“Ruhum ölümsüz hayatı isteme, var olanını tüket!”

Ona göre evren saçma, uyumsuz, us dışı ve bilinemezdir. İnsan ne yaparsa yapsın, anlamsız bir dünyada umarsız, başarısız, terkedilmiş, tek başına, zavallı bir “yabancı”dan başka bir şey değildir.

Bu yabancılık içinde her şey temelsiz, sağlamlıktan yoksun ve rast geledir.
Bilim yoluyla olguları kavrayıp onları sayabilirsiniz ama evreni kavrayamazsınız. Her çeşitten gerçekliğin bilgisi olanaksızdır. Olgular, duyulur dünya ve nesneler açıklanası şeyler değildir. Artık us da güvenilirliğini yitirmiştir; çünkü kolayca isteklere boyun eğmekte, her türlü politikayı savunabilmektedir! O da yolun sonuna gelmiş, saçmaya toslamış ve evreni kuşatan hiçliğin, anlamsızlığın karşısında güçsüz ve umarsız kalmıştır. İşte ağaç, sertliğini duyuyorsunuz. İşte su, tadını alıyorsunuz. İşte yel, sizi serinletiyor. Bu kadarla yetinmek zorundasınız.

Her şey Sisife söylencesinde anlatıldığı gibidir! Tanrılar Sisife’yi (insanı) bir kara kayayı (karanlığı aydınlatacak olan usu) durup dinlenmeden, sonsuza kadar gösterdikleri tepeye çıkarmağa, tam yerine koyacağı sırada, ayağı kayıp düşmeğe mahkum etmişlerdir. Boş yere ve ümitsiz bir işten daha korkunç bir ceza olamazdı!

Acaba yaşam yaşanmağa değer miydi?

Tutulacak iki yol vardı : Ya kendini öldürmek ya da “öteyi” umut etmek. Oysa bu iki yol da saçmadır. Bir kere her ne biçimde olursa olsun ölüm, metafizik bir rezalettir! Onu seçen, deney ötesini gerçekleştirememekle, deneyin derinliklerine inememekle her yönden gelen başarısızlık ve anlamsızlıkla rezil olmuş bir insanın son rezaletini gerçekleştirir. Öbür yandan, asla bilenemeyecek olanın umuduyla, bilinenin kendisini yadsımak da us dışıdır.

Camus (Kamu), tam da burada sözü “uyumsuz”a getirir. Ona göre, uyumsuzu tanımak gerekir. İnsan kendi içinde uyumludur. Dünya kendi bütünlüğünde uyumludur. Ancak insan yaşamına yayılan uyumsuzluk, insanın dünya ile karşılaşmasından doğar. İnsan açıklık ister; oysa insan dış dünya karşısında hiçbir açıklığa sahip değildir. İnsan kendine açıktır ama karşısındaki kapalı ya da bulanıktır. Her şeyi bilmek, hem de kuşkulanılmayacak biçimde açık bilmek isteriz. Karşımızdaki buna izin vermez. Us da bu durumda güçsüzdür. Açıklık isteğimize yanıt vermez. Dünyanın uyumsuzluğu öteyi umut etmekle ya da kendini öldürmekle giderilemeyeceğine göre ne yapılabilir? Önce bu baş döndürücü çizgide durmayı bilmek gerek. Dürüstlük bu bıçak sırtında durmayı göze almaktır! O zaman yapılması gereken ilk şey, bu dellenme sınırında yaşamımızı sürdürmektir. “Yapabileceğimiz tek şey var : Yaşamak!” der Camus. “Dünya olanca uyumsuzluğu ile bize direniyor, öyleyse biz de ona direnelim. Bunun için de önce sağı solu olmayan bıçak sırtında yaşayarak bu bize direnen dünyaya direnelim.” der.

Bu saçmalığa direnmeliydi insan; çünkü Sisife, bilinçliyken alınyazısından daha büyüktü! Onun büyüklüğü, ümitsizliği hakkındaki bilgiden geliyordu. Aslında Sisife’nin kahramanlığı da saçmadır ama insanın payına bu düşüyor görünmektedir : Direnmek ve baş kaldırmak! Burada direnmek, dünyanın saçmalığına, tutarsızlığına direnmektir. Buna Camus, kısaca “başkaldırmak” der.

