Öğretmenlik yaparken en çok sevdiğim zamanlar, sınıfa “Neredeyiz? Ne yapıyoruz?” diye sorduğum zamanlardı! Bu soruya her sınıftan en fazla iki kişi yanıt verebilirdi ama öbürleri de kolayca beliren akışa kendini kaptırır, konuşulanlar çabucak bir bütünlüğün kolay kavranır parçaları haline gelirdi.

Efendim; size yazdığım, “Bir Kıyamet İşçisi Olarak: Hans Von Aiberg” adlı kitabımın reklamını yapıyordum. Ama ne işse, bu güne kadar bir Allah’ın kulu da bu reklamı yemedi. Dolayısıyla burada yazdığım yazılar bir gün bile şu kitabıma bir müşteri olsun sağlamadı. Ama ne demişler? “Azimle işeyen duvarı deler!”

Her şey para değil ya canım! Biraz da huy güzelliği pazarlasak ne olur yani?

Ha…Ne yapıyordum, ne yapıyordum? Yazdığım bu kitaptan size fragmanlar aktarıyordum. Ciddiye alan okuyucular oldu, onlardan bazıları “Ne hakla otuz beşe bakla?” diyerek bu derin dînî konuların kendilerinden sorulması gerektiğini anlatmaya çalıştılar!  Bazıları da beni bozguncu, nifakçı, oryantalist olarak teşhis etti.

Bir delikanlı, yalnızca bir delikanlı… “Siz aklı başında birine benziyorsunuz. Bu Hans’a neden güveniyorsunuz?” dedi. Bayıldım, soru tarzına. Heyecanla çocuğa bin dereden su getirdim de pek net bir şey söylemedim galiba. Şimdi söylemek istiyorum:

Aslanım delikanlımcım; Davulun sesi üzerine söylenenleri duymuşsundur. Bu meret ille de ille uzaktan ve yakından başka ses verir. Aynı şeyi Hans için de söylememde bir sakınca yok. kaldı ki, ben onun ahlakı ile değil bilgi dünyası ile ilgiliyim. Adam hakkında çok âdi davranılıyor: ahlakına kara çalınarak bilgi dünyası karartılıyor.

 

Kaç kere evlenmiş? Aslen nereliymiş? Kimleri tokatlamış? O halde tümünü ittiret gitsin! Burada çok kalleş bir oyun oynanıyor: Ahlâkı karalanarak bilgi yönü örtülüyor. Şunu fark ettim: “Ne diyor bu adam?” demeğe kafa çapları yetmiyor.

Sonuçta Hans’a inandığım falan yok. Ben onun ne dediğini biliyorum. Lâzım olan da bu. O, Müslüman olarak, “Kur’an’la bilen” olarak, düşünen özel bir kafa, özel bir insan. Bu insanın ne düşündüğünün bilinmesini istiyorum. Onun bilgi ve düşüncelerinin sistematik bir yapılandırılmasına gitmek, böylece daha kolay anlaşılmasını sağlayarak, Türk insanı tarafından bu adamın inanç, bilgi ve yorumlarının bilinmesine yardımcı olmak istiyorum. Bunun önemli bir hizmet ve halkımızın ortak bilincine önemli bir katkı olduğunu adımı bilir gibi biliyorum. Sanırım o delikanlı benim durumumun artık inanmaktan daha fazla bir şey olduğunu kavramıştır.

Peki neredeydik? Size kıyametten söz ediyordum. Ortanca işaretlerin sonuncusu olarak sunulan Mehdî’nin gelişinden söz ediyordum.

Şimdi size bir daha ama hiç duymadığınız bir Mehdi’den söz edicem. Burada benden dinleyeceklerinizin kaynağı ben değilim; Hans! Hans’a inanırsınız, inanmazsınız ona ben karışmam! Ama Hans’a inanmak için yola çıkmış olsanız bile, burada söyleyeceklerimin kolayca onaylanmasını beklemiyorum. Hans’ın bu konuda çetlerde söyledikleri, karşımızda yalnızca gözlerimizi kamaştıran, olağanüstü bir fantezi hatta bilimkurgu gibi duruyor! Ama Hans’ın bir garip yanı var: Bir fırladı mı çok kötü uçuyor! Ele avuca sığmıyor. İnsanları şaşırtıyor. İkinci üçüncü adımda insanları “O kadar da değil!” diye bağırtmayı seviyor ama en sonunda biraz aralık bir kapı bırakıyor zihninizde ve “Olur mu olur!” diyorsunuz. Ondan sonra bir cayırtı başlıyor beyninizde! İşte bunun için bu bölüm yazmağa da okumağa da, üzerinde düşünmeğe de değer.

Temel öyküye geçmeden önce bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum: Hans’ın Mehdî konusunda anlattıklarında, Müslüman dünyasındaki kriptolojik bilgilerde rastlanmayan bir şeyle karşılaşıyoruz: O bize iki Mehdî’den söz ediyor. Biri daha önce gelmiş, öbürü daha sonra gelecek olan Mehdî. Daha önce gelmiş olan Mehdî, “Adler” adıyla batıda yaşamış ve 1940’larda 300 küsur yıl kadar ileri sektirilerek, mevcut Dünya zamanından başka bir zamana alınmış. Dolayısıyla burada dinleyeceğiniz öykü, daha önce gelmiş ve Adler adıyla yaşamış olan, birinci Mehdî’nin öyküsüdür.

Eğri oturup doğru konuşalım. Daha önce yaşamış ve adı Adler olan birinci Mehdi, hiçbir Müslüman’ın varlığından hoşlanmayacağı bir Mehdî’dir. Çünkü Müslüman dünyasında hiçbir tutunacak dalı olmayan, kendisinden hiç söz edilmemiş bir Mehdî’dir. Bu yüzden de son derece kafa karıştırıcıdır. Ama bir bilimkurgu filmi için ise, bulunmaz bir maden gibi görünmektedir.

Hiç kuşkusuz burada önce Hans’ın olurlanırlığı ve olurlanmazlığı söz konusu. Burada anlatılanlarla kafanızın karışması kaçınılmaz. Burada anlatılanları “uçuk-kaçık” bulacağınız- dan kuşkum yok ama yine de canınız isterse Hans’ı olurlamayı seçebilirsiniz.

Hans’ı olurlamak isteyenler, kendilerine dayanak bulabilmek için ikinci kitabımda anlattığım zaman ve zaman gezmenliği konusundaki bilgilere bakabilirler. Zaman gezmenliği ekseninde Hans’ın anlattığı bir öykü  var: Hanif ve Zion kampları! İlk yedi zaman kaçağı. Siyonizmin kuruluşu. Siyasette, ekonomide, bilim pazarında ve parapsikolojik alanda sürdürülen amansız mücadele.  12’li WEMB düzeni ve Swastika. Bütün bunları bilip birbirine eklediniz mi, Hans’ı olurlamak o kadar da zor olmuyor.

 Bu küçük girişten sonra Adler’e geçebilir miyiz acaba? Sanırım Adler’e geçmeden önce, şunu da söylemem gerekiyor: Gelecekteki Mehdî, doğunun beklediği ve doğuda yaşayacak olan Mehdî’dir. Süfyanilerle savaşacak ve kendisine “Kara sancaklılar” yardım edeceklerdir. Burada ilginç olan şu: Hans bu karşıtlığın daha önce, batıda Adler ve Hitler biçiminde, WEMB ve Swastika olarak yaşandığını söylüyor. Bunun anlamı şu: Mehdî 1940’larda batıda Adler olarak yaşamıştı! Peki Mehdî olarak mı yaşamıştı? Hayır. Mehdî iki zamanlıdır ve resüldür. Adler ise,  Dünya’nın normal zamanında yaşayan, yani zaman gezmeni olmayan bir insandı. 1940’lerde 300 küsur yıl ileriye sektirilmişti. Süresi dolunca, Mehdî olarak gelecek.

İşte Hans’ın söyleminde, Adler böyle bir Adler ve Mehdî de böyle bir Mehdî. Yani bir önceki yaşamında Adler olan bir Mehdî. Ben de şimdi size işte bu Mehdî’nin, Adler olan kısmını anlatmak istiyorum.

Anlatmak istemesine istiyorum da, anlatımım biraz tuhaf olacak: Ne “Adler” diyerek doğrusal bir gelişme öykülendireceğim ne de Adler üzerine noktasal yığma yapacağım. Adler’i Adler etrafında konuşarak anlatacağım!

Böyle bir yöntemle yola çıkınca, uygun fragmanları bulmak geriyor. İşte bu yan parçalardan biri “Swastika”dır. Öyle ise oradan başlayabiliriz:

SWASTİKA,  WEMB AMBLEMİ VE WEMB DÜZENİ :

Hans, “Şimdi bu Swastika’dan (Gamalı Haçtan) Dünya nefret ediyor. Oysa, o Adler’in armasıdır. Haç ile ilgisi yoktur” diyor. Sonra da Gamalı Haç olarak bildiğimiz şeyin aslının, Adler’in oluşturmak istediği “On İkili Dünya Düzeni’nin” yani “WEMB”in arması olduğunu söylüyor. WEMB düzeninin ve onun kurucusu olan Adler’in arması olarak, aslının “Gamalı Haç” olmadığını, başka bir şekil ve yapıya sahip olduğunu da söylüyor. Ona göre WEMB arması, eşkenar dörtgen bir şekle sahipti. Siyah zemin üzerinde mavi, sarı,  yeşil ve kırmızı renkler oturtulmuştu. Üzerinde de WEMB yazıyordu. Bu WEMB, “W”‘nin dört yöne çevrilmesinden oluşuyordu. “W” Lâtince idi ama hatlarını yuvarlayarak yazdığınızda, Arapça “Lillâh” anlamına geliyordu. Sola çeyrek tur attırdığınızda “E” oluyordu. Sola doğru bir çeyrek tur daha attırdığınızda “M” oluyordu. Sola doğru bir çeyrek tur daha attırdığınızda “3” gibi duruyordu ama bacağı çizilmemiş “B” idi! Aslında, dört yöne bakan Allah adıydı bu. Ve “İki doğunun, iki batının Rabbi ” anlamına geliyordu. Buna “Dört Bucak Sembolü” de deniyordu.

