Edindiğim bilgiler ise o hayatın bazen rastgele bazen bir hedefle bağlandığım bir anına konsantre olmamla ortaya çıkan bilgilerdir.
2. ÇALIŞMA
YENİ BİR ŞİFA MERKEZİ KURARKEN
Bu sefer ormanın sık olduğu bir civardayım. Etrafta iğneli çam ağaçlarına benzer ağaçlar var. Bulunduğum yer engebeli ve sık ağaçlıklı da olsa, bazı yerlerde ağaçlar azalıyor, boş alanlar oluşturuyor. Benim amacım da o boş olanları tespit etmek.
Solunum sorunları ve halsizlik sorunları olanlar için havası ve suyu bol oksijenli bir yerde yeni bir hastahane kurmaya karar veriyorum. Yaşım ilerlediği için böyle bir otoritem oluşmuş.
Kare şeklinde ahşap bir tesis yapıp, ortasında kare bir bahçe ve o bahçede de yine kare bir havuz yapıyoruz. Havuzun tabanını oluşturan taşlar gri-lacivert. Bu renk suyu daha mavi gösteriyor ve hastalara serinlik hissi veriyor, böylece vücut ısılarını düşürmelerini sağlıyor.
Bu tesisteki meditasyonları da, güneş batar batmaz yapıyoruz, böylece güneşin sıcaklığı gidiyor, gecenin serinliği geliyor. Güneşin gözükmediği bu aydınlık havayı meditasyon için faydalı görüyoruz.
Hastalar çoğunlukla yaşlı, meditasyon sonrası havuz kenarında birbirleriyle muhabbet ettirerek rahatlamalarını sağlıyoruz. Bir yaşlı hasta grubu var, hepsi çekik gözlü. İçlerinden biri asker emeklisi. Halsizlik sorunu var. Bu durumu askerken sürekli güneş altında kalmış olması sebebiyle vücudunun su dengesinin bozulmuş olmasına yoruyoruz. Bir diğeri ise kadın, eski bir hoca. Halsiz kalacak şekilde zayıflamış. Zamanında açık havada çok ders verdiği için vücudunun çok sıcak görmüş olmasına yoruyoruz.
Bu insanlara yapmakta olduğumuz tedaviye Ay veya Gece ( Ya da ikisi aynı anlama gelen bir kelime) Terapisi diyoruz. Vücutlarının dengeyi bulmasını sağlıyoruz.
Hastalarımız arasında depresyon yaşayanlar da var. Kimisi bu nedenle yaşam enerjisini oldukça düşürmüş, tembelleşmişler, hiçbir şey yapmak istemiyorlar.
Bu tür hastalara egzersiz yaptırıyorum. Egzersizin özelliği, vücudu alt ve üst olarak ikiye ayırıp, kısım kısım çalıştırmak. Oturur halde iken bedenlerin üstü, yatar haldeyken bedenlerinin altını çalıştırtıyorum. Aynı anda vücudunun tamamının hareket etmesini engelliyorum. Bir kısım dinlenirken diğer kısım çalışır vaziyette olmak zorunda.
Bu çalışmanın sebebi şu; bu hastalar depresyondalar, zihinleri yorgun, hayattan zevk almıyorlar. Zihinlerindeki yorgunluğu, bedenleri sağlıklı olsa bile vücutlarına yansıtıyorlar, tembelleşiyorlar. Hiçbirşey yapmak istemedikleri için yaşam enerjileri de oldukça düşüyor.
Meditasyonla bu kişilerin zihinlerini boşaltmalarını sağlıyoruz. Hastaların çoğu memur benzeri işlerde çalıştıkları için, üst beden çalışması yani oturarak yapılan çalışma, onlara, eski sıkıcı işlerini hatırlatıyor. O yorucu meslekleri, meslek hastalığına sebep olup, bunları depresif hale getirmiş.
Üst beden çalışması sırasında alt bedenlerinin dinlendiği, alt beden çalışması sırasında ise üst bedenlerinin dinlendiği bir çalışma onlara eski mesleklerini hatırlatıyor. Böylece zihinsel meşgaleyi simgeleyen üst-beden çalışması sırasında, bedensel gücü simgeleyen alt-bedenin dinleniyor olması, onların zihin ile beden gücünün farklı olduğu ve zihinsel yorgunluğun, aslında bedensel yorgunluğa sebep olamayacağı farkındalığı kazandırılmaya çalışılıyor.
