Onu ben de herkes gibi, önce yazılarından ve bir “Star Klasiği” olan “Günün Yorumu”ndan tanıdım. Sonra bir gün gazetede benim radyo programım “Vanilya ve Çikolata” hakkında bir yazı yazdı. Derken beraber hazırladığımız programlar geldi. Ve şimdi de sevgili Engin Ardıç derKi’nin konuğu oluyor.
Kendisini yakından tanıyınca aslında çok ilginç konularla uğraştığını gördüm. Aslında çok ortak yönümüz vardı. Engin Ardıç bütün parasını kitaba ve CD’lere yatıran biriydi. Hem de gizemciliğin en ilginç konularıyla uğraşıyordu.
Bu durum zaten Engin Ardıç’ın yazılarında ve Burak Eldem’in kitabına yazdığı önsözde iyice ortaya çıkmıştı. Ardıç her zaman olduğu gibi günlük siyasi çekişmelerin dışına çıkmış ve özellikle en son gelişmeleri ve Marduk fenomenini de okuyucularına bildirmişti.
Biz de derKi’nin bu sayısındaki konsepte uygun olarak bu ay, Engin Ardıç’ın gelecek günler hakkındaki görüşlerini almak istedik.
Bu görece kısa röportaj aslında dokuz saatte tamamlandı ve bu esnada yedi şişe Sicilya şarabı tüketildi. Tabii ki konuşmaların en can alıcı noktalarını off-the-record kısımlar oluşturdu. En en azından yazabildiğim kadarını bu yazının sonun eklemeyi uygun buldum.
Erhan Altunay : Yıllardan sonra yeniden beraber mikrofon karşısındayız ancak bu kez bizi bir araya getiren radyo mikrofonu değil, ses kayıt cihazının mikrofonu. Ve bu kez konumuz müzik ya da tango değil, derKi’nin bu sayısındaki konsepte uygun olarak 2020 hakkındaki görüşlerini soracağız.
Engin Ardıç : Evet yıllar sonra yine buluştuk. Ben aslında 2020’ye kadar düşünemiyorum. Günde üç paket sigara içtiğim için görebileceğimi bile sanmıyorum. Zaten görsem de çok yaşlı olacağım.
Erhan Altunay : Yok canım, bu ülkede 70 yaşından sonra Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık yapanlar olduktan sonra….
Engin Ardıç : Tabii ki ama düşlesem de çok parlak bir dünya düşünemiyorum. Her zaman geleceğin daha iyi olacağı yönünde bir beklenti vardır. 19. yüzyılda yaşayanlar da 20. yüzyılın çok daha parlak olacağını düşündüler ama iki tane dünya savaşı oldu. Şimdi de insanlarda artık iki büyük savaş yaşandı artık üçüncüsü yaşanmaz diye bir beklenti var ama, şimdi çok daha kötü bir Üçüncü Dünya Savaşı gündemde. Milyonlar değil ama bir milyar insan ölürse ne olacak? Ben 21. yüzyılın Cennet çağı olacağına inanmıyorum.
Erhan Altunay : Ya meşhur Marduk’un geleceği düşünülüyor ya da büyük savaşların çıkacağı. Ya da bunlar eş zamanlı olacak, siz ne diyorsunuz?
Engin Ardıç : Nostradamus Üstat da bunu söylemiş. “Hıristiyan – Müslüman savaşı da olacak” demiş. Bu ne kadar gerçekçi bilemiyorum ama Amerika’nın tek kutuplu Dünya’ya hakim olma hayali ile atağa kalkması… Marduk olayını karıştırmazsak bile zaten çok büyük karışıklıklar kapıda. Savaş korkusu ile gidiyoruz. Bu adamlar yarın öbür gün İran’a saldıracaklar, Suriye’ye saldıracaklar.
Erhan Altunay : Türkiye sırada…
Engin Ardıç : Böyle bir savaşta Türkiye’nin ne olacağı belli değil. İki arada bir derede olduğumuz için, böyle bir Amerikan-Müslüman savaşında ne yapacağımız, hangi tarafta olacağımız, karşı taraftan başımıza ne gibi belaların geleceği şimdilik meçhul.
