– Biraz önce sen demedin mi, hikâyenin sonunu bilmiyorum diye? İşte cevap burada saklı. Başımıza her şey gelebilir. Bunlar her zaman kötü olmak zorunda da değil. Nereden biliyorsun şu kapıdan dışarı çıkınca bir bilet alip trilyoner olmayacağını, ya da hikâyede, ya da hayatta, yazarın sana bir lütufta bulunup senin ruh halini tamamen mutlu ve iyimser yapmayacağını? Kim bilir, belki de şu andan sonra yazar senin sıkıcı diye tanımladığın hikâyeni heyecanlı yapacak, senin zevk almanı sağlayacak ve belki de mutlu sonla bitirecek. Hayat ya da hikâye, ne fark eder? Sonunu kim biliyor ki?
Adam ve kadın yaklaşık yarım saat sonra cafeden ayrılırken gülüyorlardi. İkisi de mutluydu. Adam kapıda bir bilet almadi ve asla trilyoner olamadı. Ama bu, onun hayatının geri kalanını mutlu ve huzurlu geçirmesine engel değildi. O gün, böyle bir kadınla beraber olduğu için kendini çok ama çok mutlu hissetti. Yaklaşık bir yıl sonra onunla evleneceğini, iki çocukları olacağını bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı, o da artık kusursuzu aramaktan vazgeçtiğiydi. Kendisinin bir hikâyenin içinde olmasına artık aldırış etmiyordu. Kadın haklıydı; gerçek bir hayatın içinde olsalar sanki her şey çok mu farklı olurdu? Insan bir hayatın içinde olup yaşadıklarının bir hikâye olmasını düşünsün, ya da bir karakter hikâyenin içinde olup onun gerçek hayat olduğuna inansın, arada hiçbir fark yoktu.
Hayat mı hikâye, hikâye mi hayat? Bu sorunun cevabını kim verebilirdi ki? Adamın hikâyesini okuyanlarin kaçı bir hikâyenin içinde olmadıklarını iddia edebilirdi?
…………..
Beyazit H. AKMAN
ADAM, KADIN VE HİKAYE
Toltec’lerin Rüya Görme Sanatı dedikleri bir şey var, bilir misiniz?…
Önceleri bunun rüya sırasında bilinçli olma (lucid dreaming) teknikleriyle falan ilgili olduğunu zannetmiştim… Rüyaları kullanarak bir tür bilinçaltı çalışması veya astral çalışma falan yapmakla ilgili sanmıştım… E tabi haliyle ilgimi de pek çekmemişti 🙂 Çalışmak lazım öyle tekniklere falan… Disiplin lazım… Gelemem demiştim.
Castenada okumuşlarınız bilir, Don Juan da bir Toltec’ti… Tüm kitaplarını okumadım aslında; çok fazla büyücü-cadı muhabbetine bağladığı bir yerlerde bıraktım 🙂 İki grup öğrencisi vardı Don Juan’ın: İz Sürücüler ve Rüya Görücüler. İz Sürücüler için “erk avcıları” da denebilir… Rüya Görücüler ise işte Lucid Dreaming falan takılıyolardı… 🙂 Bir de Genaro Usta vardı, ayrı bi ekol! Don Juan’la Genaro’nun “bile bile saçmalama sanatı” icra edişleri dillere destan bir anlatımdır!…
Buralardan iki kavram ekilmiş oldu benim zihnime… rüya görme sanatı ve bile bile saçmalama sanatı… Böyle çalışır benim kafam ve evrim mekanizmam, tanıdım artık… Bir kavram ekilir bir yerlerde bir filmle, kitapla, vs kafama. Sonra âlâkasız bir yerde, başka bir zamanda karşılaştığım olayda o kavram beliriverir aklımda… Ta-da! Bir açılıma gider o kavram, bir görüş kazandırır…
Sonra sonra ortaya çıkmaya başladı bu Toltec sanatlarının hikmeti de hayatımda… Mesela Cem Şen’in “Dolmuşa Binme ve Dolmuştan İnme Sanatı” gibi bir kitabı var, bir türlü okuyamadım… Özellikle adı dikkatimi çekmiş, kitabın arkasını okumuştum: “Bir filozofun eserinin düşünceleri, bir ressamın eserinin tabloları olması gibi bir bilgenin eseri de hayatıdır…”
Sonra yine başka bir kitapta önsöz; Don Miguel Ruiz’in Ustaca Sevmek adlı kitabında: “Toltec, sanatların en büyüğünün, düş görmenin ustasıdır…”
Sonunda dank etti kafama: Rüya Görme Sanatı = Bile Bile Saçmalama Sanatı = İlüzyonu İlüzyon Olduğunu Bilerek Yaşama Sanatı
Evet, dedim kendi kendime. Görevimiz bu, dünyada bulunma maksadımız bu… Bir an sonra tüm perdeler kalksa, tüm sanal yapılar çökse, sadece “gerçek” kalsa ne olur? Bir şey olmaz… Durur… Oyun biter…
Peki işimize gelir mi? Bence gelmez….