Gelecekte tekrar Dünya’ya gelecek olan ve işini tamamlayacak olan Mehdî’nin kara sancağı da bu sancaktan başkası değildi! Üzerindeki bütün işaretler iptal edilmiş kapkara bir sancak olacaktı bu kere! Neden? Batıdaki birinci denemenin başarısızlığının getirdiği hüznü ve doğuda kardeş kavgasını temsil ettiği için. Müslümanlık, esenlik ve barış iken ve barışın rengi beyazken, iki Müslüman kesimin kana susamışça savaşmaları, elbette beyazla temsil edilemez. Bu kötü bir yazgıdır ve ancak “Karasancakla” ifade edilebilir. Bu “Kara Sancağın”, Mehdî’nin elinde tekrar beyaz sancağa dönüşmesi isteniyor ve ümit ediliyor. Hans, “Hilâl artık bayrağımızda ve klasik İslâm armasında kalacak. Çünkü Ay, Güneş, Yıldız, İbrahim atamızın taptığı üç şirk idi. Bayrakta kullanılabilir ama, İslâm’ın ana sembolü olamaz! Çünkü bizden önce Yahudiler Hilal’i kullanıyorlardı. Kabbalah ağzına kadar Hilâl dolu” diyor.

Peki, bu WEMB arması nasıl “Gamalı Haç” haline geldi?

Bu sorunun cevabı şudur: “Zion kökenli zaman kaçkınlarının, Adler’in yerine, Hitler’in babası Hiedleri geçirmesi ile.”

Görüldüğü gibi cevap kısa, net ve eksiksiz ama bir özelliği dışında; “Anlamsız!” Anlamsız; çünkü kafamızda hiçbir şeyle bağlantısı yok!

Bu yüzden sanırım bu açıklamanın anlamlı, anlaşılır hale gelmesi için, ön bilgi vermek, bir alt yapı oluşturmak gerekiyor. Bu amaçla şimdi size uzun bir hikâye anlatacağım. Lütfen ilgilenin; çünkü hikâyenin sonunda tekrar buraya, bu noktaya döneceğiz yani WEMB armasının nasıl Gamalı Haç’a dönüştüğünü anlatacağız.

 “İki Bağ”:

Adler’i anlayabilmek için elbette “İki Bağ”ın da bilinmesi gerekir. Hatta WEMB’in “Gamalı Haç”a dönüşmesini anlamak için “İki Bağ”dan başlamalıyız. İki bağın öyküsü Hz. İbrahim’le başlamakta ve 6000 yıllık bir tarihi kapsamaktadır.

Biz İbrahim’i kuşkunun, o büyük aranışın, teslimiyetin, “Tanrı sevgilisi insan” modelinin ve tek Tanrı inancının bir temsilcisi olarak tanırız. Oysa, bildiğimiz halde unuttuğumuzu söylememizi gerektirecek kadar üzerinde durmadığımız bir özelliği daha vardır: Temizlik! Bu İbrahim’in “HANİF” yanıdır. Gerçi Hans Hanifliği “Protest” ağırlıklı olarak nitelemek istiyor ama aslı isyan değil, temizliktir ve bu temizlik ahlakî, manevi ve ırkî bir temizliktir. İbrahimî Protestlik, babanın inancına ve otoritesine meydan okumaktır ama doğruya, temize, içtenliğe de saldırmak değildir. Belli ki ahlâkî, ırkî, manevî temizlik, netlik, güzellik hiç de İbrahim protestoculuğunun kapsamına girmez. Hanifliği bunlara karşı da dikilmek olarak almamak gerekir.

Öbür taraftan, İbrahim soyu da tıpkı Âdem Soyu’ndaki Habil-Kabil modeli gibi, “kendi içinde çelişki” modelini, daha doğrusu garip bir diyalektiği içermektedir. Bu, “HANİF-ZİON” ikilemidir. Hanif –Zion ikilemi aslında, “Melek-Şeytan” ikileminden daha başka bir şey değildir.

Hanif; temizliğin, ılımlılığın, vicdanlılığın, hakkaniyetin, Tanrıya teslimiyetin, barış ve uyumun simgesidir. Buna bağlı olarak, “Barış”, “Kardeşlik”, “Dayanışma” ve “Özgürlük” yani “Demokrasi” Hanifliğin temel kavramlarıdır. Zion ise, kişisel güç edinmenin, seçkinliğin ve “nefs-i emmare”nin yani egemenliğe iştahın simgesidir. Biri toplum içinde bireyin özgürlüğünün tanımlayıcısı olarak, Tanrıya teslimiyeti alırken öbürü, kişisel güç ve egemenliği almaktadır. Böylece Hanifliğin sevgi yolu, Zion’un kendine hizmet yolu olduğu söylenebilir. Bu yüzden, biri barışa öbürü savaşa çalışır kaçınılmaz olarak.

Bu ikili, Kur’anda “İki bağ sahibi” olarak misâllendirilmiştir ve iki ayrı surede tekrarlanmaktadır. Biri Kehf suresinde geçiyor.

Burada bir şeye  dikkatinizi çekmek istiyorum: O sapkın bağ sahibi ateist değil. O, tipik bir Yahudi olarak, bir “sapkın dindar” örneği. Sapmış. Güç oyununa son tanımıyor. Varsıllığını, sağlık ve mutluluğunu Tanrıya bağlamıyor. O tantanalı gidişinin hep süreceğini sanıyor. Dahası, gözü Tanrıda değil varsıllıkta. Sahip olduklarını yitirebilme olasılığını gözardı ediyor ve gücünü, varsıllığını yitirdiği zaman da Tanrı ile başbaşa kalıp yoluna sabırla ve teslimiyetle devam etmeyi istemiyor. Tekrar güçlendirilmesi için torpil bekliyor! Dahası, Tanrı onun sığındığı değil, kullandığı bir şey! Eğer ölürse, Tanrının öbür tarafta da kendisine çıkma yapacağını düşünüyor. Yani “Seçkin”. Yani “Torpilli”… Bu, ateistik anlamda Tanrıya inanmamak değil, kurnaz bencil anlamında “Tanrıyı kullanmak”. Sapması da burada. Bu söylediklerimin Yahudi’ye ne denli uyduğunun farkındasınız. Evet, uymasına uymaktadır gerçekten de ama Yahudi’yi Yahudi ya da Siyonist (Zionist) yapan sadece ırkı değil tutumu, duruşu, yolu ve politikasıdır. Öncelikle kendisine koyduğu amaçlardır. Bunun için de temelde ne Zionist ne Yahudi vardır. Yahudi ya da  Hanif… Bunlar grup etiketidir ama grup içindeki bireyler, her zaman grup etiketine ve grup ilkelerine bağlı değildirler. Bir etiket, bir yafta, bir grup adı sizi ne Müslüman ne Hanif ne de cennetlik yapar. Adınız pek âlâ İsa, Musa, Muhammed, Mehdî ya da Hızır olabilir ama siz kişisel güç edinme tutkunu iseniz, grubunuz hiç kuşkusuz (anlayıp dönene kadar) şeytanî gruptur. Şeytan, Zion, Siyonist, Yahudi… bunlar, şu coğrafya, bu zaman, şu dernek adı, bu takım ya da parti, hatta falanca ırkın adı değil, bunlar önce bir tutumun, niyetin, amacın adıdır. Ne zaman kendinizi “öbür insanlara” kapar ve düşmanlaşırsanız, ne zaman egonuzun önde ve üstte olmasına izin verirseniz, ne zaman kendinizin en güçlü olmasını talep ederseniz,  ne zaman yeniyi ve süprizi korkarak ve düşmanlaşarak karşılarsanız, bilin ki, Tanrı’yı unutup kendi derdinize düşmüşsünüzdür. Böylece uyumsuzluğa sapmışsınızdır. Bu yüzden de aykırı yoldasınızdır. Şeytanın ordusunda yerinizi almışsınızdır. Artık adınızın, adresinizin hiçbir önemi yoktur. Yani asıl ayrım ölçüsü, asıl turnusol kâğıdı adınız, ırkınız, partiniz, grubunuz değil, niyetinizdir; izlediğiniz politikadır. Kendiniz için olup  olmamanızdır. En açık ve kesin olan şey, kendisi için ve güç peşinde olanın Şeytan grubundan olduğudur.

Şimdi, Kur’an’da “iki bağ”dan söz eden öbür âyetlere bakalım. “Kalem suresi 17 ila 33 arası âyetler de iki bağdan söz ediyor. Bana burada, bir grupta olarak kendini güçlü, büyük görmenin yanılgısı anlatılıyor gibi geliyor. Haniflerin de sapabileceği olasılığından söz ediliyor sanki… Ama sapmış Hanif’in yine de Zion grubuna ait gösterilmesi çok doğru bir şey değil. Burada Hanif’in kendi içinde oluşturduğu diyalektiği görmek gerek. Buna göre, sapmış Hanif, yine Şeytan’ın ordusunda ama adı Zionist değil, “Süfyanist” ve belli ki aynı birimde oluşan bir karşıtlığı ifade ediyor. O zaman bu karşıtlığın tarih içinde kapışması, böyle bir kapışmadan sonra yeni bir senteze gitmesi gerekiyor. Bu yeni sentezin adı şimdilik ortada yok ama bu kapışma işini yapacak olanın adı belli: MEHDİ! Zaman olarak nerede miyiz? Daha henüz Hanif’liğin Hans aracılığı ile açığa çıkarılması ve netleşmesi aşamasındayız. Hans söylemine göre, zamanlar şimdi bunu gösteriyor.