Erhan Altunay : Ama şunu çok rahat söyleyebiliriz ki, içinde bulunduğumuz coğrafya ileride çok büyük bir önem kazanacak.
Engin Ardıç : Tabii ki. Gezegen hikâyesini bir tarafa koyarsan, içinde bulunduğumuz coğrafya bir petrol coğrafyası ve çok büyük petrol kaynakları var. İleride de petrol sıkıntısı olacağını düşündüğümüzde buranın önemi daha da çok artıyor. Klasik gözlüklerle bakarsak olaya, belli ki Amerika bu bölgeyi ele geçirmek için harekete geçti. Bu petrol bölgesini bir ucu da Türkiye’nin Güneydoğu bölgesine sokulduğu için, elbette orası da Amerika’nın ilgi alanına girdi. Bu adamlar karşılarında bir güç de bulamayınca – tabii ki bu güç Usame bin Ladin ve on militanı değil- iyice bu işe girdiler. Usame Bin Ladin en fazla birkaç uçak daha düşürür, bir yerleri uçurur, gerçi buna da göz yumup bahane ettikleri de düşünülebilir. Sonuçta, bu adamlar, Amerikalılar, bu kaynakları ele geçirmek için harekete geçtiler. Durum bu haliyle bile yeterince kötü. Dünyayı ateşe attılar.
Erhan Altunay : Bu tabii Dolar politikası ile bağlantılı.
Engin Ardıç : Tabii ki. Zaten Amerika’nın birçok politikası var. Bazı kişiler şöyle sanıyor, bu sene olamadı ama bir gün Bush giderse, John Kerry gibi bir zavallı gelirse, ortalık sakinler. Böyle bir şey söz konusu değil. Amerikan başkanları da birer kukladırlar, onların gücünü çok aşan güçler de vardır. Kim gelirse gelsin, Kennedy de mezardan çıkıp gelse Amerika bu politikadan dönmez. Bugün de yeterli güçleri vardır, ama çuvalladığı yerler de vardır. Irak da bu kadar rahat hareket edemiyor. İran’da hiç edemeyecektir. Suriye’de daha rahat hareket eder ama. Neyse, çok kan dökecektir, başına çok bela alacaktır ama bu yoldan dönmeyecektir.
Erhan Altunay : Bu siyasi olayların yanı sıra çok da ilginç bir şey oldu. Bu savaşlar, dini, hatta ezoterik bir karakter aldı. Biliyorsun, yirminci yüzyılın ikinci yarısında “ezoterik” denilen bilgiler açılmaya başladı, son zamanlarda da iyice tartışılır hale geldi.
Engin Ardıç : Şimdi 60’lı yılarda birtakım ipuçları ortaya çıkmaya başladı. Louis Pauwels, Jacques Bergier gibi adamları bunların ipuçlarını vermeye başladılar. Bunlar hep ilk adımlardı. Daha sonra Daniken olayı oldu, tabii ki Daniken de bu işin ticari rantını yedi. Ama daha sonra gelen nesil, Graham Hancock, Robert Bauval, Michael Baignent gibi. Bunun gibi bir sürü adam var, bunlar meseleyi bir adım daha ileri götürdüler, böylece gizli bilgiler, belki de insanların hazmedeceği dozlarda verildi. Ezoterizm artık ezoterizm olmamaya başladı. Çoğu ortaya döküldü. Masonluk sırları da ortaya döküldü. Bilmiyorum, bu bir planın parçası mıdır, yoksa farklı şeyler mi ortaya konuluyor. Mesela uzaylılar konusunda da öyle oldu. Gerek edebiyatta, gerekse de sinemada bu konu öyle bir işlendi ki, artık bugün Dünya’nın herhangi bir yerinde, bir uçan daire inse, içinden uzaylılar “Selam dünyalı, biz dostuz” diye çıksalar, kimse yadırgamaz. İnsanlık buna hazır hale getirildi. Korkan olur, ben de korkarım ama bu nasıl şey demem, “biliyordum, geldiler” derim.
Erhan Altunay : Hatta Reha Muhtar ile televizyon programı yapsalar, kimse bir şey demez.
Engin Ardıç : Hatta Reha Muhtar’ı ilginç bir tür olarak alıp götürebilirler.
Erhan Altunay : Buna da kimse karşı çıkmaz sanırım. Alışırız.