Neo Matrix’i gördü, çözdü… İyi eyvallah… “Aaaa… Bak kodumun yalancılarına!… Alayı sahteymiş bu diyarların… Yalan dünya! Herşey bomboş, hancı sarhoş yolcu sarhoş…” diyip evine, kabuğuna, gerçeğe mi çekildi? Yoksa gerçeği kaldıramayıp “Beni köyümün yağmurlarında yıkayın lütfen… Unutayım gerçeği, şöyle kralından bi artiz olayım, takılayım, hayatımı yaşayayım” mı dedi?… Neden geri döndü “aşşağıya”? Bence basit: eğlenceli olduğu için! 🙂
İnsanın gücüne giden; yalan bir dünyayı, sahte bir gerçekliği, saçmalığı yaşamak “zorunda olmak”, yaşamak değil… Bile Bile Saçmalama Sanatı, saçmanın keyfini çıkarma sanatı yani…
Hatta o iki grup öğrencisi vardı ya Don Juan’ın, İz Sürücüler ve Rüya Görücüler… İşte bu iki branş da aslında aynı amaca yönelikmiş: Ustaca yaşamak… İz Sürücüler’in becerisi hayat denizinin dalgalarını kollayarak, işaretleri okuyarak sörf yapmak! Deniz sadece olandır, o sadece dalgalanır. O dalgalarla insan alaşağı da olabilir, sırılsıklam da olabilir, dibe de vurabilir, üzerlerinde kayarak da ilerleyebilir… Diğer taraftan, Rüya Görücüler’in becerisi ise ilüzyonu bükmek! Uyurken de uyanıkken de rüya halindedir bilinç, Toltec’lere göre… İşte Rüya Görücü rüyasını istediği gibi görebilendir… İstediği rüyayı görebilmek değil ha – girdiği rüyanın içinde ne yapacağını seçme ve rüyayı “bükme” becerisi işte…
İnternette dolaşan bu hikaye de bana doğrudan bu kavramları çağrıştırdı… Evet, diyelim ki bir hikayedeyiz, yazarı bilinmeyen, sonu bilinmeyen… Herşey sahte, herşey yapay, herşey sanal… Biz de bunu gördük, farkettik… Eee…? Niye cayalım o zaman hayattan?… Sizin hiç rüyanızda rüyada olduğunuzu farkettiğiniz olmadı mı? Ne yaptınız peki farkettikten sonra? Sağa sola saldırıp tecavüz? Talan? Mars’a gitmek? Yoksa telaşla bir sokakta yürürken rüyada olduğunuzu anladınız da hiç marjinalliğe kalkışmadan en yakın pastaneye oturup keyifle keşkül mü yediniz?… 🙂
Nedir rüyada olduğunu bilmenin getirdiği rahatlık?… Zorunluluk yoktur. Öleceğimizden korkmayız, yokolmaktan korkmayız. “Bizim” rüyamızdır; kral bizizdir o ülkede…
Neden o zaman Büyük Düş’ü de bu şekilde, bu güvenle, bu keyifle yaşamayalım?