Üst-beden çalışmasında eller ile sürekli olarak kafaya baskı kuruluyor, böylece yorucu kafa işlerine benzer şekilde zihin suni olarak yorulmaya çalışılıyor. Bir diğer usul ise abaküs benzeri bir hesap aleti ile sürekli hesap yaptırarak, hastanın zihnin suni olarak yorulması.
Alt-beden çalışmasıyla zihni dinlenir halde bırakıp, bedeni yormaya çalışıyoruz. Bu vesileyle hastalarda zihin-beden ayrılığı farkındalığı geliştirerek, zihinsel yorgunluğun, bedensel tembelliğe yol açmasını engellemeye çalışıyoruz. Meditasyonla da zihin sakinleştiriliyor ve hastayı doğayla uyumlu hale getirmeye çalışıyoruz.
Tedavi sürecinde hastalarda tedaviye karşı isteksizlik oluyor. Onlara meditasyon sırasında bir yandan pozitif rahatlık diğer yandan da depresif hallerinden doğan üzüntü ve sıkıntılarını uzaklaştıracak enerji yayıyorum. Bu yeteneğim 70 li yaşlarda ortaya çıkmış.
Hesap çalışmasında iki hasta görüyorum, gençler. Biri kızıl saçlı bir kız, diğeri sarışın bir erkek.
Kızın konuştuğu dil, İskandinavlarınkine benziyor, sarışınınki ise Almanca’ya. Benim anadilim Uygurca. Kızın dilini biliyorum, Çocukla ise Çince’nin o bölgede kullanılan türü ile anlaşıyorum.
Kızın boyu 1.60 civarı ve balık etli. Elbisesi bordo-kırmızı. O renkleri seçmesini enerji fazlası olmasına yoruyorum; hayatı renksiz, yaratıcı enerjisini kullanamıyor ama elbise seçiminde canlı renkler tercih ediyor olması pozitif diye düşünüyorum.
Ailesi, kuzeyli halklardan birisine mensupken, sel felaketi sonrası, bir boy içerisinde akrabalarıyla önce bağımsız bir bölgeye oradan da komşu ülkeye göçmüş. Etnik açıdan bizim gibi karışık olan komşu ülkede, ticaret zayıf olduğu için gelirleri düşükmüş. Önce akrabaları sonraysa kızın ailesi gelmiş. Kız 13 yaşındayken ülkemize gelmiş, gelmeden önce de ailesine yardımcı olmak için çalışıyormuş, taşındıktan sonra pazarda çalışmış. Daha sonra kumaş boyama işinde, sonraysa depresyona girmiş. Kendi köy veya kasabalarındaki görevlilere başvurarak, şifa alması için buraya gönderilmiş. Ancak kıza yaptığımız tedavi geçici bir süre işe yarıyor, sonra tekrar depresyona girdiğini iki üç yıl sonra tekrar gelmesiyle anlıyoruz.
Sarışın çocuğun ailesi ise ilk göçmenlerden. Babası göçmen gruplarının başındaki görevli askerlerdenmiş. Çocukta uyku bozukluğu var, gece bazen kalkıp, sokakta yürüyor ve bir ağacın altına uzanıp, orada uyuyor. 23 yaşlarında ve bizim okullardan mezun. Aşırı disiplinli bir karakteri var. Tedavisi olumlu sonuç veriyor ve tedavi sonrası devlete ait bir kitapçıya giriyor. Müdürü, onu bir yere gönderiyor, oradaki belirli bir kitabın kopyasını yazıp, kendi çalıştığı kitapçıya getiriyor. Mesleğini de severek yapıyor.