Hans bu “İki Bağ”la ilgili olarak şunu da söylüyor: “Bağ’dan kasıt, bir Dünya düzeni. İki bağdan kasıt iki ayrı Dünya düzeni. Eşit şartlarda yola çıkıyorlar. Biri başarılı ve Allah yolunda, diğerinin ise, bir Allah’ı var elbette: Yahowa. O da inanıyor. Ama biri hak yolunda” diyor.

 

12’LİK WEMB DÜZENİ

Adler’i anlamamızı sağlayacak önemli parçalardan biri de hiç kuşkusuz “WEMB Düzeni”dir. Bu düzen, Dünya’nın 12 temel parçaya ayrıldığı bir düzendir. Hans’ın dediğine bakılırsa şöyle:

“Türkiye, Türkland/BloCamPacTerriTURAN’ın bir parçası (United Lands of Turan). Türkiye : Kendisi (kuzey, batı, orta ve güney)

Anadolu Azerbaycan’ı (Azerbaycan’a bağlı), Irak Azerbaycanı (Kerkük), Azerbaycan’a bağlı.

Balkan-Adalar Beylerbeyligi

Sonra Tüm Orta Asya ve Behring denizi

Büyük parçalar bunlar. Ural Dağları’na kadar Tüm Sibirya Fin birliğinin malı… (Suobiryak). Ural Dağları’ndan Bering denizine kadar olan bölümün adı ise, Siberika (Yakutunguz, Yakuturan).

Oradan Kuzey Kanada (Eskimo) bölgesine geçtiğinden Amerika’nın “KA” sı ile Sibiryanın “Siberi”si SİBERİCA adını alıyor. Amerika bölümünü Eskimolar ve Athabaskan kızılderilileri yönetiyor.”

İşte “İki Bağ” ve bu “İki Bağın” yeryüzüne izdüşümleri bunlar. Bu cümleye yaslanarak baktığımızda, iki bağın gelecekten zamanımıza sarkan birer büyük proje olduğunu söyleyebiliriz. Hatta 6000 yıllık tarihimizin, bu iki projenin yeryüzündeki gerçekleştirilme savaşı ve süreci olduğu söylenebilir. Bu savaşı görmemek ancak bilgisizlik ve kasıtlı körlükle açıklanabilir. Hiç kuşkusuz 6000 yıllık tarihimiz bu iki bağın, bu iki kampın, bu iki projenin savaşımıdır. Bu savaş bilim, siyaset, ekonomi, parapsikoloji alanında ve zaman üzerinde yapılmaktadır.

Bu savaşı yeteri kadar net görebilmek için “İki Bağ”ı, zaman ve zaman gezmenliğini, birer “Timebulance” olan UFO’ları, yirminci yüzyıldaki fizik bilimindeki ve teknolojideki gelişimleri, parapisikolojiyi ve parapsikoloji savaşlarını iyi anlamak gerekmektedir. Benim yazdıklarımdan Hans’ı tanımak isteyenler bütün bu konularda yeteri kadar bilgi bulacaklardır.

 

ZAMAN SAVAŞLARI!

Ve ille de ille “zaman savaşları”!  Bu da Adler’i anlamamızı sağlayacak olan parçalardan biri hiç kuşkusuz.

Zaman savaşlarının da kökleri “İki Bağ” sembolüne dayanmaktadır. Oradan yola çıkarak size Adler’i anlatıyorum. Hans’ın söylediklerine bakılırsa, Adler de Mehdî de bu savaşın bir parçasıdır. Her ikisi de aynı kişi olmakla birlikte, Hans, Mehdî’nin daha önce Adler olarak yaşadığını söylüyor. Bunu anlayabilmek için zaman savaşlarının anlaşılması gerekiyor. Zaman savaşlarının anlaşılması için hiç kuşkusuz zaman, zaman gezmenliği ve UFO’lar hakkında bilgilenmek gerekir. Burada bu konu üzerinde olurlayıcı derin ve ayrıntılı bilgilere girmeyeceğim. Sadece şunu söyleyeceğim: Hans’ın verdiği bilgiler içinde zaman, zaman gezmenliği ve UFO’lar, ayrıcalıklı bir yer ve göze batar bir hacim tutmaktadır. Hans’ın bu konulardaki söylediklerinin önemi, hacminden değil, konu ile ilgili bilgilerin  kalite ve düzeyinden gelmektedir. O, bu konularda hemen hemen Dünya’da var olan bütün bilgileri toparlamakta ve bir adım öteye geçmektedir. Şöyle söyleyeyim: Zaman gezmenliği konusunda kuramsal bilgilerin hemen hemen hepsini vermiştir.

Evet, zaman gezmenliği vardır. Bunun olabilirliği, ışık hızının aşılmasına bağlıdır. Işık hızının aşılması, iki yolla sağlanabilir; ya karadeliklerle ya da Hans’ın TT  (Time Travelling)  dediği Uçandairelerle. Uçandaire’nin Hans’taki diğer isimleri “Durakhapalam”, “Tarık” ve “Timebulance” tır. Ona göre, “Tarık” ve “Durakhapalam”, Sanskritçe diye bilinen, Nuh’tan sonraki kök dilde aynıdır.

Az önce dediğim gibi, Uçandairelerle ilgili olarak verdiği bilgiler, bir uçandaire yapımını mümkün kılacak düzeydedir. Bu konuda getirdiği tek süpriz, gerçek uçandairelerin, zaman gezmenlerinin araçları olduğunu söylemesi ve bunların yalnızca “Çan” biçimli olduklarıdır. Öbür UFO’ların cin işi olduğunu söylüyor ve onların ancak görüntüsel olduklarını savunuyor. Bu bence tartışılabilir bir şeydir ama eldeki bilgi ve belge yetersizliği, bu tartışmaya engel olmaktadır.

Evet Hans’a göre, zaman gezmenliği vardır. ZİG sembolü onda, zamanda ileri sıçramayı da ifade ediyor. ZAG ise, zamanda geri gitmenin sembolüdür. Bunlar farklı farklı işlemlerdir. Bir sürü sürpriz ve sorunla doludur. Her ikisinde de insan yalnız organizmasını taşıyabilir. Bazı özel işlemlerle geleceğe ya da geçmişe yanımızda bir şeyler götürmek de mümkündür. Burada Kur’an’da “Ashab-ı Kehf” diye geçen sembole gönderme yaparak, onların paralarından söz etmektedir.

Bir de “Korn Hole” adını verdiği karadelikler var. Bunlar boynuz biçimini almış kara deliklerdir. Bunları kullanarak zamanda gezenler vardır. Bunların en bilineni Kur’an’da adı geçen “Zülkarneyn’dir. İki boynuz arasında kiriş sıçraması yapanlar, zamanda hem ileri hem de geri hareket edebilir. Bunlar yanlarında istedikleri malzemeyi de taşıyabilirler. Üstelik geri ya da ileri gittiklerinde herhangi bir değişime de uğramazlar.

Zülkarneyn “Çift boynuz”, “Çift zamanlı” demektir.

“Dehr” denen donmuş blok zaman biçimi de vardır. “Kehf” sözcüğü bu donmuş zaman bloğunu anlatır. Dehr, Gri Hiçlik’le, Blok Evren’le birlikte var olan, akışmayan durgun zamandır ve bütün zamanlara teğettir. Böylece o tür bir zamanı kullanan, kolayca tüm zamanlara girer çıkar! Bir çok varlık bu oyuklarda mahfuz tutulmakta, zamanı gelince de reel ve vektörel zamanda yerlerini alabilmek için beklemektedirler. Bu zaman içinde olup, bu zamanı kullanan bir tek örnek vardır: HIZIR! Hızır bu Dehr denen blok zamanı öyle kullanır ki, bu sayede kolayca bütün zamanlarda var olabilir. O yüzden ona “Zamanın efendisi” denir. Sonuçta “Dehr” ehli de çift zamanlı sayılırlar ama Zülkarneyn gibi değil. Zülkarneyn, geçmiş ve gelecekte bulunabildiği için çift zamanlıdır ve sadece Kur’an’ın sözünü ettiği tek bir şahıstan ibaret değildir. Kur’an’da sözü edilenden daha fazla sayıda Zülkarneyn vardır. Kehfteki varlıklar ise, geçmişte yaşarken geleceğe alınmış varlıklardır. Bunlar İsa ve Mehdî gibi, hem geçmişte yaşamış hem de gelecekte yaşayacak olanlar olduğu için çift zamanlıdırlar. Hans onlara da Zülkarneyn diyor. vs. vs…

Bütün bu haber niteliğindeki çerez bilgiler bir yana, tarihteki zaman gezmenliğini, yakın tarihimizdeki zaman savaşlarını anlayabilmek için yukarıdaki bilgilerden önce bilinmesi gereken bir kavram var: Şi’ra!

Şi’ra – Allahlaw – Walhalla

Zaman gezmenliğinden söz edince Şi’ra’dan ve Walhalla’dan da söz etmek gerekir. Yoksa ne Mehdî ne de Adler’i anlamak olanaklı olmaz.

