İster avukat, ister doktor, ister mühendis, ister mimar, iyi bir “şey” olmak istiyorsan önce iyi insan ol. Kendini bilme yolu olan bu hayatta, adaletli ol, hakkaniyetli ol. Böyle olmak bizim Ata yadigarımızdır, bize bırakılan en büyük miras ve boynumuzun borcudur.

Bugün tüm mahkeme salonlarında yazan “Adalet mülkün temelidir” ibaresinin adaletiyle nam salan Halife Hz. Ömer’in sözü olduğunu, büyük Selçuklu Veziri Nizam’ül Mülk’ün adının “devlet düzeni” olduğunu, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün de sık sık bu sözlerle konuşmasına başladığını ve yeni Türkiye’yi bu temeller üzerine kurduğunu; kısacası kendi tarihimizde ve özümüzde de bu hassas adalet anlayışının var olduğunu unutuyoruz. Bu büyük vezir Nizam’ül Mülk adaletiyle ve devlet yönetiminde ki hakkaniyetli davranışlarıyla, Türk devletlerinde özellikle de Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’nın ilk birkaç yüzyılına hakim olacak yönetim sisteminin temellerini atmıştır.

Benim uzmanlığım tarih değil, aslında öğrendikçe ne kadar az şey bildiğimi ve hiçbir şeyin uzmanıyım dememeyi öğreniyorum; belki de öğrendiğim tek şey de bu. Neyse bu başka bir yazının konusu olur. Ancak benim asıl altını çizmek istediğim konu; özellikle Türk devletlerinde iyi bir yönetiminin arkasında derin bir ruhsal eğitim ve ciddi bir Birlik anlayışının olduğudur. Buna da topluca “Tasavvuf” denilebilir. Zira bana göre Tasavvuf; iyi insan olma ve aldığın nefesin hakkını vererek yaşama sanatıdır.  Türk devletlerinin tohumlarının atıldığı yüzyıllar olan 12.-13. ve 14. Yüzyıllarda Anadolu’da yaşamış birçok Evliya’ya rastlarsınız; Anadolu Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde Muhyiddin İbn’ül Arabi’nin devlet adamlarının eğitiminde ciddi rol aldığını ve devamında da öğrencisi olan Sadreddin Konevi’nin yine devletin önemli kademelerinde hizmetler verdiğini görürüz. Yine 13. Yüzyıla geldiğimizde ise Hz. Mevlana’nın, Yunus Emre gibi velilerin Sultanların en önemli danışmanları olduğunu görürsünüz. Burada başı sıkıştığında dualarını aldıkları din adamlarından değil, siyasi ve ahlaki olarak üst düzey bilgisi olan kişilerden stratejik danışmanlık aldıklarını okuyoruz.  Yine Somuncu Baba ile Yıldırım Beyazıt Han’ı, Ak Şemseddin ve Molla Gürani ile ilk yazılı Osmanlı Kanunnamesini hazırlatan, İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet’i ve adına Kanuni ekleten Sultan Süleyman Han’ın üzerinde Yahya Efendi’nin ve Merkez Efendi’nin emeklerini unutmayalım. Hacı Bektaş, Hacı Bayram Veliler ve burada ismini zikretmediğimiz ancak her Türk devlet adamının yetişmesinde büyük katkısı olan nice velileri unutmayalım ve saygıyla buradan analım. Zira cihana hükmeden bu insanların, egolarına yenilmeden, hakkaniyetli ve eşitlikçi bir şekilde devleti yönetmeleri için bu yaşam üstatlarının dokuma tezgahlarından geçmeleri şarttı. Bu bahsettiğimiz kişiler dönemin yalnız din bilginleri değil, aynı zamanda her türlü bilimde ve irfanda en ileri seviyede bilgi sahibi kişileriydi. Örneğin İbn’ül Arabi; derin astronomi bilgisinin yanında belki de o güne kadar yazılmış en kompleks astroloji kitabını, tamamen bilimsel veriler ışığında yazıyor. Kuantum fiziğini, eşsiz bir varlık okuma sistemiyle tüm dünyaya anlatıyor. Bunun yanında tüm bu yüce ruhlu kişiler; yaratılmışı Yaradan’dan ötürü bir görüp, din, dil, ırk ayırmadan severek, yönetimi tamamen bilime, adalete ve insan ilişkilerini de sevgiye dayandırmışlardır. Anadolu’nun bu büyük ulvi yapısından beslenerek gelen bu devlet adamları da, devleti meşreplerine uygun bir şekilde yönetmişlerdir. Yine Atatürk’e baktığımızda da; devlet yönetimini, bilime, adalete ve insana saygıya dayandırmıştır. Belki kendi döneminde eski zamanlarda ki gibi veliler yoktu ancak Atatürk kendi kültürel mirasına sahip çıkan, topraklarımızda yaşayan ve yaşamış olan tüm ırkları kucaklayacak bir sistem oturtmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk’ü de etkileyen ve manen beslendiği çok önemli başka bir Mustafa daha vardı. Bu da ilkelerini ve yönetim şeklini yakından takip ederek, ilham aldığı, insani bir lider olan Hz. Muhammed’di.