SEL FELAKETİ
Üst kısımlarda olan sel hikayesi ile ikinci kez karşılaşıyorum. Daha sonra o sel felaketi ile ilgili olarak hususi olarak bakacağım. Tarih kitaplarında o bölge sanırım İskit Ülkesi olarak geçiyor. Fakat asıl önemli olan sel felaketinin sebebi…
AİLE HAYATININ ÖNEMİ
70li yaşlarımda karmik bir aşama atlatmışım. O yaşa kadar, yaratıcı enerjimi geliştirmek için sürekli çalışma ve ayrıntılarına kadar inip tahlil yapmam, ruhen ve bedenen yorulmama sebep oluyor. Ve tam bu yaşlarda bir depresyondan çıkar gibi rahatlama duyuyorum ve ruhsal-bedensel yorgunluğum kayboluyor. Kendime hiçbirşeyi dert etmemeye başlıyorum, şifa yeteneğim gelişiyor, kendime ve etrafıma şifa verebiliyorum. Bu yaşımdan önce aşırı disiplinliliğimi gösterecek biçimde saçlarımı yarım kuyruk veya at kuyruk yaparken, artık 70 li yaşlarımla beraber zihnimin rahatlamasını sembolize eder şekilde kır saçlarımı omzuma bırakıyorum.
Bana o yaşıma kadar asıl manevi destek veren Mutlu bir aile yaşantım olması. Bir akrabasını tedavi ettirmek için gelen bir bayanla karşılıklı aşık oluyoruz. Bu vesileyle 40’ından sonra evlenip, dört çocuk sahibi oluyorum sonra torunlar oluyor. Ve renkli bir aile hayatı tecrübe ediyorum. Artık Piramit bekçisi de değilim, o ara idari reform oluyor, piramitleri birleştiren bir idari birim oluşturuluyor, başına da beni geçiriyorlar.
Şahsımın hayatlar boyu ve hala da devam eden bir eğilimi, bilgi arayışı sürecinde asosyalleşerek, inzivaya çekilme, bunun sonucu da diğer insanlarla ve doğayla ilişkiden doğan sevgileri tecrübe edememek.
Nitekim hayatımın ilk kısımlarındaki yani bekar olduğum dönemdeki ile sonraki, evlendiğim dönemdeki hayata bakışım farklı. Artık daha huzurlu ve sakinim. İnsanlarla daha çok iç içe olmak istiyorum. Ders kitabını yazmamın ve o kitapla eğitim göremeyenleri bile temel bilgiler konusunda bilgilendirme arzumun sebebi de bu duygu. Aksi taktirde daha gizemli konularda yazabilirdim.
DEVLET
Önceleri genç yaştayken başarıları sebebiyle bir komutan yönetici olarak seçilmişken, sonra başka biri kral seçiliyor, o kralda beğenilmeyince ileri gelen bir aileden bir kişi yeni kral seçiliyor. Seçenler Meclis ve bürokrasi. Meclise eğitimli olmak kaydıyla herkes seçilebiliniyor.
Bizim devlet, bugün ki Türkiye’nin yarısı kadar bir alana yayılıyor. Çinliler birkaç prenslik halinde ve yavaş yavaş büyümeye başlıyorlar. Henüz bağımsızız.
KÖYLÜLERİN İBADETİ
Köylüler, o hayatlarında fizik beden ağırlıklı bir tecrübe geçirdikleri için sürekli çalışmak zorundalar, düzenli olarak meditasyon yapamıyorlar, bu nedenle onların konsantrasyonunu kolaylaştırmak için bir usul geliştirilmiş.
Buna göre düz bir alana daire biçiminde yerleştirilecek biçimde bir adam boyundan yüksek oval taşlar konmuş. İbadet için kullanılan taşlar, rastgele seçilmemiş ve o taşların pozitif enerjiyi üstünde tutabilen bir cevhere sahip olduğu düşünülüyor. Böylece meditasyon sırasında insanlar taşlardan pozitif destek alıyor.
Taşlarla oluşturulmuş olan dairenin merkezi yaşamın merkezini simgeliyor, taşlar ise ruhları. İnanca göre evrenin merkezinden sevgi tüm ruhlara yayılıyor, ruhlar ise o enerjilerle beslenip fiziksel bedenlerine bunu aktararak, yaşamlarını doğayla uyumlu hale getirmeye çalışıyorlar. O taşların daire biçiminde dizilmesi de bu inancı simgeliyor.