“Kur’an Araştırmacısı” ya da “Kur’an Araştırmacılığı” diye bir tip ya da meslek var mıdır, bilmiyorum ama şu “Şi’ra” sözcüğü ile eğer varsa, değme Kur’an araştırmacısının bile ilgilendiğini sanmıyorum. Peki, hiç mi ilgilenilmemiş? 1500 yıllık “İslâm” değil ama Müslümanlık tarihinde, elbette birilerinin gözüne çarpmış bu deyim. Çarpmış ve “Bir yıldız” deyip geçilmiş. Onun nasıl bir yıldız olduğunu bize Hans anlatıyor. Hep birlikte dinleyelim:

“24/36 Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tesbih ederler.”

Beyt,  ev demektir. Büyyutîn ise,  evlerden ziyade koloniler demektir. O Koloniler de ne var biliyor musunuz? Âyet ne diyor? Bu alet, o hangarlarda, uzay istasyonlarında bulunur diyor. O alet yani zaman gezmenliği yapan alet ise, Nûr 35. de tanımlanan alet. Bu aletin bir tanımı Tarık Suresidir.

Büyyutin yani uzay kolonizasyonu, istasyonu için tanım ise, Necm suresi 1. âyettir.

“İnişe geçen yıldıza”… O yıldız da Nûr-35’de anlatılan yıldız gibidir. Yine aynı alet Tarık Suresi 1 ve 2’deki yıldızdır. Yıldız gibidir diyor, yıldızdır denmiyor. Bu yıldızın adını merak ediyor musunuz? “Şi’ra”dır!

Şi’ra ne demektir? Deniyor ki, o yıldız olmasın? Meselâ Venüs vb. Fakat öyle değil. Venüs’ü Kevkeb yani gezegen diye veriyor Kur’an değil mi? Necm ise, Güneş gibi bir yıldız demektir. Fakat Nûr-35’e bakınız, tersini söylüyor. “Yıldız gibidir” Tarık’a dikkat ediniz. Yıldızdır değil, karanlığı delen yıldızdır diyor. Yıldız gibidir diyor. Misâl veriyor. Zaten yıldızlar sabittirler. Necm suresinin başındaki gibi nasıl alçalıp, konar? Alçalıp yere konan yıldız duydunuz mu? Bu işte Tarik denen sistemin Nûr-36 olan uzay yerleşim kolonileridir. Kim diyebilir ki science-fiction yapıyor Hans diye?

 

Şi’ra’nın tam Türkçe karşılığının iki anlamı var:

l. Bilinçlilerin yaptığı bir yıldız gibi yerleşim yeri.

2. Şura yani 12 konfedere devletten  oluşmuş düzenin ortak yıldızı, ortak başkenti.”

Buna göre Şi’ra ne ve nasıl bir şey? Şi’ra Hans’a göre WEMB düzeninin, uzaydaki merkezi. 13. Federasyon gibi ama merkez. “Yani WEMB Dünya Merkez Capital City’si. Şi’ra uydusu yaklaşık Ay’ın 105’de biri büyüklüğünde. Çekim sabitesi (Motorlar santrfüjle döndüğü için) yerçekimi Dünya ile eşit. Atmosfer aynı oranda. Ben 400 bin nüfuslu bir minik AY’dan söz ediyorum, hem de yapay ay… Al sana Şakkı Kamer! Yani Ayın ikiye çoğalması. 12 devlet içinde Şi’ra 13. bir devlet gibidir. Washington D.C (District Of Wash. Federal başkent). 12 dil konuşuluyor. İngilizce, Jeans (Blucin) Cola, Hamburger. Bunlar 3 asır daha moda belki de beş asırdır. Şimdi anlatmak istediğim bu düzenin kurulması ve bunun zaten Adler tarafindan kurulduğuydu.”

Böyle diyor Hans ve Şi’ra’nın gelecekte oluşacak 12’li WEMB düzeninde imâl edilecek, yıldız gibi parlayan hatta kendine parlayan bir uzay aracı olduğunu söylüyor. Büyük bir uzay aracı bu. Üstelik 400 000 nüfusu olan bir yerleşim birimi. Burada bilim ve teknoloji çok ilerlemiş.

İlginç olan şu; O yıldız gelecekte var ve orada zaman gezmenliği yapılabiliyor. O yüzden de kendisi için geçmiş olan dünyamıza ulaşabiliyor. Yani bizim için bir gelecek olması bakımından sanal ya da potansiyel bir şey ama pek âlâ bizim şimdiki zamanımızda bizimle ilişki kurabiliyor. Yani bizim için o yok ama bir zaman gezicisi olarak geçmişine yani şimdiki bize ulaşıp tarihimizi etkileyebiliyor.  Bunu kavramak çok zor. Bu zorluğu aşmak için “zaman gezmenliğinden” söz ettim ama sanırım yetmedi. Ne ki, kabul edebilmeniz için yeterli açıklama ve bilgi var ve bunları, Hans’ı anlatan daha sonraki kitaplarımda doyurucu bir ayrıntı ile vereceğim.

Şimdi Hans’ın başka bir şoklamasına geçiyorum: Walhalla’dan söz ediyor. Ona göre Walhalla, Wall-Hole’dir. Skandinav sagalarında ve dillerinde Hole, HALLA olarak kullanılır. Buna göre Walhalla, “duvardaki delik” demektir. Ve şöyle devam ediyor: “Valhalla’ya bakarsanız, Germen efsanesi olduğunu görürsünüz. Bu efsanelerde Walhalla, “Bulutların üzerinde havada duran ve Germen savasçılarının ölünce gittiği Cennet”tir. Ama gelecekte de Valhalla var.” diyor ve sonra da “Evet “Walhalla” ismi nedir biliyor musunuz? Walhalla’yı ters okuyunuz. Allah ve Law. Allah yasaları, Allah Love, Allah sevgisi. İşte Nûr-36 ve Necm suresindeki Şi’ra budur.Allah’ın isminin anılmasına izin verdiği, Büyyutin (yerleşim birimleri) ve Tarık hangarları vb. Nûr-36’da “Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tesbih ederler” denen yer bu!” diyor.

Devamında da  şöyle anlatıyor: “Nûr-35’de Tarık’ın (UFO’ların) içi yazılıyor, Nûr-36’da ise, Tarıkların “uçak gemisi misâli” konuşlandığı uzay yerleşimi, kolonisi anlatılıyor.

Allahlaw yüksek tutuldu. Orada Allah taraftarı olarak (Karşı grup değil) Allah+law adıyla anılmasına izin verilen bir Şi’ra bu. Dünya çevresine inşa edilecek olanı ise, Valhalla yani tersi. Dünya çevresine yerleştirilmiş olduğunu nereden anlıyoruz? Çünkü sabah akşam diyor âyet, yani Dünya’nın zamanına tam eşitlenmiş, Mars’ta ya da Andromeda’da değil.

Ve Şi’ra’nın Allahlaw yöresinde zaman yolculuğuna izin veren bir dönen karadelik var. Zülkarneyn “Terminatör” gibi zamanda geriye gitmesini bu halka tekilliğe borçlu. Fakat Şi’ra çok uzak ve yüksek hızda gitmeye kalksanız, iki yaşınızdaki çocuğunuz döndüğünüzde 16 yaşında oluyor. Eşinizle yaşıtsanız, o da sizden 14 yaş büyük oluyor. Kim ister ki Şi’ra gibi bir yere gitmeyi? Gidiyorsunuz, döndügünüzde gencecik anneniz, yaşlılıktan ölmüş oluyor. İşte bu yüzden Şi’ra’nın Allah+Law’ı uzakta ama onun yeryüzü şubesi olan Walhalla ise, Dünya çevresinde. İşte bunun için Necm suresindeki ile Nûr-36’daki iki istasyon farklı. Bunun için “Iki Bağ Sahibi” adlı misâllerden iki tane var. Eğer Kalem suresindeki İki Bağ sahibine bakarsanız, Kehf ile olandakinden ayni görünüyor ama, birinde Allahlav var. Yani illa ki, iyilik ergeç kazanacak. İkincisinde ise, farklı bir şey var. İki bağ birden bozuluyor.”

Demek ki, bir Şi’ra var, Hans ona sık sık “Allahlaw” da diyor ama öyle görünüyor ki, bunlar birebir aynı değil; Allahlaw, Şi’ra tarafından oluşturulmuş, Şi’ra yöresinde büyük bir uzay aracı. Orası aynı zamanda Haniflerin üssü. Bir de Walhalla var; o da ZİON bağı ve Dünya’ya yakın kılınmış. Sonunda o da WEMB düzeninin içinde yerini alacak.

“Şöyle düşünün” diyor Hans; “Dünya yöresinde WEMB için Walhalla var. Walhalla denen uydu megapolis/makropol ve aynı zamanda ortak (Common – Birleşik) Dünya başkenti bir mini Akdelik (Quasar) ve ona ardından bitişik olan collapsar şansını elde eder (Allah’tan bir rahmetttir, rastlantı değildir). Öyleyse bu Karn’dan yani girdap/vortex biçimindeki Corn’dan girerek, karşı karadelik girdabından çıkarsınız. Orası Şi’ra’nın karadelik biçiminde çoktan çökmüş (Vakıa 76’daki en büyük yemin bu çöken yıldız yeridir) ve Corn Hole olmuş çıkış ucudur.

