Mesnevi, klasik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla ” ikişer ikişerlik ” demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyiti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevi adı verilmiştir.
Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî’de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.
Mesnevî her ne kadar klâsik doğu’şiirinin bir şiir tarzı ise de “Mesnevî” denildiği zaman akla “Mevlâna’nın Mesnevî’si”gelir. Mevlâna Mesnevî’yi Çelebi Hüsameddin’in isteği üzerine yazmıştır.
Kâtibi Hüsameddin Çelebi’nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram’da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.
Mesnevî’nin dili Farsça’dır. Halen Mevlâna Müzesi’nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.
Mesnevî’nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün – Fâ i lün’dür
Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî’sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.
DİVAN-I KEBİR
Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr “Büyük Defter” veya “Büyük Dîvân” manasına gelir. Mevlâna’nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr’in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı’nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr’in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır.
Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.
MEKTUBAT
Mevlâna’nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır.
Mektuplarında “kulunuz, bendeniz” gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.
Fİ Hİ MA Fİ H
Fîhi Mâ Fih “Onun içindeki içindedir” manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna’nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane’ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.
MECÂLİS-İ SEB’A
(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb’a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna’nın yedi meclisi’nin, yedi vaazı’nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna’nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna’nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis’lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :
.
1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç’daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah’ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.
Bu yedi meclis’de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme “Hamd ü sena” ve “Münacaat” ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî’nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.
“Ten candan, can da tenden gizli değildir. Fakat kimseye canı görmek izni verilmemiştir.”
“Rûhen yükselmemiş, ham kalmış kişi, yetişkin, olgun kişinin halinden anlamaz. Öyle ise sözü kısa kesmek gerektir, vesselâm.”
“Fakat kendi dilinden anlayanlardan, kendi dilini konuşanlardan uzak düşen kimse, yüzlerce dil, yüzlerce nağme bilse, yine dilsiz olur, susar.”
“Şunu iyi bil ki, kâinatta var olan her şey, sevgilinin tecellîsinden ibârettir, onun yarattıklarıdır.Onun kudretini,yaratma gücünü göstermektedir. Aslında, âşık bir perdedir. Var olan, diri olan ancak sevgilidir. Âşık ise bir ölüdür. Var gibi görünen bir yoktur.”
“Bu hakîkati sezemeyen, ilâhî aşka meyli, isteği olmayan kimse, kanatsız bir kuş gibidir. Vay onun haline, yazıklar olsun ona…” (S.16)
“Fakat, gerçek aşk, ölümsüz olan aşk, Allah aşkı, rûhda olsun, gözde olsun, her an goncadan daha taze olarak durur.” (S.17)
“Yoksa sen, sûfî bir er değil misin? Veresiye veriş ile elde bulunana yokluk gelir.” (S.27)
“Ona dedim ki: “Eğer sevgili, bütün sırlarından soyunup meydana çıkarsa, ne sen kalırsın, ne de maddî varlığın kalır.”
“Arzu et, iste, ama o arzu ölçülü olsun. Bir saman çöpü bir dağı kaldıramaz.”
“Kalp altını da, hâlis altını da mihenk taşına vurmayınca ayarını anlayamazsın.”
“Bu çeşitli yüzlerin her birine dikkatle bak, onların vasıflarını, nice olduklarını aklında tut. Belki sûfîlik yolunda hizmette bulunurken yüz tanır olursun da, yüzüne baktığın kimselerin mânevî kimliklerini anlarsın.”
“Sen, uyanık kaldıkça, uyanıklık dedikodusu ile uğraştıkça, uykuda gizlenen rüyâlardan, rüyâlardaki konuşmalardan nasıl mânâ kokusu alabilirsin? Görünen âlemin sırlarından nasıl haberdar olabilirsin?”