Engin Ardıç : Alıştırıldı tabii insanlar. Artık birtakım ezoterik bilgilerin açığa çıkmasına da alıştı insanlar. Ben mesela hiç bir ezoterik örgüte bağlı bir adam değilim. Ben bile oturduğum yerden bir çok ezoterik bilgiye ulaşabildiysem, bunlar bana bir şekilde verildi demektir. Bu bir planın parçası mı yoksa insanlık bir aşamaya mı geldi bilmiyorum.
Erhan Altunay : Ama bunlar bu aptal savaşa baz olmaya başladı.
Engin Ardıç : Baz oldu, çünkü, komünizm tarihe karışınca, bizim artık geçmişte kaldı dediğimiz birtakım çatışmalar, din çatışmaları gündeme geldi. Müslümanlar da buna çanak tuttular. Usame Bin Ladin gibi birileri din uğruna savaşa girdiler ama kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerinin, kimlere çalıştıklarının farkında değiller. Tabii komplo teorilerinin de sonu yok. İslam köktendincilerinin yaptığı her eylem, Amerikan köktendincilerinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramıyor.
Erhan Altunay : Benim bir teorim var. Bu gizli örgütlerin çalışmalarını, özellikle de Türkiye için olanları çok eski zamanlara götürüyorum ve Batı’nın İstanbul için olan emellerini 1090 yılında İstanbul’da kurulan ve Batı tarzı ezoterik çalışmalar yapan bir cemiyete bağlıyorum. Bunlar daha sonra Tapınakçılara birlemişler. [off-the-record] Tabii bunlar İstanbul’un işgalinde de rol oynamışlar. Aslında bu tür cemiyetleri virüs gibi de görebiliriz.
Engin Ardıç : Evet birileri var. Aslında ben yaptığım araştırmalarda farklı şeyler de gördüm. Hani bir zamanlar Yehova Şahitleri savunurdu Papalık yıkılacak diye, ama aslında günün birinde Hıristiyanlık ortadan kalkacak, çünkü şu an Hıristiyanlık diye bildiğimiz şeyin aslında gerçek Hıristiyanlık olmadığı ortaya çıkacak. Pavlus tarafından uydurulmuş, Kilise tarafından şekillenmiş, pagan kültleri ile birleştirilmiş ve İsa ile uzaktan yakından alakası olmayan bir din olduğu ortaya çıkacak. Benim merak ettiğim şu; bu olayları yaratanlar, yani şu son senelerde Amerikan saldırılarını düzenleyenler, gerçekten bunu Hıristiyanlık gayreti ile mi yapıyorlar yoksa bunlar da mı Hıristiyanlığı bir kılıf olarak kullanarak işin içindeki çok başka gerçeklerin bilincindeler mi?
Erhan Altunay : Aslında Evanjelizm diye bir inanışı bahane ediyorlar.
Engin Ardıç : Evanjelizm, Protestanlık içinde bir yığın mezhepten bir tanesidir.
Erhan Altunay : Ama Eski Ahit’e çok fazla önem veren, Yahudiliği olduğu şekliyle kabul eden bir mezheptir de.
Engin Ardıç : Hah İşte! Dünya’yı Mesih’in gelişine mi hazırlamaya çalışıyorlar, bu arada Müslümanları da katlederek kendilerince ibadet mi ediyorlar ne halt ediyorlar; yoksa işin içinde bizim bir ucundan biliyor gibi olduğumuz başka gerçekler var da onun hazırlığı içindeler mi?
Erhan Altunay : Gelelim buradan Marduk’a, tam yeri gelmişken. Engin Ardıç, Marduk’a inanıyor mu?
Engin Ardıç : Bu bir inanç meselesi değil. Ben bunu söylemeye çalışıyorum. İnsanlar daha ileri gitti, bunu “Marduk Cemaatleri”ne dönüştürdü. İstanbul’dan gidip dağ başında arazi alıp yerleşenler de var. Hani Marduk gelince sağ kalalım diye falan. Bu saçmalık. Hatta “Kuran’da yeri var mı?” diye de soranlar var. Kuran’da cep telefonu da yok. O zaman onu da dışlayalım. Aslında aklımızı kullanarak, bilgimizi kullanarak bu konulara bakarsak, Marduk hikayesi ve buna bağlı olan konular, son derece akla yakın görünüyor.
