğim şeylere yönlendirdim dikkatimi. Bu tabii ki kolay bir alan değil. Hemen her öğretinin özünü görmek bir anda evrensel bir gerçekliği, tekliği anlatıyor bize ve aslında varolan her şeyin de o temel gerçekliğin farklı yüzleri olduğunu. Nitekim Mısır gezisi de bu anlamda, dışsal ya da egzoterik olarak bana uzak olsa da ezoterik olarak hiç uzak değildi. Sanırım Burak ile benim çok keyif aldığım sohbetlerimizde de beni dinleyenler bunun izlerini yakalamış olmalılar.
Benim için bu gezi pek çok ilginçliği bir arada barındırdı. İlk olarak şaşkınlıklarım vardı. Bu kadar büyük bir kültürün bu kadar basit bir şekilde yokoluvermesi, geriye o muhteşem bilgilerden tek bir iz kalmaması çok acıydı. Acıydı ama ilham vericiydi de. Tüm gezimiz boyunca, dışşal Mısır mimarisinin o muhteşimliğinin içini Mısır kültürü ile hatta gerçek spiritüalizm ile ilgisi olmayan bir takım çabalarla doldurmaya çalışan insanları gördük. Bu elbette acı bir durumda ama insanların bu kültürden etkilendiklerini gösteriyor. Hepimiz gibi. Bizim turumuzu bu anlamda gördüğümüz diğer turlardan ayıran en önemli etken de sanırım buradaydı. Elimizden geldiğince eski kültüre saygılı davrandık ve elimizden geldiğince, orada tefekküre dalarak, dinlemeye çalışarak o kültürü, o dönemin muhteşemliğini anlamaya çalıştık. Kaldı ki Dandera tapınağı ki bence gözlemevi ve inisiyasyon merkezi, benim için bu arayışın zirvesi oldu. Çünkü Dandera, bir şekilde evrimdeki kayıp halka gibi adeta geçmiş ile bugün arasındaki kayıp halka olarak duruyordu.
Sanırım oradan etkilenen bir tek ben olmamalıyım. Bu anlamda Mısır gezisi beni gizli tarihin ilk adımı olan ölü bir kültürle yüzleşme deneyiminden geçirdi. Bir sonraki adım ise kısmen ölmüş bir kültürle buluşmak olacak diye umuyorum. Bu anlamda çok heyecan verici. Elbette grubumuzun uyumunu kesinlikle göz ardı etmememiz gerekir. Bir şekilde yaşamak zorunda kaldığımız ve başka grupları dağıtabilecek bir takım talihsizlikler adeta bir tür hac yolculuğu gibi bizleri daha da bir araya getirdi. Sonuçta ben ağzımda kalan tada baktığımda, güzeldi diyebilirim.
Sonsuz:
Sevgili Burak, Mısır’la ilgili onca okudun ve hatta kitabının büyük bölümünü Mısır uygarlığına ayırdı. Önceden görüp, kitabı öyle yazmış olsan, birşeyler değişmiş olur muydu görüşlerinde. Bu gezi görüşlerini destekledi mi, yoksa bu yönden hiç bakmamışım mı dedirtti. Mısır’ı görmüş olsan “2012: Marduk’la Randevu” farklı olur muydu?
Burak Eldem:
Hayır, farklı olmazdı. Yaklaşık on yedi yıldır Mısır’ı her yönü ve boyutuyla inceliyor ve izliyorum; bunun son dokuz yılı, özellikle yoğun bir biçimde ejiptolojiye eğildiğim bir zaman dilimini kapsıyor ki, buna iki bin yılı aşkın bir süredir ölü halde bulunan o kadim dili öğrenmek de dahil. Mısır’a ayak bastığım andan itibaren, gözlerim kapalı biçimde her kıyıyı köşeyi ve taşı sanki hep orada yaşamışım gibi bilebilmem, bütün mekanlara aşina olabilmem, bu uzun soluklu araştırmanın doğal sonuçları. Bu anlamda Mısır’da, kitaplarımda ya da makalelerimde söz ettiğimden farklı, çok şeyi değiştirecek bir veri ya da göstergeyle karşılaşmadım. Ama işin kuramsal yanının dışında, bir de bireysel, kişiye özgü yanı var ki, o konuda söyleyebileceğim çok şey var elbette. Bunları sözcüklere dökmek kolay değil. Ama çok kısa olarak toparlamaya çalışırsam, “Her bireyin kendi içsel yolculuğu” diye adlandırabileceğimiz o sürecin oylumlarını benim için bambaşka ışıklarla aydınlatıp anlamlandıracak, ayrıntılarını (şimdilik) kendime saklamayı yeğlediğim çok kritik bilinç ve bilinçaltı dokunuşlarıyla karşılaştım Mısır’da. Bunu ille de bir ana başlık altında toplamam gerekirse, tarih-arkeoloji-arkeoastronomi-mitoloji düzlemlerinde gerçekleşen inceleme ve araştırma sürecime, Mısır’a ilk ayak bastığım andan itibaren, daha önce hiç hesaba katmadığım bir başka dikey boyut eklendi diyebilirim: Spritüel boyut. Bu ne araştırmalarımla ilgili bir şey, ne kuramlarla ne de bilgilenmeyle. Kitaplarımı