Hani “Debbeymiş, Zülkarneynmiş, Ye’cüc Me’cücmüş, Deccalmış, Şeytanmış… Ne bunlar böyle?  Câmi mi yahu burası? Biz bu sitede Cuma vaazı mı dinleyeceğiz?” gibisinden celâllenebilirsiniz… Belki de canınız sadece Kryon ya da Philaides muhabbeti istiyordur! Pekâlâ Zülkarneyn’i öğrenmek yerine gizemli bir UFO öyküsü isteyebilirsiniz. Bizim menüde o da var elbet ama bu ara sofrada bunlar var. Üzgün müzgün değilim.

Bu arada ilginizi şuraya çekmeme izin verin: Yeni Çağ’çılar hiç kuşkusuz yeni bir bilinç düzeyinin ve buna bağlı olarak yeni ve tüm dünyayı tutacak olan spritüel bir kültürün öncüleri. Gerçi onlar olayı bu boyutta ele almaktan uzaklar ama sonuç oraya varacaktır. Demem o ki, yeni ve farklı bir kültürün öncüsü olmak ne eski kültürlere uzak ve yabancı ne de onlara düşman olmayı gerektiriyor. Bu canım cicim öncüler, bu topraklarda İslâm kültürünü, Osmanlıyı, Atatürk’ü, Selçukluyu bilmeden nereye gidebileceğini sanıyor?

Leydi iz centilmenlers! Önünüzde koskoca bir İslâm kültürü ve geniş bir Müslüman kitle var. Bunu görmezden gelemezsiniz. Ülkemizde Yeni Enerji’ye uyum sağlayanların işi ne sanıyorsunuz? Bu kültürün içindeki insanlara Yeni Enerji adına, yukarıya çekmek üzere ellerini uzatmak! İş budur, sorun budur, konu budur, durum budur!

Ve işte Hans. Ülkemizdeki ve dünyadaki Müslümanlara bilinç sıçraması yaptırmak üzere görevlendirilmiş kişilerden biri. İslâmî kavramlar şimdi onun prizmasından geçerek bir daha tanımlanıyor ve içerik kazandırılıyor. Ve o öylesine görevine lâyık olarak seçilmiş ki, İslâmî kavramları yenilerken aktardığı ışık, tüm dünyanın ışık düzeyini kavrayıp kapsayacak nitelikte. Siz bile kavramlarınızı onun ışığı ile doldurup, içinde bulunduğunuz öğreti ve farkındalık düzeyinde kendinizi yükseltebilirsiniz. Kaldı ki, spritüalistlerin, Yeni Çağcı’ların pek öyle dişe dokunur kavramları ve bu kavramlara ilişkin bilgileri yok.

Size şunu diyorum: Hans’ı dinlemek için kendinize izin verin, zaman ayırın. Onun sizin bilgi ve ışık düzeyinizin de üzerinde olduğunu anlayacaksınız. Onun sizi de besleyebilecek düzeyde olduğunu anlayacaksınız.

Ben burada ondan naklen yayın yapıyorum. Kavramlar eski. Aslında kavramlar eskimez, olan içeriklerine olur. Eskiyen içerikler, yenilenebiliyorsa yenilenir, yenilenemiyorsa kavramların bir kısmı rafa, bir kısmı kilere gönderilir. Bu olurken kimsenin de ruhu duymaz!

Şimdi Müslüman coğrafyadaki kavramların içerikleri düzeysiz ve bayat. O yüzden, genç kuşakların zihinlerini doyurmuyor. Bu da bir çok insanı İslâm’a ve İslâmî terimlere uzak ve hatta küs kılıyor. Özellikle şu da ilgi çekici: Şimdi baskın kültür Batı kültürü olduğu için her terimin, her kavramın Amerikan İngilizcesi ile olması gerekiyor gibi geliyor size. Hayır, böyle bir zorunluluk yok. Mevcuttan daha güçlü olan ışık, hangi dile bürünüp geliyorsa, o dil ve o kavramlar öne geçmek zorundadır. Kendini Kryon’a açan, zaman içinde Amerikan İngilizce’sini öğrenmeğe, Don Juan’a açan, Yakui dilini öğrenmeğe, Maharaj’a açan Hintçe’yi öğrenmeğe heves edecektir. Muhiddin-i Arabî okuyan Arapça’ya yönelecektir. Hiç merak etmeyin, Hans okuyanın önce Türkçe öğrenmekten başka çaresi yok. Ama o, suyunu İslâm dünyasına taşıdığı için, Hans’ın ışığına ulaşmak isteyenler ister istemez birkaç İslâmî terminolojiyi öğrenmek zorunda. Bu öyle gözde büyütülecek bir şey değildir. Yalnızca duygusal olarak bilinçsizce karşı çıkmalarınızı denetlemeniz yetecektir.