Erhan Altunay : Ama bunu ilk ortaya atan inançlı bir Yahudi gibi gözüküyor.
Engin Ardıç : Onun asıl derdi Tevrat’ın gerçek kaynaklarına inmek, Tevrat’ı doğrulamak. O da Yahudi Establishment’i ile mücadele halinde.
Erhan Altunay : İlk ortaya bu şekilde atan da o ama, Zecheria Sitchin.
Engin Ardıç : Onun da buldukları maksadını aşmış, onun da ummadığı bir yerlere ulaşmış.
Erhan Altunay : Zaten iki Zekeriya geldi, tabu deviren, biri Zecheria Sitchin öteki de Zekeriya Beyaz . [uzun kahkalar]
Engin Ardıç : Sitchin’in de yanlışlıkları ve aşırılıkları var. O da belayı üzerinden atmak için, madara olmamak için tarihleri geniş tutmuş. Nasıl olsa yüz yılda hiç. Kimse hayatta olmayacağı için… Salla gitsin. Ama bütün bunlara rağmen, akla yakın ipuçları var. Özellikle de Tufan öncesine ait. Artık Atlantis midir, Boklantis midir bilemem ama, tufan öncesinde başka bir uygarlık olduğuna dair kanıt diyemiyorum ama ipuçları var. Ve çok akla yakın ve makul görülüyor.
Erhan Altunay : Mitoloji burada ne dereceye kadar referans olabilir ?
Engin Ardıç : Tabii mitolojinin birçok temeli var, Doğa olayları ya da psikolojik temeller. Ama bazı mitler de sanki eski bilgileri yeni kuşaklara aktarmak istermiş gibi duruyorlar. Osiris’in parçalanması ve İsis’in onu toplaması… Bu bir kastrasyon korkusu mu yoksa farklı temelleri var mıdır? Yani gökyüzünde olmuş birtakım olayların, gezegen çarpışması gibi, bize aktarılma şekli midir bu? Bunu tam olarak bilemiyorum. Ayrıca bu teorilerden birinin doğruluğu ötekini ortadan kaldırmaz. Biri de haklı olabilir, aynı anda öteki de.
Erhan Altunay : Yani gökyüzünde böyle bir olay olmuştur, ama bu aslında sembolik olarak da etkilemiş, hatta bu olay sembolik olarak psikolojik temelli öykülerde kullanılmıştır.
Engin Ardıç : Tabii, bu insanın da işine gelmiştir. Daha kolay bir yol olmuştur. Bu şuna benzer. Fenerbahçe-Galatasaray maçına, “Fenerbahçe, Galatasaray’a geçirdi” derseniz, Fenerbahçe’nin Galatasaray’ı yenmiş olduğu gibi somut bir bilgiyi insanlara aktarmış olursunuz ama aynı anda bunu cinsellikle birleştirerek üzerine bir katman daha koymuş olursunuz. Bu mesaj daha kolay algılanır. Yani insanlara daha kolay bir anlatım yoludur. Dolayısıyla mitlerin hem maddi temelleri olabilir, hem de bilinçaltı mesajlarını aktarıyor olabiliriler. Yani ikisi de aynı anda olabilir, yani kesişme noktaları olabilir.
Erhan Altunay : Bilimsel olarak da veriler olabilir.
Engin Ardıç :Tabii bilimsel veriler var. 1984 yılında NASA Güneş Sistemine dışarıdan yaklaşmakta olan, girmek üzere olan büyük ve kırmızı bir cisim olduğunu tespit etti ama ne olduğu anlaşılamadı. Spektral analizde de kırmızı ve Dünya’dan büyük olduğu ortaya çıktı. Bu Marduk mudur bilinmez ama bir cisim olduğu belli. Mitoloji, Marduk için “kırmızı ve Dünya’dan büyük” diyor. Bu bir şey kanıtlar mı? Kanıtlamaz. Ama ilginç soru işaretleri yaratır. Bu konu örtbas edildi. Ya da bir gelişme sağlanamadı. Zaten Marduk çarpmayacak. Yörüngesi ters ve Mars-Jüpiter arasındaki astreoid kuşağının oraya kadar gelip geri dönüyor. Ama kütlesinden ötürü çekim gücü, başta Dünya olmak üzere gezegenleri etkiliyor. Ne oluyor, depremler, yanardağ patlamaları yani felaketler, iklim değişiklikleri. Zaten şu anda da ciddi iklim değişiklikleri ve deprem artması var. Bu Marduk’un yaklaştığını kanıtlar mı? Kanıtlamaz, ama soru işaretleri oluşturur.