“Dostun, dostlarla buluşması hoştur. Sen de mânâyı yakala, eteğinden tut, sûret, görünüş inatçıdır, serkeştir.” (S.40)
“Biz bütün kâinata, tek bir cevher halinde yayılmıştık, orada hepimiz de başsızdık, ayaksızdık.(47)
“O güzel ve lâtif nûr sûrete gelince, şekle bürününce, kal’a burclarının gölgeleri gibi sayılar meydana geldi.”
“Burcları mancınıklarla yıkın da, birbirinden bölünenlerin, ayrılanların arasındaki fark kalksın.”
“Ben, bu sırrı etraflıca açıklamayı, anlatmayı çok isterdim ama, zayıf akıllı birisinin ayağının kaymasından, inkâra düşmesinden korkarım.” (S.47)
“Put kırmak kolaydır, hem de pek kolay, fakat nefis putunu kırmayı kolay sanmak, bilgisizliktir, bilgisizlik.”
“Kim, şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır. Mânevî âleme gözleri kapalı olan böyle bir kişinin normal uykusu, daha az kötülük yapacağı için, uyanıklıktan hayırlıdır.”
“Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün. Onlara dâir bilgiler elde ediyor, mesafeler ölçüyor, yeni yeni yıldızlar keşf ediyorsun da, kendini keşf edemiyorsun. Meleklerin secde ettikleri Âdem’i tanımıyorsun.” (S.57)
“Gerçi görünüşte ok atan biziz, fakat gerçekte, ok atış bizden değildir. Aslında biz yayız, yayı çekip oku atan Allah’tır.”
“Nar alacak isen, gülen, çatlamış nar al ki, o gülüş, sana içindeki dânelerden haber versin.”
“Ârifin gülüşü, ne mübârek gülüştür ki, o gülüş, can kutusundaki inci gibi ağızdan gönlü gösterir.”
“Mukallidin, sahte şeyhin gülüşü, lâlenin gülüşü gibi uğursuzdur. Ağzını açınca, içinin siyâhlığı görünür.”
“Gülen nar, bağı, bahçeyi de güldürür. Âriflerin sohbeti, seni de ârifler arasına katar.”
“Şu üç şey hakkında dudağını az kımıldat: Fikrini, kanaatını, paranı, bir de mezhebini kimseye söyleme.”
“Çünkü bu üç şeyin düşmanı çoktur. Düşman bunları bilince sana pusu kurar.”
“Bir sırrı, bir iki kişiye söyledin mi, artık o sırra veda et.. İki kişiyi aşan bütün sırlar, yayılır, gider.” (S. 71)
“Halbuki gönül dili, mahremlik dili, karşılıklı içten anlaşma dili, bambaşka bir dildir. Hiçbir dile benzemez. Gönül birliği, dil birliğinden daha üstündür.” (S.78)
“Aradığımız sevgilimiz, canımız, apaçık ortadadır. Ve bize çok yakındır. Bu yüzden onu göremiyoruz, bu yüzden o kaybolup gitmiştir. İnsan da içi su ile dolu, fakat ağzı kuru bir küpe benzer.”
“Her nefeste, dünya ve dünyada bulunan her şey yenilenir. Âdetâ, her an ölür ve dirilir. Fakat biz, onu hiç değişiklik olmadan, duruyor görürüz de bu yenilenmeden haberimiz bile olmaz.”
“Hakk yolunda yürüyen kişinin uyanık olması gerekir. Çünkü yol, görünüşte dümdüz ve güzeldir. Fakat altında tuzaklar vardır. Nitekim bu yolda bize kılavuz olacak bir çok tanınmış, parlak isimlerde mânâ kıtlığı, mânâ uymazlığı vardır. Bir çok kişiler, adlarının adamı değildir. Görünüşe kapılmamalıdır. Şunu iyi bilmeli ki: “Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.”