Vakıa 75-76. … Yıldız yerlerine yemin ediyorum. Ve eğer bilirseniz, gerçekten büyük bir yemindir bu. O yıldız aynı zamanda Necm Suresi’nin başındaki “Huda” yıldızı. Huda, Hidayet edici, rotayı, yolunu bulucu, doğru yolu bulucu. “En necmü sakib”, Tarık… Necm suresinde ise, Şi’ra yani şuurlandıran, bilinçlendiren ve Şura yıldızı.  (Wemb merkezi olduğu için, Wemb Şurası’nın toplandığı yıldız.)

Oraya çıkan kişi ne yapar? Mecburen en yakın Güneş’e yönelir ki Şi’ra’dır adı… O Güneş’in gezegenleri vardır ki, ikisi bizim Güneş sisteminin (Solar system) iki gezegenidir. Kayıp iki gezegen, yani Pluton’dan ötedeki ve Tietz-Bode dizgesine uygun iki gezegen, Güneş’in karadelik biçiminde sönmüş meşhur ortağının oluşturduğu Corn/Karn’dır. Walhalla bu sırrı yakalamıştır. O Corn’dan içeri giren, bu kez karşıdaki (ki bitişik, fakat aradaki mesafe 83 yıldır, ama bir anda oraya çıkarsınız) Şi’ra Akdeliğinden dışarı fırlar.

Pekiyi Şi’ra’dan dönmek isterseniz? O zaman Şi’ra’nın ikizinin oluşturduğu karadelik CORN HOLE’undan girer, Güneş’in çöken ikizinin bulunduğu karadelik CORN HOLE’undan Güneş sistemine girersiniz. Yani bir trafik var ki, gidiş ve geliş otoyolları ayrıdır. Walhalla işte bu ekpres yolun “Bilet Gişesi” gibi bir ileri karakolunda bulunmaktadır. Buradan (Walhalla) giren karşıdan (Allahlaw) çıkar ve çok kısa bir anda bin aylık bir yol kateder. Ötede iki gezegenimiz bulunmaktadır. Bu iki gezegenimiz “mahvedilmemiş” yani CORN HOLE’dan geçerek öteki tarafta var oldurulmuşlardır (Allah’ın özel seçimi). Bir anlamda “Güneş sistemimiz ışık hızına yakın bir hız ile 83 yıllık bir güzergaha yayılmış, uzatılmıştır diyebiliriz”.

O iki gezegenin adları var. Tabii kod adları var ama benden şimdi yazmam isteniyor. O yüzden kodluyorum.

Sahel yıldızı (Süheyl olarak da biliniyor): Anlamı Sahra gibi (Sahara, çöl, Sahel ise onun sahili, yani subtropik step iklimi benzeri). Sahel’de “Bitki yetiştirilebilir. Buğday, sümbül özellikle… Sümbüle, Başak Burcu’nun yönetmen yıldızıdır (Cifir’deki burç anlamında).

2. Diğer gezegen ise hasar görmüştür. Adı “Mahvedilmiş Ay” anlamında Mavikam’dır, Mizan (Terazi) da deniyor.

Yusuf suresindeki “Güneş’i, Ayı ve 12 yıldızı bana secde ederken rüyamda gördüm” sırrının parçalarıdır bunlar… Öteki Güneş, öteki Ay (Allahlaw) 9 bizim gezegen. Onuncu bizim mahvedilmiş Ay’ımız olan “Asteroid kuşağı” ki, önceden gezegendi.

Öteki (Şi’ra’nın mahv edilen ikizi olan karadelik tekilliği) diğer kalan gezegenleri etkilemiştir. Titus sayısına bağlı bu sistem bozulunca, Uranüs’ün ekseni 90 açı derecesi dönmüştür. En dış gezegen Pluton ile Neptün’ün yörüngeleri birbiri içinde kalmıştır. Bu yüzden bazen Pluton, bazen Neptün en uzak gezegen olurlar nöbetleşe…

 

Ama asıl MAHV şudur. Ötesindeki iki gezegeni (Sahel ve Mizan) Şi’ra’nın ortağı karadelik “nakletmiş”tir. Mizan bizim Asteroid kuşağı gibi dağılırken, Sahel de (Sahil, kıyı, Sahra kıyısı) yerleşime çok uygun olmuştur. Çünkü Şi’ra güneyi ile arasındaki mesafe 131 milyon km.dir (Dünya-Güneş 150 milyon km.). Eğer Sahel bu yanda kalsaydı, Güneş’e uzaklığı 16 milyar km olacaktı ki, Güneş’i Seher Yıldızı kadar küçük bir nokta olarak görecekti ve nimetinden (ısı gibi) yararlanamayacaktı. Sahel’in SAHRA (Sahara) bölümü zaten o buzulun kalıntısıdır. Yani su naklolunmuştur. Sahel (Step, Praire) bölümü ise istihdam, ihdas ve iskân edilebilir özelliktedir. Aslında O Şi’ra’nın değil Güneş’in bir gezegenidir ama Güneş’e 83 ışık yılı öteye götürülmüştür. Buna rağmen Walhalla’nın çıkış ucu olan Allahlaw Sahel (Süheyl) de değil, özel bir Akdelik=Karadelik bölümündedir.

Onun tarifi şöyle: Oradaki karadelik özeldir. Elektrik yükü ve ışık hızında dönmesi nedeniyle çıplak karadeliktir. Yani olay ufku yoktur. İçi görünmektedir, karadelik demek bile abestir. Asıl en önemli sırrı ise düzgün bir dev Güneş iken, bir başka gezgin galaktik karadeliğe yakın geçmiş ve yumurta gibi ovalleşmiştir. Böyle yıldızlar karadelik olarak çökerken, eliptik olduklarından bir tek merkeze değil, elipsin iki odağına doğru çökerler. Yani sistemleri kararsız kalır ve çökmeyi başka türlü gerçekleştirirler: İki odakta önce iki hörgüç (Asya devesini anımsayınız) oluşur (Gamma tipi çökme). O arada iki odak dışında bir de merkez (Özek) olduğundan, o noktaya üçüncü bir hareket daha oluşur. O zaman inanılmaz bir manzara ortaya çıkar: İki hörgüçe bir de uzun boyun ve merkeze toplanmış kitlenin oldurduğu küçük bir baş ekleyiniz. Orada bir deve oluşur (Ters çevirirseniz Arapça Allah yazısını okuyabilirsiniz). Ya da gök yılanı… Ya da bu biçimde çatlamış bir gökyüzü… Arkasını gösteren bir çatlak (Crunch).

Çatlaktan görünen manzara ise paralel evrenin ta kendisi… Ama Kıyamet’e doğru bir paralel evren… Orada genişleme durmuştur ve geriye doğru büzülme başladığından öteki (else) evren kararıp soğuyacağına, tersine büzüldükçe ısınmaktadır. Zaman oku tersine dönmüştür, termodinamik oku da… Paralel evreni bizim ikizimiz olan Anti-evren ile karıştırmayalım, bunun adı negatif evrendir, ya da zıt-paralel evren (Rabbil Alemin’inin o kadar çok alemi var ki… Hamdolsun Alemlerin Rabb’ine…) .

Antimadde evreni ile aynı zamanda aynı şeyleri yaşayacağız. Ama bu sözünü ettiğim evren ile senkronize değiliz. Çatlağın arkasında görünecek olan bu evren sanki biri elinizde okuduğunuz gazeteyi çaktırmadan tutuşturmuş gibi alev alev yanmaktadır. Gazetenin arkasında bu alevi görmektesiniz. Gökyüzü kızarmış bir gül gibi alev almıştır. Orası adeta bir Cehennem’dir… İşte Deccal o doğanın yaratığıdır. Çatlak (yani gök yarığı olan asimetrik çıplak tekillik) deve biçiminden başı kalın, kuyruğu çok ince bir gökçatlağına dönüşmüştür o gün… Başı (perçem) ve topuğu (kuyruğu) arası binlerce ışık yılıdır. Artık iki evren orada boğazlaşmıştır. Ama bir çatlak biçiminde berzah olmuştur ki artık ona Berzah değil; “Devenin iğne deliğinden geçmesi” demekteyiz.

Baş’tan İsa (Mesih) topuktan ise Deccal bu evrene transfer olurlar. Baş (Perçem) bölümü bir başka paralel evrene (İlliyyin) açılmakta, fakat tam tersine kuyruk sokumu olan en uç ise Siccin denen bir paralel evrene açılmaktadır (Bir karadelik yeteri kadar büyükse, tüm paralel evrenlerin ortak kapısı olur). Kur’an’daki misâli “Açık sayfaların bir tomar gibi bükülmesidir. Büken ise karadeliktir (Ayrıntı Enbiya 104’de). Açık sayfalar ise sonsuz tanedir. Yani kalın bir cildin sırtı olarak düşününüz uygun bir karadeliği.

İki evren birbirine Şi’ra kapısında değer. O çatlak ardındaki içerik bu tarafa geçmez. “Kaldır başını bak gökte bir çatlak görecek misin?” Âyetini anımsayınız. Üstelik ötedeki evrenin doğası oradaki canlılara uygundur. Ters termodinamik yasasını bir gün yazarım Allah inşa… Deccal’in yurdudur orası. Asitler ve bazlardan oluşan bir Dünya…”

Böyle anlatıyor Hans. Nasıl anlatmaksa, Şi’ra’dan paralel evrenlere, paralel evrenlerden Deccal’a kadar sayıp döküyor. Sonuçta Şi’ra diye bir yıldızın olduğunu, bu yıldızın yanında Allahlaw adında bir uzay üssünün olduğunu ve bu üssün, Hanif kampın üssü olduğunu, Dünya’ya oldukça uzak olduğunu ama o üssün Dünya’ya yakın olan başka bir şubesinin olduğunu, adının Walhalla olduğunu, buranın da Zion grubunca yani iki bağdan kötü olanınca kullanıldığını, gelecekte Dünya’da WEMB düzeni kurulunca buranın WEMB düzeninin içinde yer alacağını anlıyoruz.