Erhan Altunay : İlginç olan, Amerika’nın saldırısı ile eş zamanlı oldu.
Engin Ardıç: Bilemiyoruz tabii, bu bir emperyalist saldırı mı yoksa bizim bir ucunu görebildiğimiz ezoterik bilgini bir temeli var da, bu adamlar bunu bilerek mi bir şeyler yapıyorlar? Daha başka bir Dünya’nın mı bir hazırlığını yapıyorlar.
Erhan Altunay : Ben başka bir şey daha soracağım. Bu The Wall Street Journal’daki yazı. Neden bu teorileri Türkiye kaynaklı gösteriyorlar?
Engin Ardıç : Türkiye bu konuda çok geriden geldi. Ben bunu ilk olarak 1999 yılında Star Gazetesi’nde yazdığım zaman, Sitchin’in kitabının Türkçe’de çıktığından haberim yoktu. Ben interneti keşfetmenin zevkiyle bu adamın bütün kitaplarını okudum ve gazeteci olarak haber verdim. Okuyucunun haberi olsun istedim. Diğer ülkelerde bu bu kadar ciddi tartışılmadı. Ama Türkiye’de bu bir anda çok ciddi tartışıldı. Tabii bunda benim de payım var. Ve Türkiye’deki bu tartışmalar diğer ülkelerin önüne geçti. Amerika’dan sonra, bu konuyu en çok tartışan ikinci ülke oldu Türkiye. Belki de savaş yanı başımızda olduğu için. Belki bölünmek istenen Türkiye olduğu için. Burak’ın kitabının çok katkısı oldu. Gazeteciler ciddiye alıp bu olayı çok tartıştılar. Akıllı bir Amerikalı gazeteci bu olayı görür, yazar.
Erhan Altunay : Marduk’a olan bu ilginin psikolojik nedenleri de olabilir. Marduk sonunda deforme olmuş anneyi öldürüyor. Anne egemenliği büyük sorun Türkiye’de. Ata’nın Semra’yı öldürmesi, Marduk’un Tiamat’ı öldürmesi gibi olurdu.
Engin Ardıç :Türkiye’de anneyi öldürmek kadar babayı öldürmek de bir istek. Senin dediğin boyut da doğru ama sadece bu mu bilemiyorum.
Erhan Altunay : Türkiye zaten belli şeyleri gecikerek sorguluyor. Tapınakçıları da yeni tartışmaya başladı. O da Tantan’ın bir operasyona bu ismi vermesinden sonra.
Engin Ardıç : Evet bu da sonradan ilgi çekti. Kutsal Kap, Kutsal Kan Batı’da yıllar önce basıldıktan sonra sonrada buraya geldi ve kapış kapış satıyor.
Erhan Altunay : Ben yıllar önce bu kitabı okumuştum. Ondan önce de Gerard de Sède’i okumuştum bu konuda.
Engin Ardıç : Gerard de Sède’i tanıyan yok daha Türkiye’de. Ben de yıllar öncesinden bilirim. Bunlar vardı zaten ama Türkiye’ye yeni geldi. Bak, Dan Brown’dan sonra da arttı bu ilgi. Hâlbuki o da çok çarpıttı. İncil’i biz bilmediğimiz için ilginç de geldi. Bak son bölümde Yuhanna Kıyamet’i anlatır. Ama dikkatle okursan bu bir doğal felakettir. Burak Eldem’in başarılarından biri de bu. Çok güzel ortaya koydu birçok şeyi. 666’yı çok güzel çözdü. Zaten Yuhanna bunun için eski bilgiye sahip olmak gerektiğini söylüyor. Belki her şey İskenderiye Kütüphanesi’nde vardı. Ama iki kere yakıldı orası. Herkes, Hz. Ömer’i suçlar. Hâlbuki daha önce yakıldı asıl, gnostik kitapları yok etmek için. Çıkıntılık eden yazıları yakmak ama orada başka bilgiler var mıydı? Tufan öncesi uygarlıktan kırıntı halinde bilgiler var mıydı? Acaba bunlar mı tehlikeli görüldü? Bunlar acaba varolan dinlerle çeliştiği için mi yok edildi?