Sembolik anlama sahip her taşın önüne bir köylü geçiyor ve meditasyon yapıyor, yaparken “omm” sesleri de çıkarılıyor. Böylece köylüler, ihmal ettikleri ruhsallıklarını, tekrar sevgiyle besleyip güçlendiriyorlar. Doğayla uyumlarını sağlıyorlar.
Piramit merkezli şifa kurumlarında çalışanlar bu usulü kullanmıyorlar zira meslekleri icabı hergün meditasyon yapabiliyorlar, doğayla uyumlarını koruyabiliyorlar. Doğayla uyumdan kasıt, doğadan pozitif enerji almak ve doğaya pozitif enerji vermek.
DİNSEL İNANÇ
Sade bir inanç var. Tanrı, insanları yarattı ve doğaya ( evren anlamında) bıraktı. Tanrı bizi yarattı çünki gücü yetiyordu. Bizler doğayla “Su” gibi uyumlu olmalıyız. Akıntıyı bozmamalıyız. Biz de pozitif yönde hareket etmeliyiz. Bu hayatıma bakarken bir ara kolumda “ su dövmesi” görmüştüm, bu satırları yazarken hatırladım. İnsanlar sürekli ölür ve doğar, ölenlere üzülmemeliyiz. İyi birer insan olmak, doğadan pozitif enerji alıp, doğaya pozitif enerji vermek gerek. Reenkarnasyona inanıyoruz. Hayvanların, doğanın parçası olduğunu ve insanlar gibi ayrı bir ruhsal bilince sahip olmadıklarını biliyoruz. Geçmiş hayatıma bakarken bu hususta daha fazla ayrıntıya girmedim.
ASTROLOJİ
Yanlış hatırlamıyorsam 36 adat yıldız ve gezegenle sembolize edilen burç sistemleri var. Burçların belirli süreleri yok, sürekli hesap yapıp, ona göre süre belirliyorlar. Süreler de uzun değil 7-8 sene de olabiliyor, 30-35 de. Hayataımın son demlerinde Güneş burcuna giriyoruz. Olası enerji tesirlerini incelerken sadece Güneş’i değil, o sırada onunla etkileşimde olduklarını düşündükleri yıldız ve gezegenleri de hesaba katıyorlar. O sıralar Güneş Burcunda iken akıl daha çok öne çıkıyor, insanlarda dinsel sembolizmden uzaklaşma başlıyor.
PİRAMİTLER
İlk yazıdaki bilgilere ilaveten. Piramitlerin yapım amacı sadece doğayla uyumlu olmak. Biz bu ülkede karışık bir halkız. Çok uzun zaman önce Adalar Ülkesi’ndeki (MU) felaketten kaçanların bir kısmı içimize gelip, bizle karıştı. Onlar kuşaktan kuşağa şu bilgiyi yaydılar: doğayla uyumlu olun, bizlerin ataları doğayla uyumlu olmadı ve sonuçta ülkemiz sular altında kaldı.
Hatta bir çeşit efsane de var halk arasında. Eğer piramitlerden düzgün faydalanmazsak, “Bekçiler” gelip, bizi uyarır. Bu efsane üzerine konsantre olduğumuzda şu bilgiyi edindik. Burada bilgi deforme olmuş. Esasen piramitleri kötü kullanan Adalar Ülkesi’ndeki “ bekçi” denilen askerler. Bilginin aslı “ eğer piramitleri bekçiler gibi doğru kullanmazsan, bekçilerin ülkesi gibi felakete uğrarsın”
Mısır Piramitlerine geçen sefer yazdığım gibi negatif bakıyorlar. Ora halkını sevimsiz buluyorlar ve küçümsüyorlar. O nedenle de ilgilenmiyorlar. Sadece tüccarlar o tarafa ticarete gidiyor.
CENAZEM
97 yaş civarı vefat ediyorum. Esasen sağlıklı bir hayatım vardı ama artık iyice yaşlıyım ve güçten düşüyorum. Uyurken vefat ediyorum.
Ölülerin bedenlerine bitkisel bir sıvı sürüyorlar. Sonra sivri köşeleri olmayan bir dikdörtgen şekilli tahta tabuta koyuyorlar. O tabutu da beyaz bir bezle sarıyorlar. Benim cenazemi bir ağacın altına gömüyorlar ama sebebini göremedim.