 

ARMEGEDON SAVAŞLARI:

Şimdi önce neyi konuştuğumuzu ve sözün nereden nereye geldiğini toparlayalım. Size Svastika’nın nasıl WEMB armasının yerini aldığını anlatmağa çalışıyorum. Bunun için de, bu olayın öncesinde bilinmesi gereken şeylerden söz ediyorum. WEMB arması ile Svastika’nın nasıl yer değiştiğini ve bu yer değiştirmenin ne olduğunu anlayabilmek için, önce “İki bağ’ın” bilinmesi gerekiyordu; anlattım. Bu iki bağın, Zion ve Hanif projesi olarak iki kamp halinde Şi’ra’da yer aldığını, özellikle de burada Walhalla ve Allahlaw olarak mekân tuttuğunu gördük. Bu iki grup, Dünya’nın ekonomisi, siyasi düzeni, teknolojisi üzerinde etkili olabilmek için, Dünya zamanı üzerinde ve gerektiğinde parapsikolojik yöntemlerle savaşıyorlar. Bu savaş Hânif grubun giderek etkisini arttırması yönünde devam ediyor. Gelecekte daha açık ve acımasız haliyle ortaya çıkacak ve “Armegedon Savaşları” adını alacaktır.

Şimdi Hans’ın söylemine göre, bu Armegedon Savaşlarını anlatmak istiyorum.

Anlaşılan o ki, halen var olan bu iki merkez, iki bağ ve yandaşları, iki ayrı proje ile İbrahim’den beri tarihimizi yönlendirmek için birbirleri ile savaşıyorlar. Büyük bir olaslıkla ARMEGEDON’un asıl anlamı burada… Hazır yeri gelmişken bu arada biraz Armegedon’dan da söz etmeliyiz:  Asıl isim, bir yerin adı. O yerin adı Arma de Geddon. Arapça’dan yok edilen G harfiyle DeGGal olarak yazılıyordu aslında… Geddon (İbranice), eşi benzeri bulunmayan demek. Arma ise Zırh demek (Armour ve Army ile akraba kelimedir). Armada, donanma (gemi askeri) demek. Buradaki gemi ise, uçan gemi elbette… Yani bildiğimiz Şi’ra kapısıyla bağlantılı… Yaşayanlar görecek!

“G” harfi şiddetli olduğunda bela, musibet demektir (Gog Megog ya da Gog-Mog gibi). İbranice’de “G” harfi çok kullanılır. Arapçada yoktur. Örneğin NaGeV, Necef gibi. Oysa buradaki “G” harfi ile sondaki “V” harfi Kur’an’dan çıkarılmış yerine Ğayın ve Cim ile Vav getirilmiştir…

Army, ordu; arma, donanma; Geddon ise, Şi’ra yıldızı ileri karakolu. Bu karakol Nûr-36. Âyetteki “Büyutin” yani koloni evleri olarak geçiyor. Burada 40’lar meclisi var. Başkanı da Hızır. Deccal, bizim evrenimize buradan girecek. Onun “Beast” ve “Lynx” gibi başka isimleri de var. O, Sphynx’e Şi’ra’dan girecektir. Arş’ın ayağının bir bölgesinden…Asıl ve nihaî Armegedon Savaşları, Deccal’ın Şi’ra’dan girmesi ve Hızır’la savaşmaya başlamasıdır. Bu savaş Hanif-Zion savaşlarından tamamen bağımsız, bağlantısız değil. Sonuçta Deccal, Zion grubunun güçlenmesi için hatta Zion mesihi olarak devrede.

Şöyle düşünmek uygun görünüyor; bir Armegedon Savaşı var ve bu temelde Hanif-Zion savaşı. Buna göre 6000 yıldır şu ya da bu biçimde hem yukarıda  (Dünya dışında)  hem de burada (Dünya’da)  yaşanıyor. Armegedon, bu uzun süren savaşın adı. Son raundda devreye Deccal giriyor ve onun birinci derecede muhatabı Hızır. Şi’ra’da başlayan Armegedon’un son raundu, yer yüzünü de içine alacak. Hatta daha önce Adler olarak gelmiş ve yeryüzü sahnesinden geri çekilerek ileri zamana alınmış olan Mehdî de bu Armegedon savaşının bir parçası. Bu yüzden, Hans ve yakın grup çevresi, Armegedon’a “Adler-Hitler Kavgası” ya da “Alias ile Alois Savaşı” da diyor.

Hans, “Armageddon savaşları geçmişte olmadı sadece… Gelecekte de olacaktır. Yahudilerin Messiah’ı (Mesih) Deccal ve Müslüman ve Hristiyanların Messiah’ı İsa Mesih.  Bazı papazlar müstesna, bütün Hristiyanların tamamı Müslüman olacaktır” diyor. Bu bence Şi’ra’da başlayan son raundun, Dünya’ya yansıyan ya da uzanan biçimi.

Başka bir e-söyleşisinde de Hans Armegedon savaşlarını şöyle ayrıntılandırıyor:

“Armageddon savaşları… Deccal paralel evrenden bir yaratık demiştim. İki evren aynı anda birlikte yaratılırlar. İki evren iki ayrı odaktan genişler, iki evren en geniş noktaya ulaştıklarında, iki şişen balonun birbirine değmesi gibi birbirine yaklaşır. Değme bir tek noktadan olur.

O değilen kapı Şi’ra’dır. Orayı Kırklar Meclisi, geleceğin watcherleri bekliyor. Bu evren C atomu Tuz ve Su. Öteki evren ise, bunun tersi, tuz asidi ve Sudkostik. İkisi tepkimeye girerse, ortaya NaCl ve H20 çıkar… C yerine Si(lisyum) H2O yerine Nişadır… Bunlara değinmiştik… Bizdeki SU o Deccal’lere ASİT etkisi yapıyor ve tuz ise, ölümcül oluyor. O temas kapısından bir yaratık, Deccal giriyor. Aynı kapıda, İsa’yı da bekleyen Allahlaw/Walhalla Armada’sı (Donanması) var. O ilk temasta Armada GAD savaşını yapıyor ve Şi’ra’lılar vahşice öldürülüyor…

Armageddon savaşında yeniliyor Hanifler… Yaratık Dünya’ya geliyor… Geldigi paralel evrende zaman bize oranla Asenkronize.

Şimdi bu asenkronizasyonu anlatmalıyım. Everenin ilk patlamasında şiddetli etkinliklerde ve ilk salisenin milyonda birinde madde ve antimadde bitişik olarak vardı. Yani daha iki adet % 50 olarak bölünmemişlerdi. Bir süre sonraki soğumayla birlikte madde ve antimadde birlikte yaratıldı (Biri olmadan digeri olmaz ilkesini unutmayalım.) Yani bir salise kadar zamanda  ileri giderek yaratıldılar. Ancak Antimadde bizim tersimize zamanda İLERİ değil geri giden bir doğaya sahip… Yani en başta yaratılsalardı eşit ve senkronize (eşanlı) birlikte iki zıt yönde genişleyeceklerdi. Ama bir süre sonra zaman ileri iken yaratıldılar. Madde (Biz) zamanda ileri giderken, Antimadde evreni ise, küçük bir asenkronize farkla geri gitti. Bu, evren-antievren ikilemesidir. Aynı anda iki ayrı odaktan “Biri bizim pozitif diğeri Negatif” olan bir çift evren daha doğdu bunların da birer madde ve antimadde eşleniği vardı…

Aynı anda “Paralel evren çifti” ve aynı anda “Antiparalel evren çifti ve bunların negatif-pozitif ve madde-antimadde çiftinçiftleri de oluştu. Bunların tümü bir süper uzayda (Asağı misâl aleminde) oluşmaktadır… Biz halen o evrenler kentinin içinde bir ODA’yız… Ama küresel bir oda… İki odaktan iki küre oda genişliyor ve eninde sonunda birbirine değiyor. Fakat bir asimetri (Asenkronizasyon farkıyla). Deccal’ın bu zaman avantajı var… Herkese her an yetişiyor ve sahte Cennet gösteriyor. Nişadır su ikram ediyor. Kırklar meclisinin başkanı Dedem Santa Korkut (Hızır) işbaşında… Devreye giriyor ve Deccal’ın “Asenkronizasyonunun negatif farkla (Sanal zaman saniyesiyle) önüne geçiyor… Herkese ulaşıyor… “Birazdan arkanızdan gelecek olan Deccal’dır. Size sahte Cennet ve sahte sular ikram edecektir, inanmayın. Mecbur kalırsanız onun Cehennemine girin orada buz gibi sular içeceksiniz. O bir Hollowgramdır, Halloweengramdır. Onun suyu Nişadır’dır.Vücudunuzdaki tüm tuzu çekip alacaktır, yanılmayın…” diyor. Deccal bu işe çok bozulacaktır: Herkesi bir asenkronizasyon farkıyla yakalayan Deccal, iki adım önündeki (Zamanda iki saniye gibi) Hızır’ı yakalayamamaktadır. Kişileri bir saniye geri alabilmekte olan Deccal, istidraçlar (olağanüstü parapsişik yetenekler) göstermektedir… Örneğin, öldürüp yeniden diriltmektedir. Hızır’ın uyaracağı hiç kimse kalmayınca ya da Dehr denen zaman enerjisi bitince Deccal onu yakalayacaktır. Yakalayacak ve Hızır’ı öldürecektir. “Külli nefsin zaikatül mewt” çünkü…