Erhan Altunay : Yine de elimizde birçok bilgi kırıntısı var. Bir şeylere ulaşabilecek kadar. [off-the-record]
Engin Ardıç : Piramitler var mesela . Bunlar nasıl yapıldı? Yapılan araştırmalar buraların tarihini çok daha eskilere götürüyor.
Erhan Altunay : Buralar bir inisiyasyon merkezi olarak da düşünülüyor. Zaten Mısır’da bu tür yerler bulundu. Şu meşhur Zahi Hawass da, Giza Piramitleri kazı heyeti başkanı, Osiris’in mezarını buldu. Orası da bir inisiyasyon merkezi idi. Ben Mısır’a yaptığım yolculuklardan birinde, bir rehber tutmuştum. O da genç bir çocuk, Zahi Hawass’ın öğrencisi imiş. Biliyorsun bu Zahi Amca herkesi oradan kovdu ama, zamanında Edgar Cayce’in vakfından burs almış. Ben de geyik olsun diye “Ben bu adam hakkında her şeyi biliyorum” dedim. Çocuk şaşırdı, “Demek eşcinsel olduğunu biliyorsunuz” dedi.
Engin Ardıç : Anlatmıştın. Bu Zahi Hawass, yabancıları kovaladı. Rober Bauval’ları falan oralara sokmuyor. Ya kendisi bir şeyler bulmaya çalışıyor ya da bir şeyleri örtbas etmeye çalışıyor. Zaten herkes biliyor. Edgar Cayce takımından.
Erhan Altunay : Atlantisçiler. Neyse gelelim yine bizim konulara. Ezoterik bilgilerin bir ucu açıldı dedik. Öte yandan New Age diye bir şey çıktı.
Engin Ardıç : New Age, Amerikan serserilerinin düşüncesi. Bu bilgilerin en çarpıtılmış hali. Müziği bile öyle insanın içine baygınlık veriyor. Öyle bir kültür yarattılar. Amerika’da “İştar’la görüştüm” diye kitap yazan kadın var, buna da inanan bir yığın insan var. Serseriliğin sonu yok.
Erhan Altunay : Bunların hepsinin başa baş gitmesi ilginç. Ama benim sinir olduğum bazı ruhsal tebligatlar var. Tuttu bu rehberler… 9/11’den sonra Bush’u desteklemeye başladılar.
Engin Ardıç : İşin doğrusu ben Amerikan uygarlığını ciddiye almadığım için bunları da pek ciddiye almadım. Marduk konusu ciddi geldi bir tek, ilgilendim. Ama gelmezse gelmez. Zaten Marduk gelmezse de bir yığın bela var. Bizim için de var. Türkiye bölünmek isteniyor mesela.
Erhan Altunay : Bölünecek mi sence?
Engin Ardıç : Bu planlara göre olması gerek. Aslında bizim çok sağlam direnme noktalarımız var. Amerika bile anlamıyor “bu herifler bu kadar nasıl direniyor” diye Ama eninde sonunda bunu gerçekleştirmeye uğraşacaklar. Avrupa da bunu istiyor zaten. Kürdistan üzerinde emelleri var. Yani bir Kürdistan kurulacak da, Amerika’nın mı uşağı olacak, Avrupa’nın mı belli değil. Bizim sırtımızdan yürütülen bir kavga. Asıp kesiyoruz ama gücümüz bir yere kadar.
Erhan Altunay : Bu her yere sıçrar. İstanbul’a kadar.
Engin Ardıç : Adamlar bu şekliyle zaten Türkiye’ye almak istemiyorlar. Adamlardan biri bir kere 1990 yılında söyledi ben kıyametleri kopardım, kimse tınmadı. Türkiye’yi ortasından keserseniz batı kısmı alınır diye. Zaten kafalarında değişen çok şey yok.