“Kum gibi ömür suyunu emen, bizi tüketen boş sözler olduğu gibi, içinden âb-ı hayat fışkıran kum da vardır. Bu kum pek az bulunur. Sen git de içinden irfan coşan, ilâhî sırları meydana vuran kumu ara.” (S.96)
“Sofilerden hal sahibi olanlar çoktur. Fakat onlar arasında makam sahibi olanlar pek azdır.
“Can kulağı ile duymak, can gözü ile görmek; bu bizim bildiğimiz işitmek ve görmek duygularından bambaşkadır. Akıl kulağı da his kulağı da bu vahiy ve ilhâmın idrakindan âcizdir, yaya kalmıştır.” (S.104)
“Ekmek sofrada bulundukça cansızdır. Fakat insanın bedenine girince enerji olur, neşeli rûh olur.” “Sofranın ortasında, kımıldamadan duran ekmeğin can kesilmesine imkân yoktur. Fakat boğazımızdan aşağı gidince hayvânî rûh, onu, selsebil suyu ile yoğurur, onu canlandırır, can haline kor.”
“Ey doğru okuyup, doğru anlayan kişi, ekmeği canlandıran, onu kudret enerjisi haline koyan hayvânî rûhun kuvvetidir; ya canlar canının kuvveti nedir? Nasıl olur, neler yapar? Bir de onu düşün.”
“Eğer “gönül” sır dağarcığının ağzını bir açarsa, can, arşa doğru koşup gitmeye başlar.”
“Eğer, gizli sır, söylenebilseydi, o sırra tahammül edemezdi de bu cihan yanardı.”
“İnsanın nûrunu, kemalini artıran lokma, helâl kazanç ile elde edilen lokmadır.”
“Haram lokma ise, kandilimize konunca, kandili söndüren yağa benzer.. Sen ona yağ değil su adını koy, çünkü ışığımızı söndürüyor.”
“Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmadan meydana gelir.”
“Bir lokmadan hased, hile doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse sen o lokmanın haram olduğunu bil.”
“Lokma tohumdur. Düşünceler onun mahsûlüdür. Lokma denizdir, incileri fikirlerdir.”
“Kimi âşık görürsen, bil ki o, ma’şûktur. Yani seven kişi aynı zamanda sevgilidir. Çünkü seven kişi, bir bakımdan âşık ise, bir bakımdan da ma’şûktur.”
“Bu dünyada, susamış kişilerin su aradıkları gibi, su da, dünyada susamışları arar.”
“Madem ki âşık odur, sen artık sus. Madem o sana gizli sır söylemek için kulağını kendine doğru çekerse, sen de kulaktan ibaret ol.”
“Ey dost, âşıkların hayatı ölmektedir. Gönül vermeyince, sen gönül bulamazsın.” (S.124)
“Ey rûh, biz ve ben kaydından kurtulmuş olan, ey erkekte de, kadında da söze sığmaz, gözle görülmez, latîf rûh!.”
“Erkek, kadın vahdette bir olunca, o bir olan sensin. Adetleri meydana getiren binler yok olunca, kalan bir yine sensin.” (S.126)
“Ten, kafes şeklindedir. Fakat, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların aldatışları yüzünden, bu ten, rûhu hırpalayan bir diken olur.” (164)
Rûh, ezelde, rûh âleminde çok mutlu idi. Oradan ayrı düşüp yeryüzünde topraktan yaratılmış olan bedene haps edilince çok muztarip oldu. Güzelller güzeli sevgiliden ayrı düşmesi, sonra ten hapsine girmesi onu perişan etmiştir. Bu acılar yetmiyormuş gibi yeryüzünde mahpusluk hayatını sürdürürken, ten kafesine girenlerin ve oradan çıkanların söyledikleri bazı sözler, hevayî meşreb ve cismânî zevklere düşkün olan teni şımartmıştır. Ve ten, benliğe kapılarak rûhu hırpalamaktadır.” (S.129)
“Seni öven, göklere çıkaran kişi, halk arasında kusurlarını söylerse, seni kınarsa, o kınayışın ateşinden gönlün günlerce kanar..”
