Hayatın acı gerçeği, evrende bildiğimiz kadarıyla yapayalnız olmamız.
Bu evren nasıl oldu, nereden çıktı, kimse tam olarak açıklayabilmiş değil henüz.
Hiçbir şey ve her şey nasıl olabilir. 0 ve sonsuz, insanoğlunun açıklayamadığı iki kavram.
Evreni sonsuz diye tanımlamışız peki 0 ne.
Çok korkutucu kavramlar bunlar. 0(yokolmak,hiçbir şey) kavramını kimse çözemediği ve bilmediği için, Tanrı inancı insanların içindeki o boşluğu dolduruyor ve bir çok insan kafayı takmadan hayatını sürdürüp bu dünyadan yokoluyor.
Ben yıllardır bu konular üzerine kafa yora yora, kafayı yeme aşamasına geldim. 0 ve sonsuz acaba ikisinin birbirinden farkı yok mu, ya da 0 in yansıması sonsuz mü? Ya da sonsuz bir “loop”(döngü) içersinde miyiz ve fakat sadece belli bir anı algılayacak şekilde dizayn edilmişiz? Ya da bir zamanlar sıfırdı da sonsuza mı dönüştü? Son seçenek en imkansızı. Bir şeyin bir şeye dönüşmesi, hiçbirşeyin herşeye dönüşmesi kim ne derse desin bana pek mantıklı gelmiyor. Yine de Big Bang, bir nevi bir açıklama getiriyor. Ne olursa olsun, biz halen içimizde o ilk 0’in parçalarını taşıyoruz. Herşeyin başlangıcı ve hiçbirşey. Ben bir ara, acaba hiçbirşey yok mu diye düşünüp, kendimi de kaybettim, o formata giriyorsunuz merak etmeyin. Mutlak yalnızlık, sonsuza dek, hiçbirşey olduğunuzun farkına vararak boşlukta düşmek. Ama sonsuza kadar. Ne kadarkomik değil mi, hiçbirşeyin tanımı, yine içinde sonsuz var. O yüzden ben herşeyi seçtim. Elimdekilerin değeri, beni sevenler ama yine de o yaşadığım hissi unutmak kolay olmayacak.
Ancak, insanlar tüm bu soruları bilim adamlarına bırakıp, kendilerini evrenden koparıp, dünyaya bağlamış şekilde yaşıyorlar. Aslında ben de bunu yapabilmeyi çok isterdim şu anda. 35 yaşımda,evli ve 2 çocuğum olsa, beraber oynasak filan…
Ama malesef benim bu hayattaki anlam arayışım beni buralara kadar getirdi.
İnsan olduğumu farkettim. Komik gelebilir ama okumaya devam edin derim ben.
Öncelikle, hayatın çocukları olduğumuzu farketmemiz gerekiyor bence. Eğer insanoğlu bir din kuracaksa bu hayata/evrene/herşeye/tanrıya herşey için şükretmek üzerine olmalı diye düşünüyorum. Doğmadan önce ne olduğumuzu bilmediğimize göre öldükten sonra da ne olacağımızı bilmeyeceğiz varsayımını yapmak yanlış olmaz bence. Yoktuk, varolduk ve yokolocağız, yani ait olduğumuz yere döneceğiz görevimiz bitince, tabii ki bence. Ya da eğer bir tanrı varsa demin belirttiğim anlamda, bu sistemde iyiliği ve vicdanımızın sesini dinlediğimiz sürece öldükten sonra ızdırap çekeceğimizi düşünmüyorum.
Bu büyük varsayımlardan sonra[1] iİnsanın sorumlulukları nelerdir peki?
Yine yıllardır hayatın adil olmadığı gerçeği kafamda döndü durdu. Bir çok şekilde hayat adil olmalıdırı ispatlamaya çalıştım ama sürekli takıldığım örnek, Aidsli, sakat, kör ve yalnız birinin varolmasını diğer taraftaki milyarlarca normal insanla karşılaştırdığınız zaman adil olarak açıklayamazsınız.
Bu sistemi bizler yaratmadık. Ve nasıl oluştuğunu da onlarca farklı şekilde tartışabilirim. Ama ne olursa olsun, tek inandığım, bizleri sihirli bir değnekle yaratan bir tanrıya inanmadığım. Öyle bir durumda varlığımızın hiçbir anlamı kalmıyor çünkü(bkz. yaşadığım hiçbirşeylik duygusu). O yüzden sesli bir şekilde “Ben iyiye inanıyorum ve iç sesimi/vicdanımı takip ediyorum!” diyorum. Bana varolmak ister misin diye kimse sormadı ve bir testte olduğumu kabullenmiyorum. Ben bu bütün sistem/herşey/tanrı sayesinde varım ama materyalistik olarak annem, babam ve en temelde dünyada oluşmuş hayat sayesinde varım.