Erhan Altunay : 1992 yılı sonu bir toplantı var. [off-the-record] Turgut Özal ile yemek yiyoruz. Bir ara kendisi, kendi ağzından, “Aslında Türkiye’nin doğusunu istiyorlarsa verelim. Kalan kısım daha iyi şartlarda, daha müreffeh yaşar” dedi. Bunu kulaklarımla duydum. Zaten 1993’te öldü de bu konuda fazla konuşamadı.
Engin Ardıç : Özal bu olayın nereye gideceğini gördü. Kürdistan kaçınılmaz olarak kurulacak. Bari biraz toprak verelim de biz de bir şeyler kapalım yeni düzenden dedi. Bunu ben de kabul etmem, kendine Türk diyen kimse de kabul etmez. Bu gibi olaylara ancak olup bittikten sonra fait-accompli olarak kabul edilir. Kimse bunu kabul ettiremez. Benim hep verdiğim bir örnek var. 1914 yılında Mustafa Kemal bugünkü haritayı alıp Enver’e gitseydi, “gel biraz küçülelim” deseydi Enver Mustafa Kemal’i o gece kurşunlatırdı. Ama sonunda o oldu. Ama Mustafa Kemal bunu gördü. O devirlerden bu haritayı çizmişti. Fethi Bey anılarında anlatır. Belki çok acılar çekilecek. Belki çok daha fazla acılar çekilecek. Belki de bu plan gerçekleşecek. Ben Türkiye’nin bölünmesine karşıyım, hiç istemem, ama böyle gözüküyor, kimsenin de engellemeye gücü yetmeyecek gibi.
Erhan Altunay : Şimdi Engin Ardıç yazısı olsaydı. “Siz şimdi Semra ile Ata’yı seyredin, sonra ağlarsınız “ yazardın.
Engin Ardıç : Yok artık o da gözden düştü sanırım.
Erhan Altunay : Ben de bir tek Müzik Yelpazesi’ni seyrediyorum gerisi umurumda değil.
Engin Ardıç : Yaa geçen gece, Sezen Cumhur Önal aradı, “seyrettin mi?” diye. Onu bile seyredemedim. Adama çok ayıp oluyor. Ona bakarsan Erhan Altunay’ı da dinleyemiyorum, herif yazacak da bana söyleyecekte hangi kanalda olduğunu, sallayıp duruyor.
Erhan Altunay : Evet sevgili dinleyiciler, bir programın daha sonuna geliyoruz. Bizim vaktimiz doldu ama şarkılar devam edecek, aşklar da tabii. İnsanlar yaşadıkça . Evet Engin Ardıç son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Engin Ardıç : Evet, bütün bu konular bir inanç meselesi değildir. Bu konuları araştırıp öğrenmeye çalışmak gerek. 2012’de bir değişiklik olacak gibi gözüküyor. Araştıralım, bekleyip görelim.
Engin Ardıç ile sohbet tabii çok daha uzun oldu. Bazı off-the-record kısımları da ilgilenenler için koyalım.
Toplantıya ilerleyen saatlerde bir başka bir arkadaş daha katıldı. Konu kadın erkek olayına geldi, toplumda erkeğin rolü tartışıldı. Konu Nusret Kaya’ya da geldi. Engin Ardıç’ın bu konu hakkında farklı görüşleri va :
Engin Ardıç : “Yahu erkeğin cinsel organı aslında multi-fonksiyoneldir. Cinselliğe yarar, işemeye yarar. Ama kadında sadece cinsellikle ilgili tek bir organ vardır . Cinsel zevk almaya yarar. Bu da kadın cinselliğinin daha üstün olduğunu, bizim de bu olayda bir soytarı olduğumuzu gösterir. Bizim cinselliğe ayrılmış tek bir organımız yoktur.
Erhan Altunay : Nusret Kaya böyle demiyor ama…
Engin Ardıç : [tamamen off-the-record] . Yazmazsan alçaksın.
Erhan Altunay : Ben bunu nasıl yazayım?
Sonunda arılar örnek verildi ve erkeğin rolü dölleyip kaçmak denildi.
İşte son söz olarak bir Engin Ardıç klasiği: “Yahu ben de dölleyip kaçmak istiyorum ama sonra kadınlar buna çok kızıyor, başıma bela oluyorlar…”