ya da makalelerimi, paper’larımı değiştirmiyor. Değiştirdiği şey, benimle ilgili: Kendi bireysel yolculuğumda, herkesin kendi kendine yürümek durumunda olduğu bir patikada, bambaşka ve bana gerçekten heyecan veren bir boyutla tanıştım diyebilirim. Çok bireysel ama çok da önemli bir katkı oldu bu kendi adıma. Diğer yandan, Cem’in az önce değindiği önemli bir noktanın üzerinde bir cümleyle durmak isterim: Dendera’nın öneminden söz etti. Gerçekten de Dendera’daki Hathor Tapınağı, belki de kadim astronomik, ezoterik bilginin ve binyıllarca dikkatle gözetilmiş özel birikimin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını görenler tarafından, yine inançların en kadimi olan Ana Tanrıça himayesinde son bir çabayla koruma altına alınma çabasına ev sahipliği yapmıştı. Kubbedeki ünlü Zodyak’ın, dehlizlerdeki o benzersiz rölyef ve yazıtların ardındaki kaygı buydu. Az önce Saklı Tarih gezisinin çok titizlikle seçilmiş bir güzergâh izlediğinden söz ettik. İşte bu güzergâhın ilk durağı, Giza Platosu gibi kadim bilginin doruk noktalarından biriyken, son durağı da geç dönemdeki bir başka doruğu olan Dendera’ydı bu nedenle. Programı buna uygun olarak belirlemiştik.
Yine az önceki soruna döneyim: O farklı boyutu, yani bireysel yolculuğumu etkileyen katkıyı nerede ve nasıl hissettiğimi sorabilirsin ilk kez belki. Yanıtım, daha uçağımız Nil Deltası üzerinde alçalmaya başlarken, olacaktır. Ama tıpkı gezi programımızda olduğu gibi, iki çok çarpıcı zirve vardı benim için, spritüel anlamda: Biri Khufu Piramidi’ndeki “Kral Odası”, diğeri de son durağımız olan Dendera’daki Hathor Tapınağı’nın dehlizleri ve “Holy of the Holies”i.
Sonsuz:
Az önce Burak, yolculuğun spiritüel boyutundan bahsetti ki sadece onun için değil, turdaki birçok arkadaşımız için de bu, spiritüel bir serüven, bir inisiyasyondu sanki. Senin bu tarz turları daha önce yaptığını bildiğimiz için, spiritüel boyutuyla Mısır yolculuğuna dair gözlemlerini anlatabilir misin? Neler vardı, neler yoktu? Başka hangi turlarla bu yolculuk daha da zenginleşebilir sence? Çünkü “yolculuk” insanın kendini arayışının da hikayesidir aslında.
Cem Şen:
Evet doğru. Mısır turu bu anlamda, ölü bir kültüre yaptığımız yolculuktu. Dolayısıyla yaşayan bir bilgi ile karşılaşmadık. Öte taraftan baktığımızda, özellikle gruptaki bazı arkadaşların bu geziden derin bir şekilde etkilendiklerini gözlemledim. Benim durumunda, karşımda ölü bir kültür yoktu. Dünyanın pek çok yerinde yaşayan ustaların öğretileri ile bu kültürde bir zamanlar hakim olan kültürün bir şekilde birbirine çok benzediğini hissettim. Evet kültür yok olmuştu gerçi ama geriye tuhaf bir titreşim kalmıştı. Bunu anlatmak biraz zor. Bir tür yankı gibi bir şeydi. Hafif bir hava akımı ya da çok uzaklardan gelen ses gibi bir şeydi. Fakat bu kadarı bile sanırım pek çok insanı etkiledi. Bu anlamda ben bu geziye aslında daha büyük bir yolculuğun ilk adımı gibi görme eğilimindeyim. Eğer sezgilerim beni yanıltmıyorsa, Mısır ilk adımımızdı, pek çok insan için arınma yolculuğunun başlangıcı. Bu yolculukların sonuna vardığımızda, bu gezileri takip eden insanların Mısır turuna çıkmadan önceki insanlarla aynı insanlar olmayacağına inanıyorum. Bu yolculuk ilk olarak hepimizin kafasındaki bir takım önyargıların adım adım su yüzeyine çıkmasını sağladı. Bunu gezinin başından itibaren hissettim. Bu çoğu içsel yolculukta karşılaştığımız bir durumdur. Kendini bırakamayanlar zorlukla karşılaşır kendini bırakan ise akışla buluşur. Bu gezinin başlangıcı bu anlamda hepimiz için küçük iç hesaplaşmalarıyla geçti. Bunlar bir tür arınmanın da simgesiyde ve herkes ikinci gün itibariyle kendini daha önceden edindiği kültürel baskılardan büyük oranda arındırmış ve dinlemeye, anlamaya hazır halde buldu. Bunun en önemli örneğini de o kadar yorgunluğun üzerine gecenin bir saatinde Burak ile birlikte yaptığımız söyleşiyi büyük bir hevesle saatlerce dinleyen insanlar aracılığıyla gördük.