Ve işte huzurlarınızda Zülkarneyn…

Kur’anî bir deyimdir bu. Kehf 83-98’de çok özet bir öykülendirme içinde verilmektedir: Bu öykü Hans’a uyarlanmış(!) haliyle şöyle: “Sana Zülkarneyn’den  (çift zaman sahibi iki boynuzludan yani bir çift boynuz oluşturan iki karadelik ucundaki kirişten sıçrayarak gelenden) soruyorlar. De ki, “Size ondan bir hatıra anlatacağım!” Gerçekten de biz onu yer yüzünde güçlü kıldık. İhtiyaç duyduğu her araç-gereci sağladık. O da uçandairesi ile batıya doğru bir yol tuttu. Vardığı yer Missisipi Deltası idi. Orası suyu, çamuru bol bir yerdi. Hatta aracı bu yüzden çamurlanmıştı ama yine o burayı sevdi ve buradaki toprağı kutsayarak adına Grace(Kureyş)land (İnayet Ülkesi ya da Emin Bölge) dedi.

Orada bir kavimle karşılaştı. Bu kavim, aslı Türk soyu olan Algonkinaların “Athabaskan” kolu idi. O zaman ona “Dilediğini yap!” dedik. “İster onları yok et, istersen onlara iyi davran”! Kavmin şefi Tennessee ilk iman edip uyanlardan olduğu için, Zülkarneyn onlara iyi davrandı.

Bir süre sonra Zülkarneyn doğuya, Güneş’in doğduğu yöne yönelerek oradan ayrıldı. Doğuya geldiğinde öyle bir toplulukla karşılaştı ki, onlar daha güneşten korunmayı bile bilmiyorlardı. Yani ne evleri ne elbiseleri vardı! Zülkarneyn bir onlara bir kendine baktı! Doğrusu onun saltanatı, gördüğü kavim ile kıyaslanır gibi değildi! Şükretti ve güneyden Kuzeye üçüncü bir yol tuttu.

Ermenistan’la Azerbaycan arasında o büyük vadiye vardığında, korku ve öfkelerinden söz anlamayacak durumda olan bir kavimle karşılaştı. Yardım istediler ve “Ey, Zülkarneyn!” dediler. “Ye’cüc ve Me’cüc burada fesat çıkarıyor. Onlarla aramıza bir set yap da biz de sana dilediğinden dilediğin kadar verelim.” O zaman o çift boynuzlu “Bana Rabbimin verdikleri yeter!” dedi ve yardım etmeye razı oldu. “Hadi kas gücünüzle bana yardım edin de gereğini yapayım!” dedi.

Sonra da vadide iki dağın uçlarının birleştiği yere demir yığmalarını söyledi. Oraya demir yığarak vadiyi doldurdular. O demirleri akkor olana kadar ısıttılar. Sonra Zülkarneyn onlara, “Şimdi de bakır getirin!”dedi. O seddin üzerine bakır da eritip döktüler. Böylece Ye’cüc Me’cüc fesadı bitti.”

Sanırım hiç böyle bir Zülkarneyn okumadınız. Bir daha okuyacağınızı da sanmam! Bu çeviride tek sadık kalınan yer, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ikincil karakter olarak sunuluşudur! Size oldukça ilginç geleceğini biliyorum. Ama bana asıl ilginç gelen, Müslümanların bunca zaman, Zülkarneyn’den çok, bu Ye’cüc ve Me’cüc’ü merak etmiş olmalarıdır. Bunun nedeni, Kıyamet’in “can pazarı”nı, Zülkarneyn’in ise “ötelere açılan bilgi”yi temsil ediyor olması olabilir. Hans bu iki kaygının da dışında kalarak konuşuyor.

21 Ekim 2001 Pazar tarihli e-söyleşisinde Zülkarneyn ve Ye’cüc Me’cüc için, “Sieg Saga’nın bizlerden sakladığı bir çok isim var. Ben sadece 7SCE, 9SCE ve 10SCE’yi biliyorum. 1SCE halen bizim için meçhul. Bir de bir rivayet var ki, 1SCE doğrudan Zülkarneyn’in kendisidir. Bunu Dr. Siegfried Saga söyledi. Ama “Kur’an’da zikredilen isimler üzerinde şaka bile olmaz” diyerek uyardık. Olumlu-olumsuz hiçbir şey söylemedi Sieg Saga bunun üzerine… Yani o maçhulde kaldı.