Cenazede yöre halkı, talebelerim, eski hastalarım, çalışanlar ve akrabalarım var. Ölmeden önce ülkede yaşımın ileri olmasının getirdiği tecrübenin de yardımıyla tanınan bir hoca oluyorum. Büyük Hocalar kategorisine giriyorum. Eski talebelerim büyümüşler, artık devlette mesleklerini icra ediyorlar. Hocalığım esnasında merak duygumu üretici bir şekilde hayatıma yansıttığım için değişik eğitim usulleri uygulayarak, mezun talebe sayısının çoğalmasını sağlıyorum. Yazmış olduğum kitapla da hem talebelere hem de eğitim imkanı bulamayanlara başvuru niteliğinde bir kaynak sağlıyorum. Bu dönem artık devletin de geliştiği bir dönem, bu vesileyle diğer hocalar da ders notlarını kitaplaştırmaya başlıyorlar, halkın eğitim olanakları zenginleşiyor. Büyük Hoca kategorisine girmemin sebebi bu reformum.
Halk reenkarnasyona inandığı için vefat eden kişilere üzülmüyor ama tabii yine de hasret var.
Cenaze sonrası yemek veriliyor, yemek bahanesiyle herkes bir araya gelip, hayatını kaybetmiş kişiden bahsediyorlar. Sanırım bir çeşit rahatlama terapisi işlevi görüyor.
HAYAT HEDEFİM
İnsanlarla kaynaşmak, asosyalliğimi kırmak. Yalnızlık eğilimimden kurtulmak. Aile hayatının önemini kavramak. Korku ile değil, sevgiyle insanlardan saygı görmek. Zararlı hırslarımdan arınarak, halka faydalı hale gelmek. Tanrı’ya sade bir inançla inanmak. Kibirden doğan inançlar ve hareketlerden uzak durmak. Tüm bu alanlarda özellikle 40 yaşından sonra başarılı oluyorum. Şahsım için verimli bir hayat oluyor. Fakat daha sonraki hayatlarımda yine kibir ve asosyalleşme eğilimim nüksediyor. Birer insanoğlu olarak karmalarımızı bir türlü çözümleyemememizin bir sebebi de o bir türlü kurtulamadığımız negatif eğilimlerimiz.
Sezen Aksu’nun bir şarkısındaki gibi “Hiçbirimiz masum değiliz…”
UYGUR HAYATIMDAN BUGÜNE KAZANDIĞIM TOPRAKLANMA ÇALIŞMAM
Piramit Bekçisi olduğum hayatıma baktıktan sonra o hayatta iken uyguladığım “topraklanma” usulüyle olumsuz enerjilerimden arınmayı bu hayatıma da uyarlamaya karar verdim. Çünki o hayattaki doğayla uyumum, sağlıklı hayatım beni çok etkilemişti. Ancak bir sorun vardı, o hayatımda doğayla uyumlu bir şehir/ kasabada yaşarken şimdi İstanbul gibi bir beton yığının bir semtinde yaşıyordum, her an topraklanma yapmam yani çıplak ayakla toprakta yürümem mümkün değildi.
Bu vesileyle ben de evdeki bitkilerin toprağını kullanmaya başladım, en geniş saksı ayaklarımın toprağa değmesini sağlayabilirdi.
Sandalyeyi, saksının önüne çektim ve ayaklarımı toprağına koydum.
Saksının toprağına ayağınızı basın, sığmıyorsa, sırayla kısım kısım yapabilirsiniz, mesela önce ayağınızın üst kısmını sonra taban kısmını. Yaparken ayak çakralarınızı çalıştırdığınızı, ayak tabanlarınızda birşeyler hissedeceğinizi unutmayın
Burada topraklanmamızı sağlayan araç, ayak çakralarımız. Avuçlarınızda( El çakrası) ve ayak tabanlarınızda bazı zamanlar hareketlenmeler, karıncalanmalar hissedersiniz, çakraların hareketinden kaynaklanır.