Hızır ölecektir, yani kendini feda edecektir… Çünkü Şi’ra kapısından başlayan istilaya tıkaç biri geliyor… O, “ödeme dengeleme” gereği, Şi’ra’dan bizim evrenimize gönderilen Deccal’ı dengelemek üzere gönderilen Ruhullah İsa’dır. (Artık adı İsa değil, Mesih / Messiah’dır). Hızır dahil hiç bir kimsenin öldüremediği Deccal’i ayni evrenden aynı doğa yasalarıyla geldiği için birebir öldürme yeteneğine sahiptir… Ve de öldürür…”

Hans Armegedon savaşları’nın son raundunu böyle anlatıyor. Anlattığı şeyler gelecekteki olacak olanlar. Oysa ben size yakın geçmişteki Mehdî olan Adleri anlatmaya çalışıyorum. En son kaldığım yer de WEMB armasının nasıl Gamalı Haça (Svastika’ya)  dönüştürüldüğü idi. Bunun için size “Zaman Savaşlarını” anlatıyordum. Zaman gezmenliği ve UFO’lardan söz etmemin de nedeni buydu. Zaman savaşları ile zamanda gezmenin bağlantısı açık. Peki UFO’lar neyin nesiydi? Neden onlardan kısacık da olsa söz ettim? Söz ettim çünkü;  onlar Hans’ın söyleminde zamanda gezme araçları! Peki bunlarla kimler geziyor ve ne yapıyorlar? İki bağın elemanları bu araçlarla geziyorlar ve tarihimiz üzerinde oynuyorlar. Peki Şi’ra’dan niye söz ettim? Ettim; çünkü Şi’ra, iki bağın zaman gezmenlerinin merkezi! Allahlaw ve Walhalla gibi iki ayrı istasyonu var. Armagedon, işte bu iki istasyon arasında ve tabi gelecekte yaşanacak olan son raunt. Başlayacak, yaşanacak ve Dünya’ya da uzanacak olan bir son raund.

Hans’ın yorumuyla “Armegedon Savaşları”nı da kavrayıp iki bağın ya da iki büyük projenin büyüklüğünü, gücünü ve tarihte yerlerini nasıl aldıklarını gördükten sonra, yine daha önceki soruya dönebiliriz: Peki WEMB arması nasıl Gamalı Haç olmuştu? Ve niçin Gamalı Haç’ın hemen yanı sıra Adler’den söz ettim? İkisi arasında bağlantı çok sıkı da ondan! Zion ve Hanif kampları arasındaki savaş, öncelikle zaman üzerinde oynanan savaştı ama bu savaş ne doğrusal zamanın akışını değiştirmekle ne de “Dehr” denen Kehf türü donmuş blok zamanların açılması ile ilgiliydi. Bu zaman savaşları, bizim tarihimiz üzerinde oynanan oyunlardı; bizim tarihimiz üzerinde onu değiştirmek üzere yapılan savaştı. WEMB armasının Gamalı Haç’a ya da Sivastikaya dönüşmesi, bu savaşın yeryüzünde Zion grubunun Hanif gruba attığı bir golle ilgiliydi.

WEMB ARMASI NASIL GAMALI HAÇ’A DÖNÜŞTÜ?

Hans’ın dediğine bakılırsa, en son sıcak kapışma 1935’lerde başlamış ve WEMB arması bu kapışmadan sonra Gamalı Haç’a dönüşmüş. Aslında bu da o, 6000 yıldır süren Armegedon Savaşlarınının kapsamında. Hans’ın yakın grup çevresinin, bu 1935-1940 arasındaki kapışmaya “Adler-Hitler Kavgası” ya da “Alias ile Alois Savaşı” demeleri de boşuna değil!

Hans’ın dediğine göre, WEMB düzeninin egemen olduğu Şi’ra’da bir deney yapılacaktı. Bu deneyde bir Hibrit (insansı) geçmişe gönderilecekti.

İşte burada yapılan bir deneyden ve zamanda kaydırılacak bir Hibritten söz ediyor Hans. “Bu iş için, bir Hybrit, bir “Tarık” yani çan biçimli uçandaire ve bir ekip hazırlanmıştı” diyor. Tarık sözcüğü için de şu sözlük tanımlamasını veriyor: “Tarık, Arapça, tokmak gibi sert çarpan, çarptığı yerden geri firlayan demektir” diyor. İşte bu Tarıkla yani zaman gezmeni olan UFO ile, bir başka deyişle Durakhapalam’la bir Hibrit, zamanda geriye gönderilecekti. Bu, yapay ya da kırma bir insandı. Şi’rada imal edilmişti. Gittiği yerde de asla tarihe karışmayacaktı. Onunla gidecek olan ekiptekiler de tarihe müdahale etmemeye kararlıydılar.

Bu bilimsel çalışmanın içinde Yahudiler de vardı; çünkü Adler düzeninde kesinlikle ırk ayırımı yoktur. Bu yüzden,  normal bilim adamları gibi onlar da o araştırmanın içindeydiler. Ama hareketten önce bir gece birileri o aracı eline geçirdi. Onların tamamı Yahudiydi. 7 kişi Tarık’ı (Dhurakapalamı yani TT’yi) çalıştırıp kaçırdılar. Bunlar birinci ekipti ve Hans bunlara “Ayneşşeytan Ekibi” diyor. Kayıtlarda onların araçları Zero-N’ adını alıyor. Hans, Ekiptekilerin isimlerini şöyle veriyor: Einstein (Ayneşşeytan), Marx, Freud ve Wolf Messing, Alois Hiedler (Hitler’in babası), Benjamin Disraeli (Levi Stahl), Yahudilerin Filistin bölgesine toplanarak bir devlet kurmalarını ilk defa öneren ve Dünya Siyonist Örgütü’nü kuran, Theodor Herzl’di.

Bunlar, geçmişe WEMB değil, ZİON düzeni kurmak için yola çıktılar…Yer yüzünde, Adler  (Alias Olof Adler) vardı. 1940’lı yıllarda  (yazılmamış tarihte) işbaşı yapmıştı ve WEMB düzenini yerleştirmek üzereydi. Âdil idi. Zaten bir adı da “Adel”di. Annesinin de adı Adaleid (Adalet) idi…1943 yılında Almanya’nın başındaydı.

Rusya’ya değil; İngiltere adalarına çıktı. Adaları fethetti. Rusya’da donmaya gitmedi. Faşist, Nazi de değildi. Çok çok iyi bir insandı. Amacı eşit paylaşımlı 12 blok devletten oluşmuş hakça bir sistemi, WEMB düzenini kurmaktı.

Bu arada teknolojiyi öne aldı. Atom bombasını da imal etti. Böylece V-3 Roketleriyle Amerika’yı tehdit etti. ABD’nin Arizona çölünde ilk atom bombasını denediği yere, hem de Hiroşima-Nagazaki kentleri yerine iki bombayı balistik ile gönderdi. Amerika böyle bir şey karşısında şaşırdı. Şartlarını sordu Adler’e. Adler “Siyonizm, çıkarcılık, Dünya’yı Yahudi tüccarların eline vermek yok” dedi. 12 ülke bir araya gelecek. Patron yok, konsey (şura) var. Eşit-eşgüdümlü paylaşılacak. Zengin ve fakir olmayacak. Sokakta yatan ve trilyarder her ikisi de olmayacak. Herkes dolar bazında diyelim milyoner olacak. Rusya da Amerika gibi Siyonistlerin elindeydi, güçlü ve sivriydi. Ama Çernobil denen bir kentte patlatılan Adler Atom bombasıyla teslim oldu. Yahudi diye bir hegemonya kalmadı. Yahudiler de tam tersine eşit olarak katılımdaydılar. Herkes gibi onları da sevgiyle kucaklamıştı Adler!

Adler’in ABD’ye verdiği deklarasyon şuydu:

1. ABD+Britanya Adaları+İrlanda+Yeni Zelanda+ Kanada+Avustralya+Güney Afrika Birliği tek bir devlet halinde birleşecekler. Bu konfederasyon, diğerlerine (Slav birliği, Arap birliği, Bantu birliği vb.) de örnek olacaktı.

2. ABD Siyonizmi terk edecekti. Yahudiler hakkaniyetle ve servetleriyle birlikte Baja California yarımadasının tamamına iskan olacaklardı. Yani Arzu Mev’ud şimdi Meksika’da kalan o süngü gibi yarımadada, Pasifik’e bakan yarımadada kurulacaktı. Yahudiler de bu Dünya’nın insanı olarak ve eşitlik ilkesi gereği, bağrımıza basılacaktı. Yani Yahudi kendi dışındaki milletlere düşmandı ama bu durum ortadan kalkacak ve artık birlikte dost olacaklardı! Adler, Yahudi’ye bile eşitlik, barış ve Arzı Mev’ud getiriyordu.

Böylece Adler, Amerika’yı ele geçirmişti. Koskoca kıtayı Anglo-Sakson ve İspanyol olarak ikiye bölmüş iki devlet yapmıştı. Orta-Asya’yı Bering Denizi’ne kadar Turan’a vermiş, Türk’ü Alaska’dan Amerika’ya komşu yapmıştı. Ural dağlarına kadar tüm Sibirya’yı da Fin-Macarlara vermişti. Arapların tümü bir devlet ve Afrikanın kuzeyi de onlarındı… Arap böyle Arap olmamıştı… Fas’tan Basra körfezine kadar koca bir konfederasyon, Afrika’nın altında kalan ise, tek bir devletti. İşte tam bu sırada “Ayneşşeytan Ekibi” geldi ve Alias Olof Adler’in yerine Hitler’in babası Alois Hiedler geçirildi.