Kafa patlattık acaba Vanessi Zülkarneyn mi diye? Zülkarneyn’in aracının adı da Vanessi çünkü. 10SCE (1-N yani Vanen) ama Vanessi serisi Tarıkların  (Uçandairelerin) “Vanen” Tarıklarından bir farkı var: Vanessi’ler karadelik tekilliğini kullanarak geçmişe “oldukları gibi” giderler. Yani yaşça küçülüp bebek olarak doğmaksızın, kendileri, araçları yanlarında ne varsa (Hamburger, ketçap, özel notları, dev bir fabrika vb.) olduğu gibi geçmişe gidebilirler. Buna Veloction yoluyla nakil deniyor. Geçmişte yapılmış bir çok şey de zaten bu nakille gerçekleşmiştir. Bir örnek: Hint Wimana resimleri… Walhalla’nın adı, Walkirie’nin adı. Bir çok efsanenin adı “gelecekten geçmişe” veloction belgelerden ibarettir.

Veloctionun tam bir kelime anlamı yok ama şöyle düşünebirsiniz: “Gelecekten geçmişe bırakılmış arkeolojik bulguların teleportasyonu”. Bunu yapmak için dönen ve halka tekilliği olan, üstelik güvenli bir dönme hızı olan karadelik bulmak gerekir. Zülkarneyn’nin bunu bulduğunu düşünebiliriz. Çünkü Zülkarneyn üç yolculuğunda da “Geleceğin teknolojilerini” kullanmıştır. Batı-Doğu ve orta yolculuklarında üç imalat yapmıştır. Bunlardan “Orta” olan set mimarisinde Stephen Hawkting’in bulgusu olan “Mini karanokta” teknolojisini uygulamış olmalı.

Demir kütleleri ile hidrojen atomundan küçük bir mini karanoktacık yapmış ve bu sayede Yüce-Cüce (Ye’cüc-Me’cüc), bir zaman bükülümü altında izdüşümlü bir radyan dünyaya aktarılmıştır. Mini karanoktacıklar sayesinde bu Gog/Mog’lar, paralel cosmosa alınarak, bir çeşit uzay-zaman çekmecesine alınmış ve böylece de geçici olarak diskalifiye edilmişlerdir.

Aynı karanokta kaldığından, bu kez Ashabı Kehf’in mağarası yani karadelik tekillik hunisi içinde etkisini sürdürmüştür. Aynı karanoktacık enerjisi Tabutüssekine (Yahudilerin Ahit Sandığı) ile link kurmuştur. Denizin ayrılmasında rol almıştır. Aynı karanoktacık patlayıp akdelik biçiminde açılınca bu aknokta da tam tersine çekimci dalgaları emerek yok eder ve sığası (Kapasitesi) dolunca da elektrik yükünü yok ederek açılır. Çünkü bir karanokta ne kadar küçükse o kadar çabuk Hawking buharlaşmasına uğrayarak patlayıp açılır. Her mini karanokta yarattığınızda, karşılığında otomatikman bir “Aknokta oluşur. Bu bir tür mini-minnacık Big-Bang gibidir. İşte bu sayede, söz konusu karadelik, akdelik genleşmesi yapınca,  Hz. İsa göğe alındı. (Uzay-zaman küresi dışına çap doğrultusunda çıktı). Mini karanokta da ileride patlayıp içeriğini boşaltınca Ye’cüc-Me’cüc istilâsı başlayacak. Çünkü Dünyamız ile izdüşüm Dünyamız, birleşecektir.

Hatırlarsanız, uykuda ya da bir deneyde Elektrik ve manyetik alanlarımızın, birbirine dik olarak ayrıldığını, uyanınca da birleştiğini söylemiştim. Böylece elektrik alanda bizim Dünyamız, manyetik dik alanda ise Ye’cüc-Me’cüc Dünyası ayrık durmaktadırlar. Bunu beceren mini karanoktacık yani Zülkarneyn’in yapay karadelik imâlatıdır. Bu sentetik karanoktacık, Hawking Buharlaşması’yla içini boşalttığında, kiriş, sedd olarak Dünyamıza dik dipolarizasyon oluşturan Ye’cüc-Me’cüc dünyaları da birleşmiş olur. O zaman Ye’cüc-Me’cüc her tepeden (Osilasyonun tepe noktası) Dünya’ya yayılırlar ve/veya biz onların dünyasına yayılmış oluruz ve/veya kiriş ile yay parçası birleşip aynı şey olur.