Saksının toprağına ayak tabanlarımı yerleştirdikten sonra negatif enerjilerimin toprağa akması için kendimi rahat bıraktım. Ancak bunu yaparken zihni tamamen boş bırakmıyorsunuz, negatif enerjilerinizin ayak çakralarınızdan toprağa akmasını istiyorsunuz. Bu arzuya dayanarak kendinizi rahat bırakmalısınız.
Bir yandan negatif enerjilerden arındığınızı hissedin, diğer yandan içinizin pozitif enerjiyle yıkandığını hayal edin. Nasıl ki yıkanırken bedeniniz fiziksel kirlerden arınırsa, sevgiyle yıkanırken de astral bedeniniz ve ruhunuz olumsuz enerjilerden arınır. Nasıl her gün duş alıp, bedeninizi temizledikçe ferahlıyorsanız, sevgiyle(pozitif enerji) yıkandıkça da astral bedeniniz ve ruhunuz arınır ve içsel bir ferahlık yaşarsınız.
Tabii fizik planda olduğu kadar basit değil bu uygulama. Sıcakta terlersiniz, bunalıp hemen bir duş alırsınız ve ferahlarsınız ama enerji boyutunda bu iş kadar çabuk olmaz.
Bu nedenle ilk defasında birşey hissetmeyebilirsiniz ama zaman içerisinde olumsuz enerjilerin bedeninizden toprağa aktığını daha rahat bir biçimde hissedeceksiniz. O sırada büyük bir pozitif akış beklemeyin, tatilde kumsalda veya haftasonu bir kafede hissettiğiniz rahatlama benzeri hislerle dolacaksınız ama yoğun ama düşük.
Durugörü vasıtasıyla elde ettiğimiz örnek bilgi:
Sorunlu bir günün akşamında topraklama yaparken alevdekilere benzer bir sarı-kırmızı kombinasyon görüyorum. Arkadaşıma görüntüden bahsedip, “bitki hasta mı, ne için yeşil değil?” diye soruyorum ve ardından meditasyon halinde arkadaşım, bitkiye ve bana bakıyor: Sarı-kırmızı kombinasyonun bitkiyle ilgili olmadığını, elde ettiğim durugörünün benim bitkiye topraklama sırasında aktrardığım negatif enerji olduğunu, o rengin benim sinirli düşüncelerimin rengi olduğunu söylüyor.
Sıkıntılı günün şahsımda, gün içerisinde oluştruduğu negatif düşünceler, negatif yönde kinetik enerjiye dönüşüyor, o negatif enerjiyi topraklamayla bitkinin toprağına kanalize edince bu sefer benden dolayısıyla kendisini oluşturan negatif düşüncelerden kopan negatif enerji toprakta negatif yönde beslenemiyor ve negatifliğinden arınarak potansiyel enerji haline gelip, tekrar vücuduma geri dönüyor. Topraklamanın arından yapılan meditasyonla da potansiyel enerjiyi vücudumda pozitif enerjiye çeviriyorum.
Bu durugörü örneği tahiminimce topraklamanın mantığını sizlere açıklamıştır.
İlaveten o toprağın doğanın canlı bir parçası olduğunu unutmayın, eğer ki saksının toprağını kullanıyorsanız, bitkiye telepatiyle teşekkür edin. Telepatiyle teşekkür şudur, bitkiye samimi bir biçimde içinizden teşekkür edin, isterseniz bu sırada elini sıkarmış gibi yaprağına dokunun. Zaten ya o an ya da zamanla bitkilerin ve çiçeklerin de doğanın bir uzantısı olduğunu ve doğanın bilincinin bir parçası olduğunu göreceksiniz. Bazen bana bitkilerin bilinci olması garip geliyor, o sıra maddeci zihnim işler halde oluyor. Ancak sezgilerimin aktif olduğu durumlarda özellikle de topraklama sırasında bitkinin canlı olduğunu ve bizden farklı da olsa bir bilinci olduğunu hissediyorum. Aslında bu durum bizler gibi doğadan uzak kalanlara garip gelebilir ama evlerinde çiçek besleyenlere, bahçeleri olanlara oldukça normal gelecektir.