Her hukuk-tıp veya mühendislik fakültesine Tasavvuf dersleri koyalım (fena fikir değil aslında) ya da bilimi dinin etkisinde bırakalım demiyorum yanlış anlaşılmasın; herkesin inancı ve bunu yaşayışı kendinedir;  bir avukatın-doktorun-mimarın ya da hangi meslek grubuna dahil olursanız olun, taşıması gereken en önemli özelliklerden biri de tarafsızlıktır. İşte burada İnsan olma ve Yaradılışı ayırmadan Bir görme sanatı olarak tanımladığım Tasavvufi etkiden de anlatmak istediğim tam da budur. Dine ya da siyasi görüşüne göre değil, bireyin insan olmasına bağlı olarak savunma hakkına sahip olmasıdır.  İçindeki sevgiyle yaratılan her şeyi Bir ve eşit görmek demek; yaşama adaletli bakmak ve hakkaniyetli davranmak demektir. Avukatlar-doktorlar-mimarlar vs. siyasi görüşlerine, dinlerine hatta tuttukları takımlara göre bile ayrışmamalı, gruplaşmamalıdır.

Sonuç olarak ben öğrendim ki, “iyi” avukat-doktor-mimar olmak için önce “iyi insan” olmak, hatta herhangi “iyi” bir şey olmak için iyi insan olmak gerekiyormuş. Peki iyi insan nasıl olunur derseniz de; bunun cevabı kendi içinizde. Kimse size iyi dedi diye iyi, kötü de dediği için kötü olmazsınız. Burada ölçüt insanın kendi vicdanıdır. Size kendinizi iyi hissettiren ve gönül ferahlığı veren, titreşimi yüksek her söz ve fiil; sizin için iyidir. İnanın bu herkes için geçerlidir. Bu bilimsel olarak da böyle; korku-nefret-öfke gibi negatif duygular ve bunlara bağlı aksiyonlar düşük titreşimde ölçümlenebilen enerjilerken; beğenme-takdir-neşe gibi duygulara bağlı sözlerin ve fiillerin titreşimleri ise son derece yüksek. İnsanın titreşimin yüksek olması ise, “iyi” olduğunun göstergesi; hem fiziken hem de ruhen. Çünkü unutmayalım ki, tüm hastalıkların hatta bazen kazaların bile sebebi ruhsal. Ruhen sağlıklı olan, bedenen de sıhhatte oluyor. Bu sebepten bizler iyi olursak, iç dünyamızı güzelleştirirsek, dış dünyamızda güzelleşecek ve iyilikler de bizi bulacaktır.  Bu sebepten iyi bir hukukçu oldum mu henüz bilmiyorum ancak işimi elimden gelen en iyi ve olabildiğim kadar dürüst bir şekilde yapmaya çalışıyorum. En büyük uğraşım ya da duam bu mudur peki? Hayır, en büyük duam; iyi bir insan olma yolunda yürümek ve bu yoldan asla şaşmamak. Peki bu yolun pusulası ne derseniz de; bu da kendini bilmektir. Kendini bilen nefsini bilir. Nefsini bilen, kontrol eden de, her şeyin gelip geçici olduğu görür ve geçici hevesler adına asla bu yoldan şaşmaz.

Her ne olursa olsun, biz kendi içimizde Bir ve tam olduğumuz sürece, dıştaki bölünmeler bizi etkilemez. Kendimize adaletli davrandığımız ve kendimize hak gördüğümüzü, başkalarının da hakkı olarak gördüğümüz sürece sorun kalmaz. Yaşam denen bu engebeli yolda yollarımızın kesişmesi ve birlikte nice güzelliklere yürümek dileğiyle.

 

Yunus Emre Berk

Yunus Emre, 1976'nın karlı bir Ocak sabahında, İstanbul’da doğdu. Çocukluk yıllarında başladığı “niye” sorularına, daha sonra “neden” i eklemiş, evrende özüne doğru çıktığı bu seyahatte kendi kitabını okumaya, hep dinlemeye ve izlemeye niyet etmiştir. Geçimini hukuk danışmanlığı yaparak sağlamaktadır -çok şükür- asıl işi ise “3H” dir: Haddini Bilmek - Hizmetini Bulmak - Hakkını Vermek. Kendini keşif ve hizmet yolculuğunda Mevlevi, Sufi, Şaman ve Budist Hocalar ile çalışmış, UCLA’den Mindfulness/Meditasyon eğitimleri almış ve çok sayıda inzivaya katılmıştır. Çok değer verdiği ustasının inisiyasyonuyla Reiki Master’ı da olmuştur. Tüm bunların ötesinde ise halen ve aslen, Rab sisteminde öğrenmeye ve eğitimine devam etmektedir. Adını taşımaktan gurur duyduğu Yunus Emre gibi; her yaratılanı Yaratan’dan ötürü sever ve Olmak için ölmeden önce ölmeye çalışmaktadır.