Bu olay olmazsa Hz. İsa’nın Aknoktacık kanalıyla dönmesi imkansızlaşır, yani iki olay birbirine takma geçmedir. Dolayısıyla Ye’cüc-Me’cüc’ün yok edilmesi de Hz. İsa’nın görevidir.”

Şimdi burada hem bir özet yapıp hem de bir netlik sağlamak için, Hans’ın Zülkarneyn ve Ye’cüc Me’cüc hakkında ne dediğine bakalım.

Ona göre Zülkarneyn, çift boynuzlu, çift zamanlı demektir. Burada “Zül” bir iyelik ekidir. “Sahibi” anlamını vermektedir. Karn, boynuz; Karneyn ise, çift boynuz demektir. Buna göre Zülkarneyn, “Çift boynuz sahibi” anlamına gelmektedir. Peki bu boynuz sembolü nedir? Bu boynuz, zaman gezmenliğinde kullanılan karadelik türünü ifade eder. Bazen iki karadelik bir çift boynuz oluşturacak biçim alırlar. Bu iki boynuzun uçları birbirine oldukça yakındır. (25 İnc) Aradaki kirişten zaman sıçraması yapılmakta, zamanda ileri ve geri gidilmektedir. Her zaman gezmeni, geçmişte de gelecekte de bulunabildiği için, Hans tarafından “Çift Zamanlı” olarak adlandırılmaktadır. Dolayısı ile her çift zamanlı, aynı zamanda Zülkarneyndir.

Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn’i her ne kadar bir şahıs ismi olarak anlamağa koşullandırılmışsak da aslında o bir insanın adı değil, iki boynuz arasındaki kiriş zamanda gidip gelebilenlere özgü bir lâkaptır!

Zülkarneyn aslında oldukça eski ve mitolojilerde bile kendini gösteren bir semboldür. Örneğin, Vikingler neden öyle bir boynuz seçmişlerdir kendilerine? “Thule Quanaak” nedir? Thule, “Zul”; Quanaak da “Karn” karşılığıdır. Ve bu bir gizli öğreti örgütünün adıdır. Zig-Zag ekibi de bir zamanlar o örgütle birlikte çalışmış ama örgütü Masonlar ele geçirince yollarını ayırmışlar. Sayın Aytunç Altındal, bu örgütü ilk kuranın Anadolu bektaşilerinden biri olduğunu söylüyor! Bir zamanlar Hitler’in de dadandığı bir dernektir bu!

Ye’cüc, Me’cüc konusuna gelince, Hans Ye’cüc Me’cüc için bilgi verdiği bir e-söyleşisinde, Kur’an’da geçen Zülkarneyn “uzay-zamanda”, ihtiyarlamadan, gençlesmeden  kendini ve eşyalarını olduğu gibi taşıyabilen yegane kişidir. Zülkarneyn’in Tarık’ı bambaşka bir yoldan geçmişe gitmiştir ve yapay bir karanokta oluşturmuştur ve geçmişteki Ye’cüc Me’cüc istilâsını geleceğe (bilgi çağına, teknolojik nimetler çağına) ertelemiştir. Bunların her birinin 7 anlamı vardır. Ye’cüc-Me’cüc’ün de öyle… Meselâ, Me’cüc; Meti, Yeşil cüce, bakteri bitki anlamlarına gelebilirken; Ye’cüc, bir başka adıyla Yeti ya da Amip gibi hayvansaldır. Dolayısıyla benim 7 anlamdan bir-ikisine değinmem elbette aklınızı karıştırıyor.” diyor.

Gelelim Zülkarneyn’in Ye’cüc Me’cüc için yaptığı sete. Kur’an’da anlatıldığı biçimi ile bu set, bir baraj duvarı örmeğe benziyor. Böylece Ye’cüc ve Me’cüc’ün, duvarın öte yakasında kaldığını söylüyormuş gibi. Oysa Hans, bu setin bir karadelik oluşturma tekniği olabileceğini ve bu yolla Ye’cüc ve Me’cüc’ün başka bir zamana gönderildiğini söylüyor.

Bu sentetik karanoktacık Hawking Buharlaşması’yla içini boşalttığında, Kiriş, Sedd olarak Dünyamıza dik dipolarizasyon oluşturan Ye’cüc-Me’cüc dünyaları da birleşmiş olur. O zaman Ye’cüc-Me’cüc her tepeden (Osilasyonun tepe noktası) Dünya’ya yayılırlar ve/veya biz onların dünyasına yayılmış oluruz ve/veya kiriş ile yay parçası birleşip aynı şey olur” diyor.

Mustafa Öz