Doğa’nın uzantısı olan hayvanların aksine bitkiler, çiçekler… vb. canlılar belirgin bir biçimde sizlere bilinçli olduklarını gösteremezler, ama sezgisel olarak anlarsınız, hissedersiniz. Mesela bir ormanda veya deniz kenarında hissettiğiniz yoğun yaşam enerjisi onların dilidir.
TOPRAKLAMA YAPARKEN PİRAMİTLE İLGİLİ HATIRLADIĞIM BİLGİ
Bu uygulamayı ilk yaptığımda tek tek, ruhumdan itibaren varlığımı oluşturan tüm parçalarımın sevgiyle (pozitij enerjiyle) dolduğunu hissetmeye çalıştım. Sevgiyle beslendiğimi hissetim, bu hal tam anlamıyla belirgin değil daha önce bahsettiğim gibi mutlu olduğunuzda ya da tatil yaptığınızda içinize hafifçe dolan bir rahatlama duygusu gibiydi…
O sırada bitkiyi enerji olarak gördüm. Rengi biraz soluktu.
Sonra hatırlama çalışması yaptığım arkadaşla konuyu konuşurken, piramit bekçiliği yaparken beş odanın arasında ayakta dururken yaptığım şeyin bu olduğunun farkına vardık. O sırada da doğanın enerjisine bakıyordum; ağaçların, toprağın, havanın ve hayvanların enerjisine; ne kadar sağlıklı enerjiler görürsem işler o kadar iyi gidiyor anlamına geliyordu, eğer enerjileri soluk gözüküyorsa, birşeyler ters gidiyor olmalıydı…
Evdeki bitkimin de rengi soluktu, demek ki evin enerjisini yükseltmeliydim. Sonraki üçüncü günde daha renkli gördüm. Sanırım evdekilerin eve verdiği yaşam enerjisi ne kadar pozitifse evdeki bitkilerin enerjisi de o kadar pozitif oluyordu. Acaba insanın, topraklama veya benzeri arınma uygulamarı yapmaksızın doğaya verdiği enerji de doğanın ve doğadaki bitkilerin ve hayvanların enerjisini düşürüyor muydu?
Sonuç olarak sizlere tavsiyem, her gün ayağınızı toprağa basmak suretiyle kendinizi topraklayın ve olumsuz enerjilerinizi, doğanın parçası olan toprağın kendisine çekerek, sizi arındırmasına izin verin. Ve bunu yaparken diğer yandan Tanrı’nın sonsuz sevgisinin ruhunuzdan hücrelerinize kadar sizin varlığınıza yayılmasını, sizi beslemesini, arındırmasını ve iyileştirmesini isteyin.
HATIRLAMA/HATIRLATMA TEKNİĞİ
Geçmiş hayatları hatırlamak için hangi tekniği kullandığımız hakkında bilgi vermek istiyorum.
Reenkarnasyona inanan veya inanmasa bile önyargısız arkadaşlarınızla hatırlama çalışması yapmak istiyorsanız, öncellikle kendinizi rahat hissedeceğiniz sessiz bir yerde rahat bir şekilde herkes birbirini görecek şekilde otursun. İster yere ister koltuğa oturun, ister tütsü yakın, ister bu sıcaklarda doğaldır ki pencereyi açın, şekil önemli değil, rahatlığınız önemli.
Başlarda kolay konsantre olmak için tarih değil, kendi yolunuzla tespit ettiğiniz döneme odaklanın.
Ülkeleri, kültürleri düşünün. O ülkelerin bulundukları zaman diliminde farklı farklı kültürleri olduğunu da unutmayın. 19. y.y.’daki ABD ile 1970 lerin ABD’si farklı kültürdedir. Kimisi size sıcak gelecek kimisi soğuk gelecek kimisi ise sadece merak uyandıracaktır. İçlerinden size en sıcak gelen veya soğuk gelen dönemi ve ülkeyi seçin, mesela 19. y.y. Fransız Salon Yaşamı size soğuk geldiyse, o yaşama odaklanın, soğukluğun kaynağına inin…
O döneme odaklanıldığında çoğunlukla ya üzerinizdeki bir elbiseyi görürsünüz, ya bir ev (şato, köy evi… vb) ya da bir insanı görürsünüz…
Örneğin “aynada kendinize bakıyorsunuzdur, balo kıyafetinizi giymişsiniz ve birazdan bir salona gideceksinizdir, belki yanınızda bir dadınız ya da arkadaşınız vardır” ya da “ kendinizi bir tarlada çalışırken görürsünüz, çiftçisinizdir”.