“Gerçi o, sende umduğunu elde edemediği için aleyhinde bulunur. Sen bunu bildiğin halde…”
“Nefis çok övülme yüzünden firavunlaştı. Sen, alçak gönüllü ol; hor, hakîr ol; ululuk taslama.” (S.130)
“O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır, ses ancak odur. Başka seslerin hepsi de, o mübârek sesin yankısıdır..”
“Türk de, Kürt de, Farsça söyleyen de, Arapça söyleyen de o sesi, kulaksız ve dudaksız, duymuş, anlamıştır”
“Türk, Tâcik, Zenci şöyle dursun, o sesi, ağaçlar, taşlar bile anlamıştır.” (S.135)
“İnsanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmiyene, ayıplar olsun. Gayb âleminden gelen temiz rûh, aynı yerden gelen kardeşlerde, nasıl olur da ayıp görür?”
“Bu manevî hakîkatlerin lezzeti, akla aykırı olmasaydı, bunca mu’cizeye ihtiyaç olur mu idi?”
“Akıl, akla uygun olan her şeyi sağa sola çekmeden, mu’cizeye ihtiyac duymadan kabul eder.” (S.153)
“Mânâ kapısını çalarsan sana açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler.” (S.183)
“Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır.”
….En yüksek olgunlaşma derecelerine ulaşmış insanların tanıklıklarına göre, bizler de bütün Varlığı, bütün Gerçek’i bilmek potansiyeline sahibiz.Bu kişilik ötesi Gerçek’i bilebilir, ona sarılabilir ve ona katılabiliriz. Dahası, bütün bu gerçek, aşkın elektromanyetik alanını oluşturmaktadır.
Sevgilinin suyu tüm hastalıkları yıkar,
Sevgiliyle “Birlik”in gül bahçesinde hiç diken olmaz.
Duydum ki kalpten kalbe açılan bir pencere varmış.
Ama eğer hiç duvar yoksa, Bir pencereye bile gerek yoktur.
Mevlana,D.511
Anın gerçeği, basitçe “oluşmakta olan Varlık görünüşe çıkmakta olan bütün bir Birlik alanı ve kendinizi bilen Aşk” olarak özetlenebilir.
kendi gerçeğimiz de ; ” Bizler bu gerçeğin bütünleyicisiyiz, sadece parçası değil, ama onunla biriz. ” olarak özetlenebilir. Bizler, bütünün parçası değiliz, “bütün” biziz. İnsan, varlığın tümü,denizi içeren damladır.
Saf kalplerimiz dünyada dolanıyor.
Gördüğümüz her puttan hayrete düşüyoruz,
Ama her şeyin içinde anlamaya çalıştığımız
Zaten biz neysek o.
Mevlana, D. 549
Biz insanlar kendimizi büyük bir şeye teslim etmeyi ve onun büyüklüğü içine alınmayı özleriz. Bir insanın ölçüsü, teslim olduğu ve hizmet ettiği şeyin ölçüsüdür…..
…..ama geçmişte insanların teslim olduğu bir çok şey, uygulanabilirliğini ve güvenilirliğini yitirmiş durumda.varolanlar , ruhlarına inandırıcı gelmediği için, bir çok insanın kendi değer ve inançlarını icat etmeye çalıştığı bir zamanı yaşıyoruz.
Az sayıda insan da hayatın amacının, kişinin kendi hayatını, Varlık’ın kendisine bir armağan olarak vermek olduğunu duyumsuyor.
Sufinin ellerinden sırlar saçılıyor
Krallıklar hep alsın diye.
Sokakta ekmek için dilenen birinden farklı olarak
Derviş, hayatını vermek için yalvarır.