Ruhsal bir olayın o ruhsal gerçeğin yaşandığı ruhsal mekanda anlatılması, bu kültür ölü bir kültür bile olsa o kadar etkileyici oluyor ki, bunu sanırım hepimiz yaşadık. İnsanların gözlerine baktığımda, gezinin sonuna doğru herkesin gözünde farklı bir ışık vardı. Bu da bana gerçekten Gizli Tarih yolculuğumuzda çok doğru bir izi takip ettiğimizi anlatmaya yetti.
Bu gezide, işin daha teorik ve söylemsel boyutunda durduk, tasarladığımız Gizli Tarih gezilerimizin rotalarını yapmayı sürdürürken gittikçe işin pratik boyutuna dokunmaya başlayacağımıza dair güçlü bir inanç duymaya başladım.
Bana göre bu ilk yolculukla içsel anlamda ilk durağı geçtik şimdi sıra diğer duraklarda. Her durakla birlikte hepimizin daha da değişeceğine kendimizle ve tüm evreni kucaklaşan gerçeklikle daha da yüzyüze kalacağımıza inanıyorum.
Burak Eldem:
Cem’e tümüyle katılıyorum. Herhangi bir tarihi-kültürel gezi olmadığını, Saklı Tarih projesinin farklı etaplardan oluşan uzun soluklu ve bütünlüklü bir konsepte yaslandığını baştan beri vurguluyoruz zaten. Mısır, çok gerekli ve çok doğru bir başlangıç olacağı; insanları Saklı Tarih’in köşe taşlarına bir girdap gibi çekme potansiyeline sahip olduğu için ilk etap olarak belirlendi. Kadim Ana Tanrıça Bat’tan başladık, Hathor’u, İsis’i, Sekhmet’i ve bunlar çevresinde oluşan ezoterik, üzeri kodlanmış mitolojiyi inceledik; teolojileri göksel ve evrensel bilgiyle buluşturan kavşakları hep birlikte inceleyip irdeledik. Her aşamada da, tarihin niçin “saklı” yönlerinin olduğunu, aslında “saklı gözükenin her isteyenin ulaşabileceği” yerde beklediğini anlattık, bu arada Mısır’ı da Hanedanlar Öncesi dönemden, geç Ptolemaik ve Roma dönemine kadar bir panorama halinde izledik. Şimdi, çok önemli bir büyük paralel adım var sırada: Okyanusun diğer yakasına geçecek ve Orta Amerika’nın gizemli uygarlıklarını aynı perspektif içinde inceleyeceğiz. Meksika ağırlıklı bu etabımızda, Olmec-Maya-Aztec kültür birikimiyle ve onların terminolojileriyle, inanç ve düşünce sistemleriyle buluşacağız. Maya Takvimi ve onu oluşturan o görkemli coğrafyada, 2012’nin anlamını da birlikte gözlemleyecek; Quetzalcoatl – Kukulcan imgeleriyle kucak kucağa büyük bir astronomi okulunun tedrisatından geçeceğiz deyiş yerindeyse. Çok heyecanlı ve keyifli bir etap olacağını söylemeye gerek yok. Tabii Hasan, sanırım şunu da eklememiz gerekecek: Bu geziler ağır bir akademik “tarih- mitoloji dersi” ya da seminerler dizisi gibi de algılanmasın yalnızca. Saklı Tarih’te kendimizi de keşfediyor ve hep birlikte eğlenceli, unutulmaz günler de geçiriyoruz.
Sonsuz:
Ben de sizlerle birlikte Mısır’ı gezmekten müthiş mutlu oldum ve bu değerli yorumlarınız için çok teşekkürler, derKi okurlarını da bilgilendirmiş olduk böylece. Darısı Meksika turunun başına…