Ve herşey/evren/tanrı o kadar iyi ki, tüm bunlar bilimsel şekilde açıklanabiliyor.Ve sonsuzluğu düşündüğünüz zaman, tüm bu rastlantıların olması ihtimali var. Tanrının/evrenin/herşeyin iyiliğini, yokluğu ve sonsuzluğu algılayamayacak şekilde yaratılmış olmasında görebilirsiniz.
Herneyse, tanrı inancı herkesin kendi iç dengesi açısından önemli tabii ki. O yüzden, ben esas tartışmak istediğim konuya döneyim.
Elimizde bir durum var. Hepimiz evren denen sürekli büyüdüğü ispatlanmış bir sistem içerisinde, küçücük bir güneş sisteminin parçası olan dünyada, küçük insancıklarız. Ama mikro düzeyde, kendi dünyamızın efendileriyiz çünkü bu hayat içerisindeki herşeye hükmedecek bilgi ve donanıma sahip olmuşuz zamanla. Dinazorlar 2000 yıl önce de olsalardı, şanmıyorum ki şu andaki durumumuzda olurduk. Ne dinler oluşurdu ne bir şey.
İnsanlık yok olur giderdi.
Bütün bunları birarada düşündüğünüz zaman, bu hayatta varlığı çok tartışma götürecek ve her geçen gün yokluğu daha bir ispatlanan bir tanrı anlayışı için elimizdeki hayatı heba etmenin, savaşlara girmenin, insanları dinleriyle yargılamanın anlamı kesinlikle yoktur.
Diğer temel bir sonuç, insanoğlunun bu dünyaya acı çekmek için gelmiş olması gerçeğidir, ki bu sözü bir arkadaşımdan duydum, bir doğu felsefesiymiş filan. Anında kafama yattı. Öyle bir sistem düşünün ki, herşeyi algılayabiliyorsunuz, ama yapayalnızsınız. Sistemin içinde, hayat denen alt bir sistemin parçasısınız ve bu sistemde doğum ve ölüm gerçekleri var. Tüm bunları rasyonel olarak değerlendirebiliyorsunuz. Ne kadar korkunç ve acı.
Diğer yandan, yine bu hayatın size armağan etmiş olduğu, hisleriniz, vicdanınız var. Bu hayat adına olumlu bir şey yaptığınız zaman, müthiş huzur buluyorsunuz. Birini sevdiğinizde, yanı hayatın bir parçasını sevdiğinizde, inanılmaz duygular yaşıyorsunuz.
Tüm bunları verdiği için hayata/evrene/tanrıya teşekkür etmek gerekmektedir aslında.
Hayatı kontrol etme yeteneği ve gücü bizim elimizde olduğuna göre, hayatı “cennet” ya da “cehennem” haline getirmek yine bizim elimizdedir.
Hayatı kullanıp, bireysel egoları tatmin etmek, belki güç verecektir ama huzur ve mutluluğu asla vermeyecektir. Budist bakış açısıyla, denge; mutluluk ve huzurdur, çünkü hayat dengelerin müthiş kombinasyonu sonucu ortaya çıkmıştır. Herhangi bir dengesizlik müthiş felaketlere yol açmaktadır.
Hayattaki en büyük mutluluk, hayatın devamını sağlamak olabilir, bunun için genelleme yapmak bana düşmez ama kendi bakış açımla, sağlıklı ve akıllı çocuklar yetiştirip, hayatı herkes, hayatın tüm parçaları için daha güzel bir hale getirmek benim en önemli motivasyonum şu anda.
Yıllardır sorulur, hayatın anlamı ne diye. Hayatın anlamı, hayatın kendisidir. Hayatın kendisini sevmediğiniz, dinamiklerini düşünmediğiniz ve öylesine yaşadığınız, hırs, para gibi insanların kendi doğaları gereği(ben bunlara hayvansal içgüdüler diyorum), içlerinde bulunan tutkuların peşinde koştuğunuz zaman, hayatı yine bana göre kaçırmış olursunuz.
Hayat paylaştıkça ve sevildikçe değer kazanan bir olgudur. Hayata küsmek kendine küsmektir bir yerde. Bulunduğumuz sistemin/tanrının dışında bir tanrıya inanıp, bu hayatı anlamadan başka bir hayat için iyilik yapmak, hayatın güzelliklerini yeteri kadar yaşamadan zamanızı geçirmek, HAYATA KARŞI SORUMLULUĞUMUZDAN KAÇMAKTAN başka bir şey değildir. Tabii ki bana göre.
Ha, sakın yanlış anlamayın, bir şey empoze etmeye çalışmıyorum. Sadece, kendi varlığımın anlamını çözmeye çalıştım yıllardır, sonucu sizlerle paylaşıyorum.