Mevlana, D. 686
Sadece en güçlü insanlar bunu yapabilir. Geri kalanlar ise geleneksel toplumsal ihtiyaçlar ve rollerin daha küçük tatminleri için bulunduklar yere yerleşirler. Ancak çok az sayıdaki insan hem yaratıcı bir biçimde kendi kendini ifade etmeye götüren yaşama tutkusunu harekete geçirebilir hem de aynı zamanda, kendi yaşamını Varlı’ın Yaratıcı Gücü’ne bir armağan olarak teslim edebilir. ( BİLEN KALP – Kabir Helminski – Dharma yayınları )
Hz. Mevlana’nın, biricik oğlu Sultan veled’e etmiş olduğu bugün de tazeliğini muhafaza etmekte olan öğütleri, onun tanıtmaya çalıştığımız şahsiyetinin özü, özetidir; hudutsuz çerçevesidir.
Mevlana, oğluna der ki:
“Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.
Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, için, dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.”
Mevlana oğluna der ki:
Bahaeddin! Senin düşmanını sevmeni, düşmanında seni sevmesini istemen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur; Çünkü *(gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.)
Allah’ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah buyurdu ki:
Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın.
Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah’ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur.
Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır, soğuk olunca ekmek almaz.
Dinle ! Ayrılıklardan nasıl şikayet etmede şu ney, ve nasıl anlatmada ayrılıkları dinle :
” Erkek ve kadın herkes ağlayıp inliyor feryadımdan ; ağlayıp inliyor herkes beni kamışlıktan kestikleri gün başladığım feryadımdan…
Özlemimi açmaya bir kalp istemedeyim oysa ben, ayrılıktan parça parça olmuş, beni anlayacak bir kalp istemedeyim.
Hani vuslat zamanını arar ya aslından uzak düşen kişi, durmadan arar ya hani !..
Her toplulukta ağladığım bu yüzden benim, her yerde inlediğim bu yüzden… İyilerle dost olmam da, kötülerle oturup kalkmam da bu yüzden…
Herkes dostum oluyor kendi zannınca benim, kendine yakın buluyordu çokları… Ne çare araştırmadı kimsecikler içimdeki sırları, ve kimse anlamadı ayrılıktan şikayetimi…
Oysa sırlarım çığlıklarımdan hiç de uzak değildir benim…
Keskin bakan görür, ve dikkatle dinleyen duyar onları. Yazık,yazık ki her gözde yok o nur, her kulakta yok o dikkat !…
Gizli değildir elbette ten candan ; ve can tenden gizli değildir. Lakin canı görmek için izin çıkmadı kimseye…”
Hava değildir neyden çıkan bu ses, ateştir söyledikleri, nefes nefes ateştir. Ve yok olsun kimde yoksa bu ateş !..
Bir aşk ateşidir içini yakan neyin… Hani bir aşk coşkusu gibi içine düşen meyin !..
Sevgiliden ayrı düşmüşü teselli eder bir ney, yoldaş olur ve musiki perdeleriyle yırtar aşığın sır perdelerini sırdaş olur…
Kim gördü ney gibi hem zehir hem tiryak, hem dert hem dermanı başı !.. Kim gördü ney gibi hem özlemde, hem sarmaş dolaşı…
Kanla dolu yoldan bahsetmede hep ney ; aşk yolunun, Mecnun’un gittiği yolun öykülerini dillendirmede hep…
Hani akılsızdır ya sırdaş olan akla, hani zordur ya müşteri bulmak kulaktan gayrı dile…
İşte o haldeyiz ki zaman erimede üzüntümüzden bizim, anlar yolunu şaşırmada…Ve günler yanlışlara yoldaş durmada…
Geçip gidiyorsa varsın geçsin gitisin günler ; yok korkumuz ondan…Ey temiz yaratılışın biriciği, hemen sen yanımızda kal , yeter…
Günler uzadıkça uzadı nasibi olmayan için, ve suya kandı balık dışında her şey (bencileyin bir balık kaldı susuz)…
Pişkinin halinden ne anlasın ki ham…Öyleyse sözü kısa kesmek gerek vesselam !…
Mesnevi I, b.1-18