İnsanın bu şahlanışı, ne bir yazgının güvenliğini ne bir boyun eğişi ne de öteye ilişkin bir umudu içermektedir. Bu şahlanış uyumsuz, anlamsız bir özgürlüğe doğru şahlanıştır! Hiçbir amaç insanı kösteklemeyecek, tutsak edemeyecektir! Artık insanın yarını yoktur. Öğretisi, inancı, ideali beklentisi yoktur! O bütün bu umarsızlıkların ve saçmalıkların kendisini kuşatmasına inat, yaşama ve varlığa meydan okuyacak ve bir başkaldırıyı dile getirecektir. Böylece artık insanın anlamı, özgürlüğüne koşan uyumsuzluktur!

Bu uyumsuz insanın ilk özelliği baş kaldırma, ikinci özelliği ise ilgisizliktir! Bu ilgisizlik nedeniyle, bundan böyle değer, seçme, yeğleme yoktur kişi için. Bu tam özgürlüktür!

Hiç kuşkusuz, bu tam özgürlük, aynı zamanda değersizliği de beraberinde getirmektedir. Buna karşılık, Camus insanın suçsuzluğu ilkesinden yola çıktığını söyler. Ona göre sorumluluk olabilir ama suçluluk yoktur. Bütün ahlâkî değerler ve erdemler bize dışarıdan verilmiştir. Bir erdem olacaksa, dıştan zorlamaya dayanmamalı, içten zorunluluğa dayanmalıdır. Aslında her türlü değer, bizden kendisine bağlanmamızı talep eder. Bu bir bağımlılıktır ve özgür insanla uyuşmaz!

İyilik yerini cömertliğe; birlik, cesarete; şefkatse erkekçe susmaya bırakmıştır. Gerilmiş yüzler, tehlikeye düşmüş kardeşlik, insanlar arasındaki güçlü ve utangaç dostluk, geçici oldukları oranda gerçek zenginliklerdir! Tinsel varlık, gücünü ve sınırlarını en iyi bunlar ortasında duyar.

Ona göre, aslında uyumsuz insanın doğrulanabilecek hiçbir şeyi yoktur. Bu tam bir dramdır. Ne ki, Camus bu yaşamın gerçekliğine, herkesin bu dramı yaşayarak erişilebileceğine inanmaktadır.

Bunun tastamam zihinsel bir veba olduğunun o da farkındadır. Bu yüzden, “Çağımız nihilizmden (hiççilikten) çok çektiyse, aradığımız töreye hiççiliği ve saçmacılığı bir yana bırakarak varamayız. Hayır, her şey yadsıma ve uyumsuzda bitmiyor, biliyoruz bunu ama önce yadsımayı ve uyumsuzu ele almalı; çünkü bizim kuşağımız ilkin onlara rastladı. Şu halde ilkin onlarla kozunu paylaşmak zorundadır. ” der.

Camus’ya göre, başka bir toplum ya da kültür, sıralı sekili, töreli düzenli olabilir. Gelecek kuşağın bile bir değerler sistemine sahip ve bağlı olma olasılığı vardır. Sonuçta onun da saçmayı aşacak gücü yoktur ama insanlar yine de Camus’nun “saçmacılık” dediği zihinsel vebaya yakalanmadan, böylesine bir zihinsel perişanlığa düşmeden yaşayabileceklerdir. Nietzhe’nin dediği “insan üstüler”, efendiler aracılığı ile kurulu bir düzende yaşayıp hiçliğe kafalarını takmayabileceklerdir. Veba mikrobu sonuna kadar yok edilemez ama yaşanabilir günler bulmak olasıdır. Bunu, bu gün baş kaldıran insanın sağlayacağını söyler.

Nasıl mı ? Kendini tüketmek pahasına da olsa, uyumsuzu tüketmeye çalışarak!

Mustafa Öz