Kim bilir belki “tepeden tırnağa silahlanmışsınızdır, birazdan kılıçlarınızı çekip, düşman ülke ordusu ile savaşacaksınızdır, aklınızda geride bıraktığınız aileniz vardır ya da belki kahramanlık duygusu ile taşıyorsunuzdur, o savaşı ünlenmek için kullanacaksınızdır…”
Bunlar hep yakın geçmişten örneklerdi, daha da geçmişe gidebilirsiniz Atlantis’e bakabilirsiniz, size kalmış…
Her insan da hatırlama potansiyeli vardır, geçmiş hayatlarında çoğu kez bu konularla ilgilenmiş olanlar daha rahat hatırlayabilirler, ama diğerlerinin hatırlayamayacağı anlamına gelmez. Herkes potansiyelini harekete geçirebilir, yeter ki sabırlı olun…
Karşılıklı, sakin bir yerde rahat bir şekilde oturunuz, kendi yaşamınızı hatırlamanız için arkadaşınız veya arkadaşlarınız yardımcı olacaklar. Tespit ettiğiniz yaşamla ilgili görüntüyü söyleyin, ne gördünüz, arkadaş veya arkadaşlarınızda sizi sorularla yönlendirsinler.
“ Üzerinizde nasıl bir giysi var, erkek misiniz, kadın mı, genç misiniz, yaşlı mı, evde misiniz, dışarıda mı?”
Soru sorarken, şuraya git buraya gel, evin içinde dolaş gibi alakasız sorular sorulmasın. Zira o yaşam yaşandı ve bitti, şu andan soracağınız sorularla veya direktiflerle olmuş bitmiş hareketleri tekrar canlandıramazsınız.
Film gibi düşünün, film çekilmiş, bitmiş ve örneğin 17. Dakikasında filme bağlanmışsınız, filmi anlamanız için yapmanız gereken kaseti ileri geri sarmak, gördüklerinizi anlamaya, hikayeyi kavramaya çalışmak.
Bu nedenle örneğin kendinizi bir pazarda mal satarken mi gördünüz, arkadaşlarınız size üzerinizdeki kıyafetleri sorsun, havayı sorun, sattığınız malı, sizin ve etrafınızdaki insanların tiplerini sorsun.
Yaşam içinde hareket etmek istediğinizde, “şimdi eve git” gibi ilgisiz bir soru değil, “pazardan sonra eve mi gidiyorsun, öyleyse eve gittiğinde ne yapıyorsun” benzeri geçmiş hayatına bakılan kişinin hayal gücünü çalıştırmasına sebep olmayacak, sadece o anları hatırlamaya yarayacak sorular sorun.
O kişi gerçekten geçmiş hayatını hatırlıyorsa 1 yıl sonrada 10 yıl sonrada aynı dönemde aynı hayatı görür, zira kafasından kurgulamamış, sadece hatırlamıştır ve her zaman aynı şeyleri hatırlayacaktır.
O anki odaklanma durumuna göre diğer arkadaşlarınızda sizin gördüklerini görebilir, hissettiklerinizi hissedebilir. Sizin daha net görmeniz ya da daha silik görmeniz sizin yeteneğinizden ziyade o anki konsantrasyonunuzla ilgilidir. Bunun yanı sıra belki siz göremezsiniz ama aranızdaki sezgileri kuvvetli bir arkadaş sizin yaşamınızı sizin üzerinizden görebilir. Bu durumda siz sorun, o cevaplasın.
O yaşamınızda, bu yaşamda tanıdığınız insanlar olabilir, arkadaşlarınız kendilerinin de o yaşamda bulunup, bulunmadığını size sorabilirler…
Deneme yaptıkça kendi yöntemlerinizi geliştirirsiniz.
Üzüntülü bir yaşam görürseniz, kendinizi sonrasında topraklayın.