Adler 1945’de, içinde 8 saat geçireceği Kehf’e alındı. Bu Dünya zamanı ile yaklaşık 300 küsur sene ileriye sektirilmek demekti. Böylece Hanifler düzeni olarak WEMB düzeni yıkılıyor, yerine Yahudi çıkarının ve efendiliğinin korunduğu yeni bir düzen geliyordu. Bu yeni düzenin temel amacı, Siyonist efendiler ve komünist köleler oluşturmaktı. Bu yüzden Dünya’da hızla iki blok oluştu. Bu bloklar:

Siyonist efendilerle, Siyonist efendilere yakın kılınmış, Refahçı batı Avrupa /

Kuzeybatı Avrupa / ABD / Kanada / Avustralya  idi.

b)  Diğer blok ise, Meksika / Amerika’nın tamamı, Afrika’nın tamamı, Orta-Güney-Doğu Avrupa ile tüm Asya’nın tamamı idi. Bu gruba Türkiye’de dahildi. Bunlara komünist olma yazgısı biçilmişti. Böylece Siyonist Yahudi, efendi olacak, kendilerine yakın kıldıkları, bu efendilerin ihsanları ile geçinecekler, geri kalanlar ise, komünizm ideolojisinin güdümünde sürüneceklerdi. Yani efendiler “Zevk sürecek”, Goyim denen konuşan hayvanlar da robot gibi üretecekler ve boğaz tokluğuna yaşayacaklardı. Hesap, plân, düzen buydu.

Ne ki, Walhalla’dan kaçırılan araç üzerine Şi’ra da boş durmamıştı elbet! Geride iki araç daha vardı ve bunlardan birincisi yine Walhalla’da yapılmıştı. Adı 1L (Wanel) idi. Hibriti onunla göndermişlerdi. Kafdağına düştü. İfritlerle çarpışıp kaza gördü. Androidler feda edildi. Yine de Ayneşşeytan ekibinden hemen 2 gün sonra Şi’ra (Allahlaw) Timebulance’ı yola çıktı. Bu üçüncü ve sonuncu ekibin geldiği aracın adı 1N (Wanen)’di. İlerde, zaman gezmenliği konusunda açıklayacağımız 14 sayısı yüzünden yine de geç kalmışlardı. Şi’ra’daki iki günlük zaman farkı, Adler yerine Hiedler’in konmasına ve Dünya’nın yangın yerine çevrilmesine yetmişti. Allah onlara bir fırsat tanıyordu elbette… Onların ilk gelişleri nedeniyle tarihi ilk onlar değiştirmişlerdi ve Adler 365 yıl ileriye tehir edilmek üzere Kehf’e alınmıştı.

Ne var ki, Hânif ekibi de gelmişti. Zion ekibinin zaman gezme araçları Zero-N, Hânif ekibin zaman gezme araçları Vanen (1-N) olarak adlandırılmaktadır. Vanen ekibi de bir süre sonra geldiğinden iki proje ya da iki kamp, yer yüzünde kitlelerin fark etmediği bir savaşa tutuşmuştu. Hanif grubu büyük bir direnç oluşturmuş, Ayneşşeytan ekibinin tekerine çomak sokmuştu. Halen Siyonist efendiliği sürmektedir ama bir çok bölge komünist sürünmeden kurtarılmıştır. Hanif direnişi sayesinde Balkanlar, Türkeye, İran, Araplar ile Hindistan, Pakistan, Afrika tamamı, Orta ve Doğu Avrupa ile Güney ve Orta Amerika, köleleşmekten kurtuldu. Ama yine de tüm Dünya’nın Siyonist Yahudi efendilere çalışması engellenemedi.

Ortaya çıkan tarih ise, “Graceland” ile “exodusland” ya da “Alias ile Alois Savaşlarının” tarihi olarak, her iki kampın da projelerini tam gerçekleştiremediği kırma bir tarih oldu!

Bağdadî’nin batı kolu olan ve Hanif grubun batılı bilim kolunu teşkil eden Zig-Zag  topluluğunun yapmış olduğu bilimsel çalışmalar sayesinde, Doğu Almanya’daki duvarın yıkılmasından sonra ibre, hızlanan gelişmenin Hanif projesine doğru olduğunu göstermektedir. Böyle bir gösterge var olmasına vardır ama yine Dünya’da Siyonizme ve paranın gücüne dayalı bir egemenlik sisteminin var olmadığını kimse söyleyemez.

Diğer taraftan “Wanen” ekibinin yaptığı işleri de küçümsemek mümkün değildir. İki projenin tokuşmasının yol açtığı değişiklikler asla gözardı edilecek gibi değildir. Örneğin, Adler’in yerini kısa sürede Hiedlerin oğlu Hitler aldığından, İngiltere zaptedilmedi; kışın ortasında yazlık elbiselerle Moskova’ya yüründü. Savaşmadan 6 milyon Alman askeri donarak öldü. Almanlar Atom Bombasını başarmışlardı. Hitler bu nimeti kullanacağına,  bu bombayı yapan bilginlerin tamamını sürdü ya da kaçırttı. Onlar da gidip Amerika’da bu işi denediler ve kabak Japonların başına patladı. Sonunda Hitler yenildi ve intihar etti.

Peki bu arada “Gamalı Haç” nasıl oluştu?

Köşeli yazılan W E M B harflerinden oluşan WEMB’yi birleştirerek gamalı haç yapan, Hitler’in babası Alois Hiedler’dir…Böylece WEMB’in yerini NSDAP diye bir şey aldı.

WEMB arması şimdi Gamalı Haç gibi duruyor. Yani biri çıkıp bu armaya “Naziler” diyebilir. Hans: “Karşı bağ kurnaz, bizim soylu ve yükselen değerlerimizi alıyor ve kullanıyor. Adalet-Kardeşlik-Özgürlük vs… Bunlar masonların değil; bizim sözcüklerimizdir. Kutsaldır hem de… Kardeşlik de… Ama gel gör ki, bu Masonik slogan olmuş. Kardeşlik yani uhuvvet Mason Biraderliği, Big Brother vb. haline getirilmiş. Yönetici olarak, Adler yerine vahşi Hitler getirilmiş. Parapsikoloji yerine Freudism psikolojisi ihdas edilmiş. Giderek o kutsal terimleri ve sloganları kullanmaya korkar hale getirildik. Marx bu düzeni bizlere zamanda geri giderek “komünizm” diye yutturdu. Oysa Mighty’nin WEMB düzenin ta kendisiydi…

Sonuçta 1945 yılındakı WEMB yerine NSDAP diye bir şey geldi. WEMB arması olan bu dört harfin yerini SVASTİKA aldı. Alias yerine Alois, Adler yerine Hiedler. Hiedler yerine de oğlu Hitler!”

Bu söylenenler, gözalıcı bir hayal gücünün ürünü gibi görünebilir. Peki bazı mitoslarda ve 1935-1950 arası çekilen uçandaire resimlerinde açıkça okunan “Wanen”lerin, “Wanem”lerin, “Wanel”lerin ne işi var?

Hans, bazı mitosların ve onlardaki anlatılan olay, isim ve sembollerin gelecekten getirildiklerini söylüyor. Bunlara bir örnek Germen mitoslarındaki WANEN’ler. Daha İngilizce yokken, one yani “van” okunmazken “n”, “en” sayılmazken “1N” yani “Wan-en” ortaya çıkıyor. Bu durum zaman gezmenliğinin dışında ne ile açıklanabilir?

“Germenler mi sadece? Hint efsanelerinde çizimlerine kadar Vimana’lar var. Tibet’de uçan tabaklar “Vaidorglar” var. Wanen yani uçan deniz kabukları var. Bir de 1N var. İngilizce okuyorsunuz: “one-en”. Wanen.”Geçmiş mi geleceği etkiliyor, yoksa gelecekten geçmişe bir geri tepme mekanizması mı var?” diye soruyor Hans.

İkinci yürek hoplatıcı sürpriz de şudur: Üçüncü ekibin yani Vanem’lerin gelmesinden sonra, Dünya’da bilim ve teknoloji hızla ilerlemiştir. Şok yapan nokta bu alanı her iki tarafın da desteklemesi ve özellikle Zig-Zag ekibinin, gerektiğinde resmi bilim adamları ile birlikte çalışmalarıdır. Bugünkü Müslüman dünyası ile bilim ve teknik çalışmalarını yanyana getiremezsiniz elbet! Ama ilginç olan şu ki, her iki kanadın bilimsel çalışmalarına rehberlik eden çok önemli ve çok gizli bir şey var. O ne midir? Mevlânâ Halid-i Bağdadî’nin “Hızır Tezkiresi”dir! Bağdadî, tarikatını kurmuş ve iki kola ayırmıştır. Şam’da oluşturup batıya gönderdiği grup, bilim adamları grubu idi. Bunlar “ZİG-ZAG” adı altında örgütlenip, batıdaki bilimsel gelişmeleri hem izlemişler hem de yönlendirmişlerdir. Bu işte kendilerine rehberlik eden şey ise, doğudan gelen Hızır Tezkiresi’nin parçalarıdır. Bunlardan ileride daha ayrıntılı olarak söz edeceğim.

Yine umulmaz şoklanmaları göze almanızı öğütleyerek, biraz da ilginizi Hitler’e ve onun arka yüzüne çevireceğim.

 

 

Mustafa Öz